BİLECİK ANLAŞILAMAYANLAR ATÖLYESİ

featured

BÖLÜM 3: VUSLAT

Soğuk bir kış gününden sıcacık bir “Merhaba” değerli gazete arkadaşım. 2 hafta boyunca yurt dışında olmam sebebiyle yazı dizimize ara vermek zorunda kaldık. Bu eksiklikten dolayı ismini ve cismini bilmediğim siz pek değerli arkadaşlarımdan özür diliyorum. Öyle ya “Gazete arkadaşı olalım.” dediğimde bir kişiden bahsediyorduk ama artık arkadaşlarımız çoğaldı değil mi? Bildiğiniz üzere yazı dizimize “Bilecik Anlaşılamayanlar Atölyesi” adı altında başladık. İlk yazımda sizleri tanışma havasında ve hikayesel bir anlatımla karşıladım. Sonraki hafta bir hikaye ile sizlerle buluştum. Yıllardır hayalini kurduğum Asya seyahatini daha fazla erteleyemedim ve birçok şeyi – ne yazık ki yazı dizisini de- kısa süreliğine arkamda bırakarak hemen hemen 20 saat sürecek olan yolculuğuma başladım. Asya’nın turizmiyle yükselen ülkesi Tayland’a vardığımda 35 dereceyi bulan sıcak bir hava karşıladı beni. Şimdi ben burada sizlere bir gezi yazısı anlatmayacağım. Bunu başka bir zaman gazetemizde detaylı bir şekilde yapacağım ancak burda bahsetmek istediğim konu bu değil. Yazı bir şekilde başlamışken bir anda durdurup başka bir mevzuya geçer gibi göründüğüm için af buyrun. Çocukluğumdan ve hatta çocukluğumuzdan beri yurt dışına çıkmak bizim ülkemizde zor bir mesele olarak göründü, gördük ve böyle gösterildi. Hatta bu aslında kolay olan yurt dışına çıkma meselesinin zor olduğunu gösteren bir diğer önemli etkende severek izlediğimiz Yeşilçam filmleriydi. Bu filmlerin çoğunda hasta olan er veya kadın şahıs yurt dışına çıkmalı ve çok pahalı olan bu yurt dışında yine çok pahalı ameliyatı olmalıydı. 2000’li yılları geride bıraktığımızda yurt dışına çıkmanın, başka insanlar ve başka kültürler tanımanın bizim ülkemiz ve ülke insanımız içinde zor olmadığını gerçek anlamda görmeye başladık. Üniversite yıllarımda öğrenci değişim programlarıyla ülkemize eğitim ve kültürel alışveriş için gelen birçok yabancı öğrenci ile karşılaşma imkanı buldum. Her ne olduysa bu diğer ulusların insanlarının içinde en çok Asya insanı dikkatimi çekmekteydi. Şimdi düşündüğümde bunun gerçek sebebinin bizimde aslında “Asya” toplumu olmamızdan geldiğini anlıyorum. Seyahata çıkmadan evvel çevremde birçok sorunla karşılaşmadım değil. Hem maddi hem de manevi sorunları aslında çok kolay olan yurt dışı için def ederek yıllardır ertelemiş olduğum hayalime odaklandım. İnternet üzerinden birçok yazı okudum, birçok video izledim. Bazıları tur ile gitmemi söyledilerse de bu fikre hiç yanaşmadım. Elin çocuğu bisikletle Dünya’yı gezerken biz uçak ile gideceğimiz yeri bulamayacak mıydık? Bütün bunların ardından Ocak ayının 18’inde yolculuğa başladım ve düzenli bir şekilde yazmayı adet edindiğim günlüğüme baktığımda o gün şu satırları yazmışım: Ne zaman yolculuk yapsam var oluşumun ilk anından beri varlığını hissettiğim bir hüzün kaplıyor içimi. İçimi dedim de bakma sen sadece içimi dediğime. Kollarımda bir güçsüzlük hissediyor, karnımın orta yerlerinde bir yerlerde hareketler oluyor, derin bir nefes alsam geçecek zannediyor, bu ümit ile derin bir nefes alıyor ve hüzün bir kat daha artıyor. Bu yazıdan sonra bir arkadaşım için şu satırları da düşmüşüm günlüğe: Gidiyorum, bu nasıl bir gidiş ki dönüşü yok sanki ve seviyorum hani en katmerlisinden seni, bu nasıl bir seviş ki bitesi yok sanki. Haftaya birbirimizi daha yakından tanıyabileceğimiz bir yazı ile görüşmek dileğiyle…

Hazar Karaman



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir