Bilecik ve Söğüt’e destek verilsin

Sanat, kültür ve turizm hakkında konulara değinen Şeker, Bilecik ile ilgili olarak da "Kendi memleketim olan, kuruluşun ve kurtuluşun beşiği Bilecik ili ve ilçelerinde tarihi ve kültürel güzelliklerin tarafınızdan değerlendirileceğine inanıyorum. Bu konuya özen gösterilmesini istiyorum. Ayrıca kuruluşun beşiği Söğüt ilçemizde, kültür ve tarih anlamında yatırımlara açık olan, bu konuda zenginlikleri olan bir ilçemizdir. Söğüt ilçemize yeni bir Kültü Merkezi yapılmasını ve Söğüt’te Ertuğrulgazi’yi Anma Törenlerinin, devlet erkânının katılımıyla;  uluslararası bir hüviyete kavuşmasını istiyoruz"dedi.

Şeker'in konuşması şu şekilde oldu:

"Sayın başkan, değerli milletvekilleriMHP grubu adına Kültür ve Turizm Bakanlığı 2015 yılı bütçesiyle ilgili söz almış bulunmaktayım. Gazi meclisimizin yüce heyetini saygılarımla selamlıyorum.

Bu vesileyle, geçtiğimiz günlerde 83 yaşında vefat eden, değerli bilim, siyaset ve edebiyat adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Kültür Bakanı Talat Sait Halman’ı rahmetle anıyorum. Kederli ailesine başsağlığı ve sabır dilerim.

Sayın başkan, değerli milletvekilleri

Ömür, dünya hayatı içinde insanoğluna sunulan sınırlı bir zaman dilimidir. Bu dünya koca bir değirmen gibi, ömürleri adeta öğütmektedir. Hepimiz bu dünyada, kendimize ayrılmış olan ve ne zaman son bulacağı belli olmayan vakit içinde yaşıyoruz. Göçenler göçüyor. Gidenler geri gelmiyor. Hiç kimse yanında parasını, makamını, mevkisini, zenginliğini, gücünü, iktidarını götüremiyor. Tarihten günümüze nice hükümdarlar, padişahlar, krallar, liderler, diktatörler geldi ve geçti. Hatta bunlar arasında bazılarının ne ismi kaldı ne de bir hatırası kaldı. Çünkü nasıl ki insan için ölüm mukadderatsa, bu hayatta ve sonrasında iyi, doğru, güzel işlerle anılmanın vazgeçilmezi de sevgidir. Bu dünyada en önemli değer sevgidir ve sevginin karşısında nefret vardır. Tarihten günümüze idrak etmek ve ibret almak isteyen herkes görmüştür ki; sevgi yaşatır, nefret öldürür.

Ömür bir yoldur, geriye kalan çok az hatıra vardır, onlar da kim bilir belki unutulur. Eser bırakmak bu yüzden önemlidir. Eser bırakmak, insanın gelip geçici ömrünü anlamlı kılması ve uzun yıllar, hatta asırlar boyu hatırlanmasıdır. Ancak bu da sadece maddi değil, manevi eser bırakmakla; sevmekle, sevilmekle ve sevgiyle olur.

Evler, fabrikalar, yollar, köprüler, havaalanları, büyük gökdelenler, hatta saraylar yapıyorsunuz. Ancak içinde sevgi yoksa, bakanlar buralarda sevgiyi görmüyorsa, hatta bütün bunlar sevgiden ve sevimli olmaktan çok uzaksa; yaptıklarınız neye yarar? Bu topraklarda, bizi biz yapan sevgidir. Bu topraklar sevgiyle yoğrulmuştur, sevgiyle büyümüştür ve sevgiyle ayakta kalmıştır. Gösterilen gayretler, dökülen alın teri, toprağa ve bayrağa karışan şehit kanları bu sevginin temelinde, bu ülkeye adanmıştır. Bizler biriz. Bizler ayrılıkları ve ayrımcılıkları asla kabul etmeyen bir bütünüz.

Temelimiz, gövdemiz, başımız birdir. İnancımız, kaderimiz, tarihimiz ve kültürümüz birdir. Bayrağımız, ezanımız, lisanımız ve devletimiz birdir. Evvelimiz de, ahirimiz de birdir. Hepimiz bu toprağı vatan yapan ecdadımıza karşı ve bizden sonraki nesillere karşı bu bütünlüğü muhafaza etme sorumluluğunu taşıyoruz.

Bu söylediklerim son zamanlarda yaşadıklarımıza bakıp; düşünen, sorgulayan, sağduyuyu kaybetmemeye çalışan her insanın vicdanının sesidir. Ülkemiz ve milletimiz adeta gerilim girdabı içinde mahkûm edilmek istenmektedir. Bu ülkenin ruhuna yakışmayan söz, tutum, davranış ve söylemler adeta cehaleti bu ülkenin kaderi haline getirmiştir.

Bu ülkede asırlardır yaşayan zenginliklerimiz vardır. Bunlar bizim değerlerimizdir. Ancak etnik kompleksi olanlar, mezhep ayrımı yapanlar, bölgecilik yapmaya kalkanlar, inanç ve ideoloji ayrımcılığı ile cehaleti körükleyenler bu ülkenin birliğini zedelemiştir. Bu ülkenin ruhunu incitmiştir. Artık bunun üzerinde düşünme vakti gelmiştir. Başta hükümet yetkilileri olmak üzere, iktidar partisinin mensupları bu geldiğimiz tabloda dürüst bir özeleştiri yapmalıdır. Bu yapılırsa, toplumun her kesimi de üzerine düşeni yapacaktır. Sürekli gerilimlerden, ayrışmalardan, kutuplaşmalardan medet uman bir anlayışla bu ülke yönetiliyor ve geldiğimiz durum içler acısıdır.

Ülkemizin içinde bulunduğu vahim tablo sanata ve sanatçılara da yansımıştır. Sanatçılarımız, hiç olmadığı kadar kutuplaşmış durumdadır. Sanatçılar “bizden” ya da “onlardan” diye tanımlanmaktadır.

Toplumun gözü önünde bunlar yaşanmaktadır. Bu kutuplaşmadan dolayı sanatçılar topluma örnek karakterler olmaktan çıkmış; yozlaşmanın temsilcileri haline gelmişlerdir. Bu durum ülkemizin birikimlerine ve kazanımlarına yakışmıyor. Sanatın ve sanatçının önemi, bilhassa yaşadığımız bölge için anlamlıdır. Çünkü hepimizin şahidi olduğu acılar, duyarsızlık, anlayışsızlık, cehalet, hâkimiyeti asla tartışılmayan diktatörler, mutlak krallıklar, sorgulanamayan emirlikler, bölgemizde yaşayan Müslüman toplumların âdeta kaderi ve kısır döngüsü hâline gelmiştir.

Hepimizin bildiği gibi, bu kısır döngü yaşadığımız bölgede, vahşice katliamları, tecavüzleri, istila ve işgali beraberinde getirmiştir. Sanatın ve sanatçının susturulduğu, geri plana itildiği, anlamını yitirdiği, değersizleştirildiği, itibarsızlaştırıldığı toplumlarda zevksizlik, duyarsızlık ve vicdansızlık gelişir. İnsanı olgunlaştıran ve birikim sahibi yapan, bilginin kazandırdıklarına bir seviye ve anlayış getirip olgunlaştıran, toplumları aydınlatan, medeniyetlere yön veren içimizden çıkan sanatçı ve sanatçılardır.

Bu anlamda AKP iktidarı mesela “Mehmet Ali Alabora ya da Fazıl Say senin sanatçındır; Yavuz Bingöl ya da Hülya Avşar benim sanatçımdır” şeklinde bir anlayışı topluma beyan etmektedir. Böyle bir kutuplaşmaya, böyle bir ayrımcılığa, böyle bir sığlığa izin vermekle ne yapılmak isteniyor? Bu anlayışa göre “benim davetime gelen, benim konuşmamı dinleyen, benim sarayımı ziyaret edip öven iyi” ancak “beni eleştiren kötü” gibi bir durum vardır.  Bu anlayışa göre toplumun farklı kesimleri sanatçıları “hain” ve “yalaka” olarak suçlamaktadır. Bu hem anlayış olarak hem de üslup olarak çok yanlıştır.

Kamuoyunun bir kesimi Cumhurbaşkanının ya da başbakanın davetine katılan sanatçılara öfkelenirken, diğer taraftan Eskişehir’de Devlet Tiyatroları sanatçıları, kültür ve sanata her zaman destek veren, büyükşehir belediye başkanı Yılmaz Büyükerşen’le fotoğraf çektirdiği için soruşturma geçirmekte, bu hatıra fotoğrafları “siyasi içerikli” olarak değerlendirilmektedir.

Herkes anlayış sahibi olmalıdır. Türkiye çok gerilmiştir. Birbirini duymadan, dinlemeden, anlamadan, anlayış göstermeden konuşulan bir ortam ülkemizin birikimine yakışmıyor. Herkes empati kuramasa bile, insanların hak ve özgürlüklerine riayet etmelidir. Her fırsatta suçlamak, rencide etmek ya da tehdit etmek gibi sağduyudan uzak yaklaşımlar Türkiye’yi yeteri kadar germiştir ve geriletmiştir. Enerjimiz heba olmuştur. Aydınlarımızın sesi kısılmıştır. Korku iklimi ülkemize bir kara bulut gibi çökmüştür. Ülkemiz potansiyelini ve derinliğini kullanamaz hale getirilmiştir. Gençlerimiz gelecekten kaygılıdır. Genel olarak ülkede bir üslup bozukluğu hâkimdir ve bu son bulmalıdır.

Cehalet ve nefret, düşmanlık ve gerilim ülkemizin kaderi haline gelmiştir. Bu tablodan kurtulmamız gerekirken; yangına su taşımak gerekirken, insanlarımız hala gerilime, hala tehditlere, hala öfkeye maruz kalmaktadır.

Bu mesele çok mühimdir ve daha da derinleşmektedir. Bu ülkenin gelişimi sanat ve sanatçıdan yoksun bir şekilde olamaz. Muhalif de olsa sanattan ve sanatçıdan korkmamak gerekir. Sanatsız, zevksiz, kalpsiz, vicdansız bir toplum hasarlı bir toplum olarak kendi kendini felakete sürükler. Buna izin vermeyecek olan da yetki ve sorumluluğu içinde ülkesindeki sanatın gelişimine katkıda bulunanlardır. Aksi hâlde, yasakçı ve sansürcü mantık sanatın kudreti karşısında küçük duruma düşer.

İktidarda olanlar, eleştiriye kapalı tutum sergilerse, “ben yaptım oldu” derlerse tarih önünde sorumludurlar. Eğer devleti yönetenler her fırsatta, “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu / Gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu” diyen Hz. Ömer’in makamında oturduklarını beyan ediyorlarsa, o zaman adaletsizliklere ne diyeceklerdir? İnsanlarımıza Hz. Ömer’in adaletini vaad eden iktidardakiler, hatayı kendilerinde, kendi yaptıklarında ve kendi yaklaşımlarında aramalıdır.

Eğer iktidardakiler bu hassasiyetlere dikkat etmiş olsalardı, muhalefette olanlar da elbette adım atardı. Eğer bahsetmiş olduğum sağduyu üslubuna yıllardan beri sahip olunsaydı, toplumun her kesimi birbiriyle irtibatını bu nezaket içinde yapardı. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu durum sinir bozukluğudur. Bu sinir bozukluğunun sebepleri de sorumluları da bellidir. Bakın bütün bu hadiselere karşı duyarlılık oluşturacak olan herkesten önce sanatçılardır. Ancak ülkemiz sanatçılar arasında bile ayrışmaya ve ayrımcılığa düşen bir haldedir.   

Bu yüzden diyorum ki sanata ve sanatçıya baskı kurularak, bu durumu yok sayamazsınız. Sanatçıyı cezalandırarak, baskı ve yıldırma taktikleriyle ya da mevzuata ve kitabına uygun haksız atamalar yaparak, adeta cadı avı başlatarak bertaraf edemezsiniz. Sanat da sanatçılar da var olmaya devam edecekler. Sanatçılar toplumu iyiye, güzele, duyarlı olmaya, nezakete, inceliğe davet edecekler. Bunun hayati bir öneme sahip olduğu bir dönemden geçiyoruz.

Bu ülke Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Mevlana’nın ruhunu yoğurduğu bir kültüre sahiptir. Bu ülke Köroğlu’nun, Pir Sultan Abdal’ın, Dadaloğlu’nun çağrısında kendini bulmuştur. Bu ülke Neşet Ertaş’ın, Özay Gönlüm’ün, Barış Manço’nun, Cem Karaca’nın ezgileriyle gönlünü dinlemiştir. İşte bu yüzden, içinde bulunduğumuz bu korku tünelinden çıkmalıyız, ışığımız sanatçılar olmalıdır. Bu yozlaşma ve ayrışma bir son bulmalıdır.  

Sayın başkan, değerli milletvekilleri

Gerçek sanat; sinema, edebiyat, tiyatro, opera, bale ve müzikte özgür ve özerk bir ortamda gelişebilir. Sanatın gelişimi, ülkenin potansiyelini ve enerjisini ortaya çıkarır. Sanat, insanlara kendini iyi hissettirmek ve gelişimine yardım etmekle birlikte; kültürün taşıyıcısı olarak bir misyona sahiptir. Dünyada bizde olduğu gibi bir çok sanat kurumu varlıklarını devlet ve yerel yönetim desteğiyle sürdürmektedir. Son yıllarda bakanlığınız tarafından sanat ve devlet ilişkisi yeni bir anlayışla düzenlenerek TÜSAK yasa taslağı hazırlanmaktadır. Bizler sanat kurumlarının iyileştirilmesi ve yurdumuzun her tarafına yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalarda bakanlığımızın yanındayız. Ancak sanat, siyasetin emrine verilemez. TÜSAK yasa tasarısı gizlilik içinde hazırlanmamalıdır.

Sanatın yararına olacak çalışmalarda, uzlaşma içinde olmalı, sanat çevreleri, sivil toplum örgütleri, sanatçılar ve sanat kurumlarının yöneticilerinin görüşü alınmalıdır.

Sayın başkan, değerli milletvekilleri

Türk turizmi her sene kendini geliştirerek yükselmektedir. Sadece ekonomik gelir kaynağı anlamında değil, ülkemizin dünya kamuoyuna tanıtımı ve itibar kazanması açısından da önemlidir. Ülkemiz bir çok medeniyetin beşiği, imparatorlukların asırlar boyunca insanları bağrına bastığı, doğal birikimleri ve kültürel özneleri olan, yaşamımızda her an hissettiğimiz zenginlikleriyle bizlere bırakılan en kıymetli hazinemizdir.

Bu hazineyi yaşatmak, insanlığa tanıtılırken, kendimize özgü yöntemlerin uygulanmasını, dünyaya kendi mesajımızın duyurulmasını, uyum ve bütünlük içinde üretken olunmasını gerektiriyor. Aksayan uygulamalar bu konuda turizmin atılımlarını geciktiriyor. 

Ülkemize gelen turist sayısı her geçen yıl artsa da, dönem dönem gelirimizde bir rakamlar değişse de, turistlerin Türkiye’ye bıraktıkları para miktarında gözle görülür bir artış yoktur. Bu anlamda turizmin çeşitliliğinin yanında kültür, kongre, sergi ve toplantı, termal ve sağlık turizmine daha çok teşvik verilmelidir. Turizmin Türkiye’nin her bölgesine ve bütün bir yıla yayılması önceliğimiz olmalıdır. Bu konulardaki ayakları yere sağlam basan, gerçekçi ve cesur uygulamalar turist profilini yükseltecek ve ülkemizin vizyonuna katkı sağlayacaktır.

Ortadoğu’da yaşanan gerginlik nedeniyle, 2015 yılı turizm sektörü için kolay bir yıl olmayacaktır. Sınırlarımızda cereyan eden olaylar, turistlerde tedirginlik yaratmaktadır. Rusya’da son zamanlarda rublenin değer kaybetmesi, Türk turizmini de gelir bakımından etkileyecektir. Bu konu üzerinde düşünülmeli ve yeni adımlar atılmalıdır. Aktif, üretken, gerçekçi, misyon ve vizyon sahibi kadrolar yetiştirilmeli, turizm alanında kesinlikle durağan yaklaşımların atılımlarımıza mani olduğu görülmelidir.

 

Anadolumuzda binlerce kültür varlığı ve medeniyetlerden kalan eserler vardır. Bu kültür mirasları, her gün, çeşitli insanlar tarafından yurt dışına kaçırılmak istenmektedir. Bakanlığın bu konuda çalışmasını, yurtdışında bulunan tarihi ve kültürel varlıklarımızın anavatana getirilmesi için gayret vermesini takdir ve tebrik ediyoruz. Bu konuda başta sayın bakan olmak üzere, emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.

 

Kitabın ve okumanın değer görmediği bir ülke gelişemez. Geçmişimizle köprü olan eserlerimize kıymet verilmelidir. Özel notlar, tarihi kayıtlar, hatıra defterleri, geçmişe hayat verir. Dünyanın en zengin yazma eserlerinin Türkiye’de olduğu bilinmektedir. Binlerce eserimizin korunması ve geleceğe aktarılması için titiz bir envanter çalışması yapılmalıdır. Milli kütüphanede binlerce kitabın kayıt altında olmadığı söylenmektedir. Bunu geçtiğimiz yıllarda da hatırlatmıştık, bu konuda çalışma yapılmalıdır.

Sayın başkan, değerli milletvekilleri

Maalesef yıllardan beri uygulanan politikaların ülkemizde yol açtığı gerilim sebeplerinden biri de bölücü terördür. PKK terör örgütü, verilen tavizlerin sonucunda, Suriye’nin Ayn’el-Arab bölgesinde yaşanan gelişmeleri bahane ederek yurdumuzda bir dizi olaylar ve eylemler yapmıştır. Bu çıkan olaylarda, Diyarbakır’ın yetiştirdiği, Türk milletine hizmetleri asla unutulmayacak olan, Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin mimarlarından olan, fikir, ilim ve siyaset adamı Ziya Gökalp’in hatırasının yaşatıldığı müze hainler tarafından yağma edilmiş ve yakılmıştır.

 

Bunun dışında Siirt vilayetimizde Kütüphaneye, 50 yıllık arşive, çocukların ve engellerin hizmetine sunulan bölümlere saldırıldı. Varto ilçesindeki Kültür Merkezi tahrip edildi. Bu değerlerimiz yağmalandı ve yakıldı. Çocuklara, engellilere, kitaba ve kütüphaneye, arşivlere, müzelere, hatıralara daha doğrusu cana, kültüre, ilime, akla ve irfana saldıran bu hainlerin bir an evvel adalete teslim edilmesi gerekmektedir. Bu hainlerin, cehaleti böylesine teşvik edecekleri ve böylesine düşmanca tutum sergileyebildikleri rahat bir ortamı bulmuş olmaları konusunda da iktidarın bir cevap vermesi gerekmektedir. Elini kolunu sallayarak, rahat rahat, yargı önüne çıkmadan devlete ve millete meydan okumak ne demektir?

 

Yaşanan bu olaylardan sonra hasar tespiti yapılmış mıdır? Bu tahribatın telafisi mümkün müdür?

Değerli milletvekilleri

Sözlerime son verirken; kendi memleketim olan, kuruluşun ve kurtuluşun beşiği Bilecik ili ve ilçelerinde tarihi ve kültürel güzelliklerin tarafınızdan değerlendirileceğine inanıyorum. Bu konuya özen gösterilmesini istiyorum. Ayrıca kuruluşun beşiği Söğüt ilçemizde, kültür ve tarih anlamında yatırımlara açık olan, bu konuda zenginlikleri olan bir ilçemizdir. Söğüt ilçemize yeni bir Kültü Merkezi yapılmasını ve Söğüt’te Ertuğrulgazi’yi Anma Törenlerinin, devlet erkânının katılımıyla;  uluslararası bir hüviyete kavuşmasını istiyoruz.

Bu düşüncelerle, bakanlığınızın 2015 yılı bütçesinin yetersiz olmasına rağmen, hayırlı olmasını diler, yüce heyetinize saygılarımı sunarım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir