CENNETÜ’L- BAKİ

 

Cennetü’l-Baki’yi ziyaret etmeden önce, Medine-i Münevvere’deyiz madem, bir de umre yapalım. “Olur, mu Hocam?” dediğinizi adeta duyar gibiyim. Çünkü Umre, Mekke-i Mükerreme’de yapılır. Doğru. Mikat yerine gidip iki rekat namaz kılınır ve umreye niyet edilir. Ardından tekbir, tehlil ve salevatlarla ve Lebeyk duasını sürekli okuyarak Kâbey’e varılır. Tavaf ve Sa’y yapılır, ardından traş olunur ve umre tamamlanır. 
Fakat biz Medinede de umre yapabiliriz. Nasıl mı? Gayet kolay. Peygamber Efendimiz’in bir hadisi var. Buyurur ki: “Her kim abdestini alır ve temiz olarak mescid-i Kuba’ya gelir ve orada bir namaz kılarsa ona bir umre sevabı verilir.”
İslam âlimleri işte Medineliler’in umresi de budur demişler. Hz. Peygamber de her Cumartesi günü Kuba’ya giderdi.
  Şimdi “Cennetü’l- Bâki” ‘yi (Medine Kabristanı) ziyaret edebiliriz. Zira tam 10 bin sahabe burada medfun bulunmaktadır. Peki Allah Rasülü 632 yılında veda haccı yaparken, Arafatta tam 120 bin hacıya veda hutbesi okumuştu. 100 bini aşkın sahabe’nin kabirleri nerede acaba? Onların çoğu cihat ve gaza için mücadele verirken dünyanın değişik yerlerinde  şehit düştüler. Mesela Eba Eyyüp El-Ensari İstanbul’da, Bilal-ı Habeşi Şam’da vs.
Cennetü’l-Bâki’yi görünce beyninden vurulmuşa dönen ve kabristanı, “ Korkunç! Üzerinde, insan kafaları biçiminde, zamanla oyulmuş ve süngerleşmiş taşların sırıttığı bir taş tarlası” diye tasvir eden Necip Fazıl, gözlemine şöyle devam ediyor: “Elimde olsaydı kapısına tam 11 kelimelik bir kitabe yazdırırdım: Burada, O’nun nuruna ayna, ümmet çerçevesinin ilk örnekleri yatıyor!   Dünyanın en ince ve derin kadınlarından biri, Peygamber kızı ve nur neslinin yürütücüsü Hz. Fatıma’yı, mukaddes babasının ebediyeti kucakladığı anda: “bana ilk kavuşacak sensin” ihtarları üzerine, gözyaşlarını tebessüme çevirirken hayal ettim…
Ve ölümü yaklaşınca gelinlik elbiselerini giyip”ben yıkandım ve giyindim; beni böylece defnediniz” derken… Hz. Aişe’den Hz. Osman’a kadar her lahit karşısında onların hayat demeye değer ömürlerinden çizgiler, renkler ve sesler alarak dua ahengine ağladım, ağladım, ağladım. Bana bu hassasiyeti aşılamakta, delil Arap Bedevi’nin yapmacıksız gönülden sesi yardımcı oldu.”
  Bayanlar bu kabristana alınmıyor. Şimdi biz hep birlikte 10 bin sahabenin medfun bulunduğu Medine Kabristanı’nı ziyarete başlayalım. Kısaca Bâki de denen Kabristan’dan içeri giriyoruz ve sol tarafa bakıyoruz. Peygamberimiz’in üç kızı Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Zeynep’in mezarlarını görüyoruz. Ziyarete devam edersek, Rasülüllah’ın amcası Hz. Abbas’ın mezarıyla karşılaşırız. Hemen biraz ilerisinde de Peygamberimiz’in biricik kızı Hz. Fatıma’nın kabri var.
Daha da ileride Hz. Fatıma’nın büyük oğlu Hz. Hasan ve onun yanında da Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Âbidin’nin mezarı bulunmakta. Zeynel Âbidin hazretleri çok hayırsevermiş. O gün için Medine’nin fakir aileleri her sabah kalktıklarında kapılarının önlerinde bir çuval erzak bulurlarmış. Fakat kimin getirdiğini bilmezlermiş. Bir sabah kalktıklarında kapılarının önünde erzak olmadığını görmüşler. Bir de öğrenmişler ki, Zeynel Âbidin hazretleri vefat etmiş. 
Meğer yıllar boyu o erzakları getiren o imiş. Cenazesini yıkarken, o yükleri taşırken oluşmuş sırtında kocaman bir nasır görmüşler.   Evet! Onlar işte böyle yaşadılar. Ya biz!!! Kabristanı ziyaret ederken bunları düşünmek gerek. Kendimize bir çeki düzen vermek ve hayır hasenata yönelmek gerek.
12 İmam’dan Zeynel Âbidin’in oğlu Muhammed Bakır ve oğlu Caferi Sadık da yan yana ebedi istirahatgahlarında ve Zeynel Âbidin’in yanı başında yatmaktalar.
Sol tarafta Peygamber Efendimiz’in eşlerine ait mezarlar yan yana dizilmiş vaziyette. En başta da Hz. Âişe vâlidemiz. Allah Rasülü’nün : “Dininizin üçte birini Hümeyra’dan öğreniniz” dediği mübarek kadın. Rasülüllah’ın can yoldaşı Hz. Ebubekir Efendimiz’in kızı ve 2210 hadis rivayet eden âlime bir anamız. Eşi Hz. Muhammed(sav)in vefat ettiği yaşta vefat eden, Allah’ın sevdiğinin sevgili eşi.  
Bu noktadan tekrar geriye doğru gelirsek Peygamberimiz’in halaları Safiyye, Akika ve Ümmü Benün isimli halalarının mezarlarını görürüz. İleri devam ettiğimizde ise, orada da Ebu Talib’in oğlu ve Hz. Ali’nin kardeşi Âkıl Bin Ebu Talib’in, hemen yanında da Peygamberimiz’in sütkardeşi Sufyan Bin Haris’in kabirleri var. 
Daha da ilerlediğimizde sol tarafta, dört mezhep imamından biri olan İmam-ı Mâlik’in ve   Şeyhül Kurra Nafi’nin mezarları yan yanadır. 
Güzergâhımıza devam ettiğimizde Peygamberimiz’in 1,5 yaşında iken vefat eden ve oğlunun vefatında gözyaşlarına hakim olamadığı İbrahim’in yatmakta olduğunu göreceğiz.
Devamında ise, Uhut Şehitlerine ayrılmış bir alan bulunmaktadır. Peki Uhut şehitlerinin burada ne işi var? Uhutta zaten bir şehitlik varken diyebilirsiniz.
Uhut savaşında şehit düşen 70 kadar sahabe, 625’de Uhut Dağı’nın eteklerine defnedilmişlerdi. Ancak aradan uzun yıllar geçtikten sonra, Medine’de o kadar bol yağmurlar yağmış ve öylesine coşkulu seller akmış ki, işte o zamanki sellerin etkisiyle aşındırdığı topraktan şehit cesetleri ortaya çıkmış.  Bir de görmüşlerki şehitlerin hâlâ yaralarından kanlar akmakta ve cesetleri taptaze durmaktadır. İşte bu hadiseden sonra, şehitlerin bir kısmı bu gün ziyaret ettiğimiz Uhut’taki şehitliğe, bir kısmı da Medine’ye getirilerek işte buraya defnedilmişlerdir. Uhut Şehitlerini de ziyaret edip ruhlarına Fatihalar göndererek yolumuza devam edersek, karşımıza Peygamberimiz’in, Nübüvveten ve hicretten sonra, her Medine’ye gelişinde ayağa kalkarak, sırtındaki ridayı çıkarıp yere sererek “buyur anacığım otur” diye hürmet gösterdği ve ikramlarda bulunduğu sütannesi Hz. Halime’nin kabri çıkar. 
İşte o noktada beyin zorlanmalı ve Allah Rasülü’nün ömrü boyunca süt annesine gösterdiği bu hürmeti, acaba bizler ana ve babalarımıza gösterebiliyor muyuz? Diye tefekküre dalınmalıdır.
 Peygamberimiz’in iki kızıyla evlenen ve “Zinnureyn” denen, İslam’ın III. Halifesi ve çok çok bağışlayan zengin Hz. Osman’ın kabri’ni de ziyaretten sonra, vefatında Peygamberimiz’in : “Bu gün benim annem vafat etti” dediği,  mübarek kadın Fatıma Bin Esed’in mezarı bulunmaktadır. Ebu Talib’in hanımı olan Fatıma b. Esed, küçük yaşta öksüz ve yetim kalan Hz. Muhammed(sav)e analık yapmış eli öpülesi bir kadındır. 
Her Müslüman kadına örnek mübarek bir anamızdır O. Öksüzlere ve yetimlere nasıl sahip çıkılması konusunda, en güzel dersi dünyaya veren fedakâr bir annedir O…
Son olarak ziyaret edeceğimiz mezar da, büyük muhaddislerden Said El-Hudri’ye aittir.  
Allah Rasülü bu kabristan için: “Bizim şu Bâkiyyu’l- Garkad mezarlığına her kim defnedilirse kıyamet günü ona şehâdet ve şefaat ederiz” buyurmuş ve kendileri de sık sık  bu mezarlığı ziyaret etmişlerdir. 
Artık Medine-i Münevvere’den ayrılma vakti geldi. İhramlarımızı giyiyoruz ve Mekke’ye doğru yola çıkmadan önce, makamında Rasülüllah’a veda ziyareti yaptıktan sonra  arabalarımıza binip Mekke’ye doğru “Hicret yolu”na koyulacağız. 
2008’de gittiğim ve şahsen yaşadığım bu veda anını sizlerle paylaşmak istiyorum. Rasülüllah’a kerhen veda etmeye giderken içimde esen fırtınalar eşliğinde, hafızamda büyük Şair Dr. Muhammed İkbal canlanıyordu ve Lahorda 100 bin kişiye hitap ederken diyordu ki: 
  “….Dün gece melekler beni Hz. Peygamber’in huzuruna götürdüler,
Hz.Peygamber buyurdu:
“Ey Hicaz bahçesinin bülbül’ü!
Söyle bana ne gibi bir hediye getirdin?”
(Dedim): “Ya Muhammed (sav) dünya’da yok rahatlık,
Bütün özlemlerimden umudumu kestim artık..
Varlık bahçesinde binlerce gül, lâle var;
Ama ne renk, ne koku, hepsi de vefasızdır,
Yalnız bir şey getirdim, kutlanmış tekbirle,
Bir şişe kan ki, eşi yoktur Cennette bile,
Bu senin ümmetin namusudur, irfanıdır, şerefidir, vicdanıdır,
Bu Trablusgarb ve Çanakkale şehidi , Mehmetciğin kanıdır..” 
İkbal’den bu coşkulu sözleri dinleyen Lahor meydanındaki o insanlar, sözkonusu Allah’ın Rasülü ve Onun ümmeti olunca, neleri varsa ortaya koyuyorlar ve bize yardım gönderiyorlardı. ,  
Fethullah Gülen Hocaefendi de bir sohbetinde: “Eğer bu şartlarda ben huzura çağrılsaydım ve bana ne armağan getirdin diye sorulsaydı şöyle derdim” diyor. 
“Ya Rasülallah! 
Asırlar var ki, sana takdim edeceğimiz bir hediyemiz yoktur. Benim gibi gedalar, senin gibi bir Sultan’a ne hediye verebilir? Ama yine de ben sana, geceleri günahlarına ve âlem-i İslam’ın derdine ağlayan insanların gözyaşlarını getirdim.”
Düşünüyordum. Tekrar tekrar yine düşünüyordum. Zonk zonk eden beynim çatlarcasına düşünüyor ve Sultanlar Sultanına kan ve gözyaşı gibi billur hediyeler sunan Sultanlar yanında küçülüyor, küçülüyor ve kendimden utanıyordum. Elinde avucunda günahtan başka bir şey bulunmayan bu fakire tevcih edilse aynı süal, verecek cevabım olamayışına yanıyordum.
Bize de ancak Tahiri Mevlevi gibi bir takdim kalıyordu:
"Eli boş varılmaz varılan yere, 
Boş gelmedim yâ Râb, ben de suç getirdim! 
Dağlar çekemezken o ağır yükü, 
Sırtımda iki büklüm pek güç getirdim…" 
 Acizane ben de Rasül-ü Ekrem için yıllar önce kaleme aldığım “İsterim Ya Rasülallah” başlıklı bir nât-ı şerifimi onun huzurunda okumayı ve mahcubiyetimle birlikte saygıyla iki cihan güneşini selamlamayı uygun buluyorum. Kısık sesim ve heyecanlı nefesim ile başlıyorum okumaya: 
Seni her sesimde, her soluğumda
Anmayı isterim ya RASÜLALLAH. 
Ardına düşüp o çölde, o kumda,
Yanmayı isterim ya RASÜLALLAH.
 
 Ümmetin olmayı arz eder özüm,
Hasretliğine yaş akıtır gözüm,
Gezip dolaştığın yerlere yüzüm,
Sürmeyi isterim ya RASÜLALLAH. 
 
Yapayım ki hayır peşimde olsun, 
Hak yolda kırılan dişim de olsun
Sağken göremedim düşümde olsun,
Görmeyi isterim ya RASÜLALLAH…
 
Hangi fani dertsiz ve ıstırapsız,
Olmaz mü’min Hakla hiç irtibatsız
Verdiğin mesaja kayıtsız, şartsız,
Uymayı isterim ya RASÜLALLAH.
 
Tebliğ ettin kula din hukukunu,
Bir yay olup, harpte atsam okunu,
Ravzandaki buram buram kokunu,
Duymayı isterim ya RASÜLALLAH.      
 
Hurma ağaçların dal dal tomurcuk,
Sana hasret gözler hep boncuk boncuk
Başın okşadığın yetim bir çocuk,
Olmayı isterim ya RASÜLALLAH.
 
Huzur bulur insan ancak bu dinde,
Sevgin ebediyyen kalacak zinde,
Gonca, gül olsam da, senin izinde,
Solmayı isterim ya RASÜLALLAH.
Medine çıkışında mikat yeri olan Zülhuleyfe’ye varıyor ve orada mola verip mescitte iki rekat umre namazı kılıyor ve yapacağımız umreye niyetlenerek “Lebbeyk Allahümme lebbeyk! (Buyur Allah’ım buyur!) Telbiyeleri, tekbirler ve tehliller eşliğinde,  yaklaşık 400 km’lik uzaklıktaki Mekke’ye ve Kâbe’ye doğru hareket ediyoruz.
 


E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir