• İmsak 00:00
  • Güneş 00:00
  • Öğle 00:00
  • İkindi 00:00
  • Akşam 00:00
  • Yatsı 00:00
  • İFTARA KALAN SÜRE 00:00:00
İMSAKİYE 2024 - Bilecik

ÇÂKER-İ FAHRİ RASÜL ABDÜLMECİD

Osmanlı’nın Kutsal Topraklar’daki izlerini araştırdığımızda, karşımıza çıkan isimlerin başında, Sultan Abdülmecid Han geliyor. Hem Rasülüllah’a hürmeti sonsuz, hem de Haremeyn’e hizmeti çoktur. Sadece şu kare dahi, O’nun bu hâlini anlatmaya yeter de artar bile.

Osmanlı Devleti’nde bir çeşit yıllık niteliğindeki  “Salnâmeler” önemli bir yer tutar. Mesela resmi nitelikli devlet, ya da vilayet salnâmeleri vardır. Bunlardan “İlmiye Salnâmesi” nde Sultan Abdülmecid Han’ın Hz. Peygambere olan hürmeti, sevgisi ve edebi şu şekilde anlatılmaktadır:
 “Cennetmekân Abdülmecid Han Hazretleri Ravza-i Mutahhara-i Risâletpenâhi’nin tamir ve tezyin-i zahiresine fevkalâde sureti itina gösterdi. Devamla, kıymetli levhalar, avizeler, kitaplar ve çeşitli sanat eserlerini hazırlatıp göndereceği sırada, bir levhada “Şah-ı şahan-ı cihan (Cihan Padişahı) Abdülmecid” ibaresini görünce derhal müdahale ederek o ibareyi, “Çâker-i Fahr-i Resul Abdülmecid” (Resulullah’ın kölesi Abdülmecid) olarak değişdirtti.  Sonra da şu kanaatını söyledi: “Ben kimim ki, Sultânu’l Enbiyâ Efendimiz Hazretleri’nin tahtgâh-ı risâletpenâhilerinde böyle evsaf ile yâd olunayım?” 
Bu ulvi tavır bize hiç yabancı değildir. Zira hatırlayalım ki, benzerini Mısır seferinde Yavuz göstermişti.   
 Annesi Bezmiâlem Vâlide Sultan da kendi kesesinden İstanbul’da Vakıf Guraba Hastanesi’ni yaptırırken, Kutsal Topraklar’a duyduğu sevgi dolayısıyla, aynı hastanenin bir benzerini de Mekke-i Mükerreme’ye yaptırmıştır.
  Mescid-i Nebevi’yi tepeden tırnağa yenileyen Padişah O’dur. Çünkü uzun zamandır tamir görmeyen Mescid-i Nebevi’ye, esaslı bir tamir gerekiyordu. Bunun için Osmanlı Maliyesini sarsması pahasına hiç tereddüt etmeyen Abdülmecid Han, mimar, mühendis ve ustalarını göndererek 13 yıl sürecek olan tamiratı başlatmıştır. 
Bu onarımda Mescid-i Nebevi’nin batı duvarı, minber ve mihraplar orijinal ve sağlam olduğundan buralara dokunulmamış, diğer her tarafı tepeden tırnağa yeniden inşa edilmiştir.  
Mescid’in Babü’s- Selam (Selam Kapısı),  büyük bir özenle yeniden en güzel şekliyle ve bugünkü hâliyle yapılmıştır. Bu esnada Mescid’e “Bâbü Abdülmecid” adıyla yeni bir de kapı ilave edilmiştir ki, bu kapı, bugün için daha sonraki genişletmeler sebebiyle, Mescid’in içinde kalmıştır.  
  Bu iş için, İstanbul ve Mısır’dan gönderilen malzemelerin dışında, tam 700.000(yediyüz bin) altın harcanmıştır. Daha önce Kanuni’nin yaptırdığı minareye, bu tamirat esnasında bir minare daha ilave edilmiş ve mescidin alanı da 10 940 m.kareye genişlemiştir.
Sıra Mescid-i Nebevi’nin iç tezyinatına ve duvar yazılarına gelince, Padişah derhal İstanbul’da geniş kapsamlı bir “Hat Yarışması” düzenletir. Bu geniş katılımlı ve zorlu yarışmayı Hattat Abdullah Zühdi kazanır ve hazırlıklarını tamamladıktan sonra, Padişah fermanıyla Medine-i Münevvere’ye gider.
Mescid-i Nebevi’nin Selam Kapısı üzerindeki yazı ve süslemeleri bitirdikten ve Osmanlı Tuğrasını da oraya nakşettikten sonra, üç yıl sürecek olan kıble duvarındaki yazıları yazmaya başlar. Mescid’in kıble duvarına bir baştan öbür başına kadar, dört sıra halinde o meşhur, mekemmel ve muazzam Hat sanatının en güzel örneklerini sıralar. Yukarıdan aşağıya doğru büyük bir dikkat ve itina ile ilk üç sıraya, Kur’an-ı Kerim’den Âl-i İmran ve Tevbe süresinden ayetler yazar. Dördüncü sıraya da Sevgili Peygamberimiz’in 201 adet ismini ve sıfatını derceder. Mihrapların yazılarını yazıp, önemli bölümlerin altın süslemelerini bitirir. 
Hz. Peygamber gül ile remzedildiği için, Hattat Abdullah Zühdi de, Mescid-i Nebevi’nin kubbelerini envâi çeşit gül resimleri ile süsler. Osmanlı’nın dünyada eşi bulunmayan o güzel ve nefis Anadolu çinileriyle tezyin de edilen Mescid-i Nebevi’nin, 1848 yılında başlayan tamiri, 1861’de bitmiş ve imar yenileme tamamlanmıştır. Fakat Sultan II. Abdülmecid, bunca yıldır hizmet götürdüğü ve canından çok sevdiği Peygamberi’nin Mescidi’nin nasıl olduğunu çok merak etmektedir.
 19. Yüzyıl ortalarında fotoğraf da yoktur ki, Peygamber Mescidi’nin bir resmi çekilsin. Padişahlar Hacca gidemedikleri için, yaptırdığı eseri görme şansı da yoktur. Aklına bir fikir gelir. Mühendis ve mimarlarına haber gönderir ve der ki: “Bâri Mescid-i Nebevi’nin bir maketini yapın da getirin göreyim. O’nunla avunayım, O’nunla hasret gidereyim. Hiç değilse O’nunla teselli olayım.”
 Bu emir üzerine, bugün Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emenetler dairesine girişte, hemen sol tarafta duran, Mescid-i Nebevi’nin maketi yapılır ve İstanbul’da Sultan Abdülmecid Han’a sunulur. Hasretiyle yandığı Hz. Peygamber mescidi’nin maketini görür görmez, adeta bir ok gibi yerinden fırlayan Padişah, önce abdestini alır, büyük bir edep içerisinde maketi alır, öper ve hürmetin bir ifadesi olarak başına koyduktan sonra, sımsıkı bağrına basar. Bir ömür boyunca duyduğu hasret, artık vuslata dönüşmüştür. Bu duygular içerisinde gözlerinden dökülen yaşlar, bir süre sonra hıçkırıklara karışacaktır. 
Mescid-i Nebevi maketini karşısına koyan ve önünde diz çöken Padişah, saatler boyunca gözlerinden yaşlar aka aka ve şefaat ya Rasülallah! Şefaat ya Rasülallah! Diye diye onu seyredecek, öpüp koklayacaktır. Bundan sonra ölünceye kadar ne zaman sıkılsa, ya da Hz. Peygamber’i hatırlasa Mukaddes Emanetler Dairesine koşacak, bu maketin karşısında Hz. Peygamber’e hürmetini ifade edecek ve gözlerinden inci mercan hiç eksik olmayacaktır. 
 Sultan Abdülmecid, Hz. Peygamber’e olan sevgisinin bir göstergesi olarak, pırlantalarla süslü som altından 48 kiloluk bir çift şamdan’ı Mescid-i Nebevi’ye göndermişti. Bu şamdanlar her gece Hücre-i Saâdette Sevgili Peygamberimizin baş ve ayak uçlarında yanar ve ışıl ışıl aydınlık verirlerdi.
 Padişah, 1857 yılında Kâbe-i Muazzama’nın çatısına konmak üzere bir tane “ Altınoluk” yaptırıp göndermişti ki, bugünkü gördüğümüz altınoluk odur. Yine bu devirde Hicr-i İsmail çevresindeki Hatim duvarı yenilenmiştir. Mescid-i Haram’in her köşesine bol miktarda direk dikilmek ve üzerlerine üç bin kadar da kandil yakılmak suretiyle, Mescid-i Haram aydınlatılmıştır. Bu arada yine onun devrinde ve 1856’da Şeyhülislam Arif Hikmet Efendi tarafından Mescid-i Nebevi’ye bitişik kurulan ve 6 bine yakın nadide yazma eser gönderilerek zenginleştirilen kütüphaneyi de hatırlayalım.   
  Sultan Abdülmecid, Müzdelife’de  “Meşar-i Haram” Camiini yaptırmıştı. Bugünkü mescid, aynı yere daha sonra Suudlar tarafından inşa edilmiştir. 
 Padişah, Peygamberimiz’in 632 yılında yaptığı Veda Haccı sırasında, Arafat’a kurdurduğu çadırın yerine de bir mescid inşa ettirmiştir. Mescid’in içinde ise, çadırın olduğu yer, özel bir şekilde işaretlenmişti. Şu anda bahse konu olan Osmanlı Mescidi’nin yerinde, “Nemire Mescidi” bulunmaktadır.
Medine-i Münevvere’de bulunan Kıbleteyn ( İki kıbleli) mescidi de 1857 yılında yenileten Abdülmecid Han, Mekke ve Medine’de bir çok hayır çeşmesi yaptıracak ve Mescid-i Nebevi’ye bir de masa saati gönderecektir. 
 Tanzimatı ilan eden ve pek çok yönü itibarıyla tam bir Batı hayranı olan, Sultan Abdülmecid aslında çok nazik ve içli padişahtı.  Allah(cc), Hz. Peygamber(sav) ve Kutsal Topraklar söz konusu olduğu zaman,  boynu kıldan ince idi. İmanı kavi bir müslümandı. Diğer bazı padişahlara şu malum çevreler tarafından atılan malum iftiralar, Peygamber sevdalısı bu Padişah’a da atılmaktadır. Ancak artık tarih şuurunu kavrayan asil milletimiz, akıllarını orakla çekicin bozduğu bu mirasyedilerin hezeyanlarına kulak vermemektedir.  Abdülmecid Han, Nakşi meşâyihinden Yanyalı İsmet Efendi’ye intisaplı idi.
Vefat etmeden önce iki şey istemişti. Birincisi, Sultan Selim Camii avlusunda,  ceddi Yavuz Sultan Selim’in yanına defnedilmek. 
Türbesinin Yavuz Sultan Selim’in türbesinden alçak yapılma kaydı ve şartıyla. İkincisi de, mensup olduğu tekke müridlerinin her hafta Cuma gecesi, türbesinin başında hatmi şerif okumalarını arzu etmek.  
Sultan Abdülmecid III. Ahmet ve II. Mahmut kadar olmasa da, iyi bir Hat sanatı ustasıdır. Yazdığı bir çok levhalar şimdi İstanbul’un camilerini süslemektedir. Padişah’ın Hat eserlerinden bir örnek, yukarıda görülmektedir. Bu eserde Abdülmecid Han, Yeniçerilerin Gülbank çekerken okudukları Saffat Süresinin 13. Ayeti’ni çalışmıştır. Metni ve anlamı şöyledir:
 “ Nasrun minallâhi ve fethun garib ve beşşir’il mû’minîn.”  (Allah’tan bir yardım ve yakın bir fetih (Mekke’nin fethi). 
(Ey Muhammed!) Mü’minleri müjdele!
 

Reklam
Mustafa Cilali


E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir