HAC ARAFATTIR

 

Arafatta Allah Rasülü Veda Hutbesi’ni okuyor ve son olarak da: “ Allah’ım! Sen şahit ol diyor ve bunu üç kez tekrar ediyordu. Kıbleye dönmüş olarak o günün akşamına kadar burada dua dua Rabbine yalvarıyordu. Nur insan, nurdan bir heykel gibi Rabbinden rahmet diliyordu.
Ve yine Arafatta Cibril-i Emin gelmiş Rasülüllah üzerinde vahiy emareleri belirmişti; Belliki yine Allah’tan bir mesaj vardı.’Bugün ben sizin dininizi tamamladım. Size olan nimetimi de kemâle erdirdim ve sizin adınıza din olarak sadece İslam’dan razı oldum.’ Anlaşılan bu, Nur dağında, Hira’da başlayan sürecin son meyvesiydi. Kulağına ilişir ilişmez bir kenara çekilip de ağlaşanlar vardı. Bu Rasülüllah’ın da gözünden kaçmamıştı. Hz. Ömer’in yanına yaklaştı ve:
Niçin ağlıyorsun? Diye sordu.
Ömer: Ağlıyorum dedi. Çünkü şu ana kadar biz dinimizde sürekli bir ziyadelik yaşıyorduk. Şimdi anlıyoruz ki, tamamlanan her şey, bundan sonra noksanlaşma süreci yaşayacak demektir. Ömer ferasetiydi bu ve Rasülüllah (sav) O’na: Doğru söylüyorsun diye mukabelede bulundu.”  
Gerçekten de Rasülüllah Veda Haccı’ndan döndükten sonra, aynı yıl içinde ölüme yürüyecek ve Rabbisine kavuşacaktır. 
Şu husus asla unutulmamalıdır ki, Hac genelde insanın hayatında bir defa yapılan bir ibadettir. Bugünkü şartlarda istisnalar hariç tutulursa, bu kadar yoğun bir talep karşısında ancak bir defa hacca gidilebilmektedir. Umreye birçok kere gidebilirsiniz. Ama umrede, ne Haccın fazileti vardır, ne de Arafatta vakfe vardır. Dolayısıyla hayatımızda bir defa erdiğimiz bu şansı, özel zamanları ve özel mekânları hayatımızda hiç olmadığı kadar bir yoğunlukta, Rabbimizle irtibat sağlayarak en iyi şekilde değerlendirmeliyiz ki, sonra pişman olmayalım. Meşhur bir tarihçimiz kütüphanede çalışırken, fazla mai getirir ve zaman kaybettirir mülahazasıyla çay içmezmiş. 
Hacda Arafat zamanı biz de yememizi, içmemizi biraz sınırlandırarak, gereksiz zaman kaybını önleyip ibadetimize daha sıkı odaklanabiliriz. Elbette Arafatta yeme içme noktasında bir yasak yok. Fakat bugün Arafatta bulunulan Arefe günü, gittikçe yaygınlaşan adeta bir festival görüntüsü de vermektedir. Develere binmeler, fotoğraf ve video çekimleri, Adana ve Urfa kebapları, İnegöl köfteleri vs. görüntüler, meselenin mana boyutuna halel getirdiği inancındayım. Hiç değilse Arafatta bunlardan kaçınılmalıdır.       
Grup ve kafile başkanları da vazifeleri gereği maiyetindeki hacılara, donanımlı, birikimli ve hazırlıklı olarak gönül ve ruh planında en ideal manevi hizmeti verme gayreti içinde olmalıdırlar. Sorumluluklarının bilinci içinde Hacıları manen doyurmalı, hissetmeli ve hissettirmeli, yaşamalı ve yaşatmalı, kanatlandırmalı ve uçurmalıdır. Bu sorumluluk, aslında çok ağır bir vebali de beraberinde getirmektedir. Şayet uzak doğu ülkelerinde olduğu gibi, bizde de hac öncesi hacılarımız iyi bir eğitimden geçirilse, zarftan mazrufa, cesetten ruha, maddeden manaya yöneleceği için, problemler, şikayetler ve yakınmalar da çok asgari bir seviyeye çekilecektir. Bu noktada görevlilerimiz de rahat bir şekilde meselenin mana boyutuna odaklanacaklardır. 
Aslında Hac ile ilgili görsel ve yazılı olarak, Diyanet İşleri Başkanlığımızın çok zengin bir koleksiyonu mevcuttur. Ama maalesef bizim insanımızın çoğu, tarihimizden gelen sözlü kültüre daha yatkın olduğu için, kendisine verilen o yayınları açıp okumamakta ve hazır şifahi bilgiye daha yatkın bulunmaktadır. Bu sebeple Hac öncesi seminerler daha ciddi ele alınır ve ekranda görsel anlatımlar, seminer ve konferanslarla hacı adaylarının hacca en iyi şekilde hazırlanmaları sağlanabilirse,  o takdirde ideal bir hizmete ulaşılmış olur.  Eğer temsilde hata olmayacaksa denebilir ki, o kutsal topraklarda çuval çuval keçiboynuzu yemekle uğraşmak yerine, kaşık kaşık şifalı bal yeme tekniği verilmekle, meselenin özü kavranmış, maddeden ziyade manaya odaklanılmış olacaktır.
Bir defasında Arafat yakınlarında bulunurken Hz. Ebubekir, yanındaki Allah Rasülüne, burasının neresi olduğunu sorar. Rasülüllah da: “Ben Hz.Hud’u, dişi devesinin hurma lifinden örülü ipini tutarak buradan geçtiğini görüyorum” der. Demek ki üzerinde bulunduğumuz topraklar, ne kadar önemli bir yer ki, insanlığın atası Hz. Âdem’in gezip dolaştığı yerler buralar. Hz. Hud Peygamber’in devesiyle geçtiği mukaddes topraklar buralar. Allah Rasülü ve sahabesinin Hac yaptığı kutsi mekânlar buralar.
O halde biz, böylesine tarihi derinliği ve kutsiyeti bulunan özel yerlerde olmanın idrakine varmalıyız ve ona göre edep içinde, şuur içinde hareket etmeliyiz.
 
ARAFAT’TAN MEKKE’YE SU KEMERLERİ
  Arafatta ve oradan Müzdelife’ye doğru geçerken, yolun sağ tarafı boyunca uzanan ve ecdadımızın izlerini taşıyan devasa su kanalları göreceğiz. 
İbrahim Rifat Paşa, Cebel-i Rahme civarında sekiz tane havuz bulunduğunu ve hac mevsiminden önce havuzların temizlendiğini ve ayn-ı Zübeyde su kanallarından doldurulduğunu, böylece hacıların susuzluk ve meşakkat çekmediğini anlatır. 
Adı geçen bu havuzlar 1524- 1530 yılları arasında Kanuni devrinde inşa edilmiştir. Abbasi Halifesi Harun Reşit’in hanımı Zübeyde Hanım’ın yaptırdığı “Ayn Zübeyde” su kanallarına, Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan tarafından “Ayn-ı Hanin” kanalları ilave edilmiş ve Sultan II. Abdülhamit tarafından da bu kanalların tekrar tamiri yaptırılmıştır. 2000’li yılların başlarına kadar işlevini devam ettiren bu kanallara baktığımızda, Peygamberlerine derinden hürmet besleyen iki İslam kadını, Zübeyde Sultan ve Mihrimah Sultan’ın fedakârlıklarını görürüz.
 
FİL ORDUSUNUN HELAK EDİLDİĞİ VADİ  
 
  Rasülüllah’ın doğduğu sene Habeşistan’ın Yemen valisi bulunan Ebrehe, bölge ticaretini Yemen’e kanalize etmek maksadıyla, Yemen’in başkenti Sana’da devasa bir kilise(katedral) yaptırmıştı. Fakat insanların buna itibar etmediğini görünce, ticaretine engel gördüğü Kâbe’yi yıkmaya karar verdi ve başındaki Mahmut adlı fil dolayısıyla, “Fil Ordusu” denen ve 60 bin askerden mürekkep bir orduyla Mekke üzerine yürüdü.
Mekke’ye yaklaşınca çevrede otlayan develere el koymuştu ki, bunlardan 200 kadarı Peygamberimiz’in dedesi Abdülmuttalib’e aitti. Abdülmuttalip develerini Ebrehe’den isteyince, “Ben Kâbe’yi yıkmaya geliyorum. Sen develerinin peşindesin” diyen Ebrehe’ye, Abdülmuttalip şu cevabı verdi: “Ben develerin sahibiyim ve onlardan mesulüm. Kâbe’nin de sahibi var. O’da Kâbesini korur.”
Fil Ordusu Mekke üzerine sürüldü lakin filler yatıyor ve o tarafa gitmiyorlardı. İşte tam bu esnada semada görülen kuşlar gagalarında taşıdıkları, mercimekten büyük nohuttan küçük  “sicil” denen zehirli taşları ordu üzerine bıraktılar ve ordu “yenilmiş bir ekin tarlası” haline geldi ki, yukarıda hadisenin cereyan ettiği vâdi görülüyor. Müzdelife ile Mina arasında ki bu yere Mugammes ya da Muassıl vadisi deniyor.
Kur’andaki Fil Süresinde bu olay şöyle anlatılır: “Rabbinin fil ashabına ne etteğini görmedin mi? O, onların düzenlerini boşa çıkarmadı mı? Ve üzerlerine sürü sürü ebabil kuşları göndermedi mi? Ki her biri onlara ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar atmışlardı. Allah’ü Teâlâ, onları kurt yeniği yaprağa çeviriverdi. »
“Kaynakların çoğunun orduda Mahmûd adlı bir tek filin bulunduğunu kaydetmesine karşılık bazı rivayetlerde 8.12.13, hatta 1000 kadar filden bahsedilmektedir.  Hz. Peygamber Mekke'nin fethedildiği gün, "Allah fili Mekke'ye girmekten alıkoydu ve yalnız Rasulü ile müminleri oraya hâkim kıldı" buyurmuş, Hudeybiye'de devesi Kusvâ çökünce bazı sahâbîlerin, "Kusvâ çöktü" demeleri üzerine de, "Kusvâ çökmedi, onu fili tutan tuttu" demiştir.” 
Abdullah b. Abbas, Hz. Peygamber'in amcası Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hânî'nin evinde, kuşların attığı bu taşlardan zıfar boncuğu gibi kırmızı çizgili olan bir tanesini gördüğünü. Hz. Âişe de ordunun önünde giden filin sürücüsü ile bakıcısına, kör kötürüm bir halde dilenirlerken rastladığını söylemiştir.
Kureyş kabilesi, Mekke ve Kâbe için büyük önem taşıyan Fil Vak'ası'nı tarih başlangıcı kabul etmiş ve meydana geldiği yıl "âmü'l-fü" adıyla meşhur olmuştur; ancak bu durum uzun sürmemiştir. Olayın Kureyş üzerinde bıraktığı etkinin büyüklüğüne ilk delil. Kur'ân-ı Kerîm'in "ashâbü'1-fü" şeklinde adlandırdığı saldırganları yine Fil adındaki bir sûre ile onlara hatırlatmasıdır.”  
İmam-ı Malik:-"Müzdelife durma yeridir, ama Muassıb vadisinde durulmamalıdır" hadisini nakleder. Dolayısıyla hacılar buradan geçerken, daha hızlıca geçmelidir. Bugün Yemen’in başkenti Sana’da bulunan ve “Küçük Kâbe” diye anılan çifte minareli bir Ulu Cami vardır ki, kiliseden çevrilmiştir. İşte o kilisenin Ebrehe’nin yaptırdığı kilise olduğu rivayeti yaygındır.


E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. teşekkür – AĞZINA SAĞLIK KARDEŞİM.BAŞARILI ÇALIŞMALARININ DEVAMINI DİLİYORUM.

    Cevapla