“Çekin artık elinizi ekmeğimizden, aşımızdan”

 

Bilecik Defterdarlığı önünde, Türkiye Kamu-Sen Basın açıklamasının ardından BES Bilecik İl Temsilcisi Özgür Algan tarafından yapılan açıklama şu şekilde:

“Bugün kamu emekçileri olarak bizimle dalga geçenlere, 2012’nin Türkiye’sinde bizi hala kapı kulu olarak görenlere en iyi cevabı vermek için grev hakkımız kullanıyoruz. “Grev hakkınız” yok tehditlerini boşa çıkaran yüz binlerce kamu emekçisi bugün tüm Türkiye’de hayatı durdurmuş durumda. Dağın fare doğurmasını bekleyenler dışında herkesin, kamu emekçilerinin, işçilerin, emeklilerin yürekleri bugün bizimle çarpıyor.

            12 Eylül 2010 referandumu öncesinde kamu emekçilerine “artık sizler de toplu sözleşme yapacaksınız, haklarınızı koruyacaksınız” diyenler, her zaman olduğu gibi sözlerinde durmamıştır. Referandum sürecinde “nikah masasına otururken bile böylesine iştahla “EVET” demedik” diyenlerin kamu emekçilerinin karşısına çıkıp özür dilemesi gerekmektedir.

            Sadece adı toplu sözleşme olan bu sistemin yürümeyeceği zaten başından belliydi. Grev hakkının olmadığı bir toplu pazarlık sistemi olur mu? İşverenin, çalışanına hangi konularda talepte bulunabileceğini belirlediği, son kararı kendisinin verdiği bir toplu pazarlık sistemi dünyanın neresinde var?

            İşveren sadece sizi dinleyecek, hatta dinliyor gibi gözükecek. Sonra da “sana verdiğimle yetin daha fazlasını istemeye hakkın yok. Grev yapmaya da hakkın yok” diyecek. Uluslar arası hukuktan doğan anayasal hakkımız, Grev hakkımız, yasal güvence altına alınmayacak. Son söz 11 üyesinin 6’sı hükümet tarafından atanan Hakem Kurulu’na verilecek. Buna da toplu pazarlık denilecek. Dünyanın neresinde görülmüş böyle bir toplu pazarlık?

İşte sendikaları, kamu emekçilerini yok sayan bu sistemde başlatılan görüşmelerde hükümet dalga geçercesine 4,5 milyon kamu emekçisine ve emekliye 2012 yılı için önce %3,3, 2013 yılı için %2+3 maaş zammı teklif etmiştir. Üstelik komisyon toplantılarında gündeme getirdiğimiz ekonomik, sosyal, özlük ve demokratik sorunlara ilişkin hiçbir öneri sunmamış, sendikaların tüm taleplerini görmezden gelmiştir. Görüşmelerin son gününde sadaka teklifine birkaç kuruş daha ekleyen hükümet 2012 teklifini %3,5+4, 2013 teklifini de %3+3 olarak yenilemiştir. Günde ancak bir simit parasına denk gelen, maaşlarımızda aylık olarak ortalama 45-50 TL artış öngören teklifleriyle kamu emekçilerine, emeklilere verdikleri değeri bir kez daha göstermişlerdir.

            Milyonlarca insanla dalga geçen teklifini “bütçe olanakları bu kadar, mali disiplini bozamayız” diyerek savunan hükümetin ileri sürdüğü hiçbir gerekçe kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır.

            Toplu sözleşme görüşmeleri göstermiştir ki, ortada sadece sınıfsal bir tercih vardır. Hükümet tercihini kamu emekçilerinden, emeklilerden yana değil, bugüne kadar olduğu gibi sermayeden yana kullanmıştır. Son teşvik paketinde patronlara bir seferde 3 Milyar TL teşvik paketi açıklanması bunun ispatıdır. İşsizlik sigortası fonundaki paraların patronlara aktarılması bunun ispatıdır.

            Hükümet her zaman olduğu gibi, patronlara gelince “bonkör”, kamu emekçilerine gelince “cimri” olmayı sürdürmektedir. Her fırsatta ekonomik büyüme rakamları ile övünenlerin bu büyümeden pay istediğimizde birden küçülmeleri bu yüzdendir.

            Biz yıllardır emekçilerin, işçilerin talepleri karşısında “ hepimiz aynı gemideyiz. Sizin taleplerini karşılarsak halk mağdur olur, gemi batar” masallarını duymaktan artık bıktık. Evet, bazılarının gemicikleri olsa da aynı gemideyiz. Ancak bu gemide bazıları özel kamaralarda lüks bir hayat sürerken, emekçilerin kazan dairesine kapatılmasına artık yeter diyoruz. Gemini yol almasını sağlayan, kazan dairesinde canhıraş çalışan emekçilerin geminin batmasıyla tehdit edilmesini kabul etmiyoruz.

            Ya taleplerimizin karşılanması halinde halkın mağdur olacağını söylemelerine ne demek gerekir? Kimdir bu halk?

            Halk, bu ülkenin açlık sınırına yakın yoksulluk sınarına uzak bir yaşama mahkûm edilen kamu emekçileri değil midir?

            Halk, yıllarca emeği sömürdükten sonra unutulan, sefalete itilen emekliler değil midir?

            Halk, kar hırsı yüzünden gerekli önlemler alınmadan çalışmaya zorlandığı için binlerce iş cinayetlerine kurban edilen, kıdem tazminatlarına bile göz konan işçiler değil midir?

            Halk, açlık sınırının 1.050 TL olduğu koşullarda 751 TL’lik kölelik ücretinin reva görüldüğü milyonlarca asgari ücretli değil midir?

            Halk, yaşam alanları HES’lerle talan edilen, gübre, mazot parası bulamadığı için tarım yapamaz hale getirilen köylüler değil midir?

            Halk, sırtına binen vergi yüküyle can çekişen küçük esnaf değil midir?

            Bizce halk toplumun %99 oluşturan bu kesimdir.

            Halka yabancı olanlara, halkı tanımayanlara sesleniyoruz. Halk biziz. Bu halk kendisini mağdur edenleri, yok sayanları biliyor. Yunanistan’da, İspanya’da, İtalya’da olduğu gibi dünyanın her yerinde krizi halkların değil, halkları sömürenlerin yarattığını herkes biliyor.

            Bakmayın bilmezden gelmelerine, halkın kim olduğunu onlar da çok iyi biliyorlar. Onların orta vadeli planları da uzun vadeli planları da halkı, emekçileri yan yana getirmemek üzerine kuruludur. Emekçilerin bir araya gelmesinden öylesinde korkuyorlar ki; büyük usta Nazım Hikmet’in dediği gibi;

            Şafaktan korkuyorlar dostlar

Görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar.

            Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan,

            Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar.

            Sevmekten korkuyorlar,

            Tohumdan ve topraktan korkuyorlar.

            Ne ıskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli,

            Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine.

            Umuttan korkuyorlar

            Umuttan korkuyorlar dostlar umuttan,

            Korkuyorlar, türkülerimizden korkuyorlar,  

           

            Şafaktan, sevmekten, türkülerimizden ve her şeyden önce umuttan korkanların bı korkusuna defalarca şahit olduk. Grevli toplu sözleşme, insanca bir yaşam talebiyle gerçekleştirdiğimiz 21 Aralık grevimizde o korkuyu gördük gözlerinde.

            Temel eğitimi bile paralı hale getiren, ekonomiye ucuz işgücü sağlamak için çocuk işçiliğinin önünü açan, kız çocuklarını eve hapsetmeyi amaçlayan 4+4+4 yasasına karşı 28-29 Mart eylemlerimizde ortalığı savaş alanına çevirenlerin gözünde aynı korku vardı.

            Milyonların açlığa, yoksulluğa öfkesini haykırdığı 1 Mayıs’ta da hepimiz bir kez daha tanık olduk gözlerindeki o korkuya.

            Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar korkarlarsa korksunlar, bugün Türkiye’nin dört bir yanında zulmün kayalarına vurmaya başlayan grev dalgaları, emekçilerin birleşik gücünün önünü açıyor. Bugün grev önlüğü giyip halaya duranlar yarın tüm ülkeyi bayram yerine çevireceklerinin müjdesini veriyor.

            “Çekin artık elinizi ekmeğimizden, aşımızdan” diyen milyonlar, önlerindeki her engeli kararlılıkla aşmaya hazırlanıyor. Bugüne kadar ortaya koyduğu mücadele ile milyonların taleplerini ve beklentilerini kararlılıkla savunan KESK, bu onurlu mücadele yeri almaya hazırdır.

            Kamu emekçilerinin taleplerini ve iradelerini yok sayan, geleceği ipotek altına almaya çalışanların oyunu bozmaya kararlıdır.

            Bizlere tek teminat şiddet, baskı ve daha fazla yoksulluk olanlara karşı bizim teminatımız fiili meşru mücadele geleneğimiz olmaya devam edecektir.

            Tüm emekçileri, işçileri, halkımızı, yoksulluğun, sefaletin, baskıların karanlık dünyasına karşı mücadele içinde birleşmeye ve geleceğimize hep birlikte sahip çıkmaya çağırıyoruz.

            YAŞASIN EMEKÇİLERİN BİRLEŞİK MÜCADELESİ!

            YAŞASIN GREVLİ TOPLU SÖZLEŞME MÜCADELEMİZ!

            YAŞASIN İNSANCA BİR YAŞAM MÜCADELEMİZ!

                                                    

ZEYNEP KILBAHRİ

 



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir