ÇANAKKALE RUHU

 

Tarihe not düşecek birçok kahramanlıklarla dolu destanı insanlığın efkârına okutmak biz atinin nesillerine düşmektedir. Bu bir vefa ve sahiplenmenin gereğidir.

        Bugün gazetesinde ‘o ruh ölürse sonumuz olur.’ röportajının içeriğinde de anlatıldığı gibi;  Çanakkale ruhunu 2013’ten değil, 1915’ten bakarak anlatmak gerekiyor. En iyi cevabı askerlere komuta eden Mustafa Kemal Paşa veriyor. “Size Bomba Sırtı Vakası’nı anlatmadan geçemeyeceğim. Müteakip siperler arasında mesafeniz 8 metre. Yani, ölüm muhakkak. Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. Hiç ufak bir fütur bile göstermiyor…
           Okuma bilenler, ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruhtur” diyor.

           İslami inancın en önemli etkisi, askerlerimizdeki şehitlik arzusunda kendisini gösterir. Bir asker şehit olmayı isterken onun annesi de oğlunun şehit olmasından dolayı mutluluk içindedir. İzmir'in Bayındır Kazası'na bağlı, Hamidiye Köyü'nden şehit Ömer Onbaşı'nın annesi Habibe Hanım,  oğlunun şahadet haberini alınca Enver Paşa'ya "Kumandan Beyefendim" diye başlayan bir mektup yazıyor. Mektupta, hürmetlerini ifade ettikten sonra, "Oğlum Ömer Onbaşı'nın şehit olduğuna dair mektubunuzu kemal-i ta'zim ile aldım, tekrar-be-tekrar okudum ve pek çok sevindim. Sevindim ki şehit validesi oldum" diyor. Cephede böyle düşünen, cephe gerisinde de böyle düşünen bir milleti dünyada hiçbir kuvvet yenemez.

           Çanakkale başta dil olmak üzere, etnik birtakım hususlarla ilgili tartışmalar için çok önemli bir çözüm adresidir. Ali Rıza Seyfi isimli şair, şiirinde Çanakkale'yi anlatırken,  "Arap, Çerkez, Laz ile Kürt tatlı canı vermez mola/Cennetlere girmez mola/" diyor. Köyünden çıkıp gelen bir Kürt acaba orada hangi dili konuşuyordu? Çanakkale üzerinden bu meselelerin okumasını yapacak olursak, cephede ve siperde yanımızdaki diller ve karşımızdaki diller vardı. Kürtçesi, Lazcası, Çerkezcesi, Osmanlı Devleti'nde konuşulan bütün diller cephede, yan yanaydı. Orada, kafalarda bir ayrılık, gayrılık yok. Çanakkale denildiği zaman milletimizin her bir ferdi, "O zaferde benim dedemin, atalarımın da payı vardır" diyebilmekte. Çanakkale’de milletimizin fertleri arasında hemen hemen hiçbir ihtilaf söz konusu değildir, milli mutabakatın adresidir.

           Çanakkale Savaşları'nın bir öncesine bir de sonrasına bakmak gerekir. Öncesinde Balkan Savaşı var. Balkan Savaşı'nın başında Osmanlı Ordusu'nun kısa sürede büyük bir hezimete uğrayıp, "Rumeli'ye elveda" diyeceğini hiç kimse düşünmüyordu. Selanik'te 400 yıldan fazla kalan ordumuz, ne hazindir ki çok kısa bir süre içerisinde Selanik'i, savaşmadan terk etmek zorunda kaldı. Çanakkale'de ise Balkanlar'daki hatalar tekrar edilmedi. Kısaca, Balkanlar biraz da içimizdeki tefrika sebebiyle kaybedilirken, Çanakkale birlik ve beraberliğin zaferi oldu.

           Askerlerimiz, Çanakkale'de bir bakıma Balkan yenilgisinin alna vurduğu lekeyi temizlemek için büyük bir mücadele vermişler. Hamdullah Suphi, Çanakkale Cephesi'ni savaş sırasında ziyaret edenlerden birisi. Hatıralarında anlattığına göre, yolda giderken, Kayserili Hüseyin Çavuş isimli bir askere rastlar, Hüseyin Çavuş'un iki ayağı da yara bere içerisindedir. Yürümekte çok zorlanarak savaş alanına doğru ilerlerken, Hamdullah Suphi'ye, "Efendi, Selanik'te Yunanlılara esir düştüm, bize ayaklarımızla kireç ezdirir, sonra suya sokarlardı. O zaman intikamımı almaya yemin ettim. Şimdi yürüyemesem bile, yolda düşsem, beni sedyeye koysunlar, muharebeye gideceğim. Orada gördüğüm hakaretin intikamını alacağım" diye cevap verir.

            Hüseyin Sabri isimli bir asker de cepheden İstanbul'a yazdığı mektubunda, "Balkan Muharebesi'nde pâk nâsiyemize haksız bir surette sürülen o lekeyi hamd olsun kanımızla sildik, temizledik" diyor. İbrahimoğlu Ömer isimli bir askerin şiirinde, "Allah'a çok şükür gördük bugünü/Mazinin kalmadı lekeli günü/Hep sildik, şan aldık, yaptık düğünü/Şeref ü şanımız tuttu cihanı" mısralarını görüyoruz.

            Çanakkale savunması bir bakıma İstanbul'un savunulmasıdır çünkü düşmanın hedefi İstanbul'dur. Sadece Osmanlı coğrafyasının değişik yerlerinden değil İstanbul'un bütün gençleri, öğrenciler, cepheye koşmuşlardır.

             Çanakkale'ye "gençlik müdafaası" da denir. O yıllarda Fatih Medresesi Müderrisi olan Hasan Fehmi Bey, "Çanakkale 25 bin talebemi yedi" diyor.  Yine, o zamanın en itibarlı okullarından Galatasaray Lisesi'nin kimi sınıfları hiç mezun vermemiş, çünkü bu savaşta şehit olmuşlar. Mustafa Nihat Özön'ün anlattığına göre, bir kısım liselerin de mezun edecek son sınıf öğrencisi olmadığı için lise ikinci sınıf öğrencileri üniversiteye kabul edilmek durumunda kalınır. Çanakkale'de mekteple cephe de birleşmiştir.

             Neslimizin ve nefsimizin geçmişi en iyi şekilde tanıyıp, geleceğe geçmişin ışığıyla yön vermesi en büyük temennimizdir.

                Aydın OSMANOĞLU

 

 



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir