GENÇLİĞİMİZ GELECEĞİMİZDİR

 

Gençlik, ömrü boyunca insana sadece bir defa verilen, kıymeti hiçbir şeyle ölçülemeyen, ama takdir noktasında ise insanların umumen yanıldığı temel ilahi sermayelerden biridir. Gençlik, bir milleti geleceğe taşıyan bir umut köprüsüdür. Bu köprünün milleti geleceğe emin bir surette taşıyabilmesi için, ayağının birinin mazide, diğerinin atide(gelecekte) olması gerekir.

                                                                                                            

Milletini geleceğe taşımaya aday bir genç, cemiyetin huzuru için fedakar; diğer insanların mutluluğu adına da feragat sahibi olmalıdır. Bu da her şeyden önce, o gencin adanmış bir ruha sahip olmasıyla mümkündür. Bu ruh haline ise ancak; “bütün insanlar mutlu olsun, kalırsa bir hisse, o da benim olsun” ifadesinde kendini bulan derin bir şuur ve engin bir idrak  anlayışı ile ulaşılabilir. Sözün kısası, gaye ve hedefi olan bir genç, işlerin daima rahat yürümesi için, teklif veya zorlama olmadan, gönül rızası ile odunun kalın başına geçmeyi kendine şiar edinmelidir. İşte böyle bir gençlik, bir milleti istikbalde güneşten daha parlak bir aydınlığa taşıyabilir, gözünü aydın edebilir. Böyle ulvi hedeflere kendini kilitleyen bir genç ve gençlik de, gönüllerde hakettiği yeri almış olur. Aksi takdirde gününü gün etme bahtsızlığının pençesine düşerek, ruhunu öldüren, geleceğini söndüren bir gencin, ne kendini ne de milletini geleceğe taşıması mümkün değildir. Bu tip bir genç ve gençlik, gölgesinin dünyadan silindiği gün, kendi de silinir gider. Bu hakikati şöyle dile getirmişler: “Madem ki didinmez, etmez, uğraşamazsın. iksir-i beka içsen, emin ol yaşayamazsın” Yani kendini değerler insanı olarak yetiştirmez, iyilikleri yayma, kötülükleri bertaraf etme gibi diri bir ruha sahip olamadığın takdirde, seni ölümsüz kılacak bir su bile içmiş olsan, yine yaşayamaz, ölürsün. Çünkü insanlar, adlarıyla değil; eseriyle yaşarlar.

 

Milletini geleceğe taşıyacak bir genç, önce kendini iyi yetiştirmeli ve içinde yaşadığı çağın ruhunu doğru okumalıdır. Bunun için bir gencin, şahsiyet dünyasını ilim, iman ve helal lokma dediğimiz bu üçlü saç ayağı ekseninde inşa etmesi gerekir. Aklını fen bilimlerinin nuru ile aydınlatmalı, kalbini dini ilimlerin nuru ile parlatmalı, midesini helal lokma ile beslemeli, önce kendi iç dünyasında, kendi gönül fethini gerçekleştirmelidir. Daha sonra, mazinin derin köklerine bağlı kalarak,  atinin ufuklarına kucak açarak, cemiyeti yeni ufuklara taşıma şevk ve heyecanını ruhunda her daim diri tutmalıdır. Bu da ancak, kalp ve kafa uyumu ile gerçekleşebilir.  Bir kuş nasıl ki iki kanadı ile uçarsa, cemiyeti geleceğe taşıyacak genç de, ilim ve iman kanatları ile istikbalin ufuklarına doğru kanat çırpabilir. İman ve ilim dediğimiz bu iki kanattan birinin ihmal edilmesi demek, uçan bir kuşun kanadını kırılması demektir.   

 

Milletini geleceğe taşıyacak bir genç, ilim, ahlak ve helal lokma ile kendini inşa etmediği takdirde önce iç aleminde kendi Firavun’u olan nefsinin kurbanı olacak; daha sonra dış alemde kendini kurban etmeyi bekleyen diğer Firavun’ların kurbanı olmaktan kendini kurtaramayacaktır. Bu hakikate ve tehlikeye dikkat çekmek için Cenab-ı Hak ayeti celilede: “Hani, sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık” buyurarak her zaman ve her devirde, nesillere acımasızca kıyan, onların istikbal ufuklarını karartan Firavunlara dikkat çekilmiş, bunlara karşı insanlar uyarılmış, Firavun celladının kılıcına boyun uzatmama noktasında insanlar ikaz edilmiştir.       

 

Böyle dehşetli bir tehlikeden emin olma adına herkes ve her genç, dünyasını etrafında şekillendirdiği değerler adına bir kez daha gözden geçirmelidir. Güneşiniz ne ise etrafında dönen dünyanız da odur sözü, peşinde koştuğumuz, yolunda coştuğumuz değerleri bir kez daha sorgulama ve gözden geçirme adına bir vesile olmalıdır. Değerler dünyamız, bizim gözümüzü aydın edecek, cemiyetimizin istikbalini aydınlatacak bir ilim ve irfan yumağı olma hususiyetinden mahrum ise,  başımızı iki avucumuzun arasına alıp düşünmeliyiz. Zira hakikatin nuru ilim ve irfanın izdivac etmesiyle, beraber olmasıyla parlar. Aksi takdirde cehaletin karanlığı bütün ufkumuzu tutacak, şehvet, şöhret, tüketim çılgınlığı, uyuşturucu, alkol, kumar ve daha sayamadığımız bir sürü kötülük, birer Firavun kılıcı olacak, cehaletin karanlığında boynumuza inecek, bizim ruhumuzu öldürecek, içinde yaşadığımız toplumun da istikbal umudunu söndürecektir.                                                                     

 

Milletini geleceğe taşıyacak bir genç; Hz. Adem gibi, hatası yüzünden cenneti bile kaybetse, Allah’ kapısından ayrılmayacak kadar imanında sadık; Hz.İbrahim gibi, Allah’ın “dostum” iltifatına mazhar olacak derecede Allah’a yakınlık kazanmasına rağmen, “Ölüleri nasıl diriltirsin, bana göster” diyecek kadar araştırmacı bir ruha sahip, kabiliyet katili taklitten uzak; Hz. Davut gibi elinin emeğinden başkasına tenezzül etmeyecek kadar izzetli, miskinlik ve el açma zilletinden uzak; Hz. Meryem gibi meleği gördüğünde bile: “Allah’tan korkuyorsan, senin şerrinden Allah’a sığınırım” diyecek kadar haya ve edep sahibi; üstün ahlakın canlı örneği Hz. Muhammed s.a.v. gibi, ana-babasının koyduğu Ahmet, Mehmet; Ayşe, Fatma isimlerinin yanına, üstün ahlakın temel taşı olan “Emin” ismini hal ve hareketleriyle, edep ve terbiyesi ile kendine ikinci bir isim olarak koyduracak üstün bir ahlaka sahip olmalıdır. 

 

Sonuç olarak, kendini ve içinde yaşadığı cemiyeti geleceğe taşıyacak genç, aklı ile maddeyi, kalbi ile manayı fethetmeli,  midesini helal lokma ile beslemelidir. Bu üçlü saç ayağını kurabildiği takdirde, gençliğimiz, geleceğimiz olacaktır. Hayırlı cumalar efendim.                        

Mevlüt GÜDER

Bilecik İl Vaizi    



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir