MEKKE MÜZESİ

 

Mekke’de kalıp da Mekke Müzesi’ni ziyaret etmezsek, eksik olur. Biz Tarihçi olduğumuz için ve araştırma yapmak maksadıyla, Mekke ve Medine’de birçok müze gezdik. Her Hacı ve umreci kardeşimiz için bunun gereği yok. Ancak Medine’deki İslam eserleri Müzesi ile Mekkede’ki bu müze gezilirse iyi olur. Evet dini bir vecibe değildir. Lakin ecdadımızın hizmetlerini görmek açısından, fevkalade önemlidir. Suudlar bu müzeyi 2004’de açmışlar. Biz, oğlum Ubeydullah Turan, Adapazarı müftümüz Sait Emin Arvas Bey, Ramazan Duman, Mustafa Faydalı ve Muhammed Efe hocalarla bir ekip halinde gitmiştik ziyarete. O zaman eserlerin fotoğraflarını aldık ve yanlarındaki açıklamalarını da kaydederek, fotoğrafa monte edip birleştirdik. Bu konu ile ilgili hazırladığımız kitabın değişik yerlerine serpiştirdik.
 Müze’de Kâbe ve Ravza’ya dair pek çok eser sergileniyor. Bunlardan bir kaçını zikredecek olursak, şunları söyleyebiliriz.  
Osmanlıların yaptıkları Zemzem kuyusu düzeni, Hicr-i İsmail’deki Hz. Hacer ve Hz. İsmail’e ait mezar taşları ki, III. Selim dönemine aittir. Abdülmecid’in Mescid-i Nebevi’ye gönderdiği saat. IV. Murad’ın Kâbe, III. Murad’ın mimber kapıları, Kâbe’ye girmek için kaide merdiven, Minare âlemleri, tamir kitabeleri, Kâbe anahtarları gibi daha pek çok eser.
 
SEVR DAĞI VE CEBEL-İ NUR
Artık biraz da açılalım ve Sevr dağı’na çıkalım. Çünkü bu dağın İslam Tarihi’nde önemli bir yeri var.  Sevr Dağı, Medine’ye tam aksi bir istikamette ve Mekke’nin 5 km güney tarafında bulunuyor. Peygamberimiz de hicret esnasında Mekkeli müşrikleri şaşırtmak için, farklı bir strateji takip ederek, aksi istikamete doğru hareket ediyor. Bu davranışta, tebbir ve tevekkül konusunda bizim tarafımızdan alınacak çok dersler ve mesajlar vardır. Yoldaşı ve can arkadaşı ile birlikte mağarada gizlenirken, müşrikler mağara önüne kadar geliyorlar. Örümceğin ağı ve güvercin’in yumurtalarını görünce, içeri bakmadan ayrılıyorlar. 
 
 
Bu noktada Hz. Ebubekir’in Rasülüllah’a yılanın zarar vermemesi için, zehirlenme pahasına ayağını deliğe dayayarak Rasülüllah’ı koruması, bu uğurda oğlunu, kızını, kölesini, çobanını ve malını seferber etmesi, bizi düşündürmelidir. Bu keyfiyet, bize ölçü olmalı ve müslümanım diyen her insanın böyle olması gerekir mesajı alınmalıdır.
  Cebeli Nur(Hira) ise, Kâbe’nin 5 km. kuzey doğusunda bulunur. Necip Fazıl’ın ifadesiyle: “Kâinatın Efendisine ilk vahyin indiği Hira Dağı “Cebel-i Nur” tırmanılması zor, her çizgisi bir heybet yazısı, “Allahü Ekber” sesinin sanki dondurulmuş heykeli…”
Peygamberimiz Cebel-i Nur’daki Hira mağarasında inzivaya çekilip günler boyunca tefekküre dalmaktaydı ki, 610 yılında ve 40 yaşında yine böyle bir durumda bulunurken vahiy burada geldi. İlk gelen vahiy Alak süresinin ilk beş ayetiydi ve “Oku!” diye başlıyordu. Sonra kalemden ve yazmadan söz ediyordu. Acaba Rabbisi, elçisine verdiği ilk emrinde niye başka bir şey yapmasını istemiyor da, okumasını irade buyuruyordu? 
  Bu da,  okunması ve üzerinde derin derin düşünülmesi gereken,  çok önemli bir mesaj niteliğindedir biz Müslümanlar için. İslamı anlamak ve yaşamak için, önce okumanın ve ilim öğrenmenin şart olduğunu kavramak gerekir Hira’da. Çünkü Hira,  Cebrail (as)in vahiy getirdiği mübarek bir mekândır. Her daim ilim peşinde olmamız gerektiği şu hadisle beraber düşünülmelidir orada. “ Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen, ya da ilmi seven ol. Fakat sakın beşincisi olma; (bunların dışında kalırsan) helâk olursun.” 
Hira’ya çıkıldığında, turistik bir gezi yapma havasından sıyrılıp, bu keyfiyeti ruh planında yaşamak ve yüksek manayı iyi okumak gerekir. Peygamberimiz’in yaptığı gibi, orada tefekküre dalmak gerekir. Kur’anla kaynaşıp kaynaşamadığın noktasında nefis muhasebesi yapmak gerekir. Kur’an-ı hayatına hâkim kılmanın gerekliliğini kavramak gerekir.
Hira’nın zirvesinden bakıldığında yüksek dağların tepelerinde yapılar görülecektir. Onlar, Osmanlı rapıta yapılarıdır. Hira dağı’ndan aşağıya indiğimizde ziyaret edilecek önemli bir yer daha vardır. Orası da Mescid-i İcâbe’dir. Allah Rasülü Hira’da inzivaya çekildiği zamanlar, bazen günler boyunca orada kalırdı. Bu zaman zarfında Hz. Hatice validemiz yemek ve erzak hazırlar ve bu mescidin olduğu yere getirirdi. Rasülüllah da Cebel-i Nur’dan inerek ikisi burada buluşurdu. Allah Rasülü erzağını alıp yine zirveye tırmanır, eşi de Mekke’ye geri dönerdi. İşte bu yüzden bu noktaya “İcabe mescidi” yapılmıştır. Bu buluşma, Cennetten çıkarıldıktan sonra Arafatta Hz. Adem (as) ile Havva validemiz’in buluşmasına benzetilir. 
İlk gelen vahiyden sonra, Rasülüllah evine gelmiş ve heyecan içindeydi. Eşi Hz. Hatice validemiz  O’nu  teskin etmiş ve amcazadesi Varaka B. Nefvel’ e götürmüştü. O’da kendisine görünen meleğin, daha önce de diğer peygamberlere göründüğünü belirterek, peygamberliğine işaret etmişti.
Mescid-i İcabe’ye vardığımız zaman, karı ile koca arasındaki dayanışma noktasında bu hadiseler hatırlanmalı ve eşlerden birisinin zorda olduğu anda, diğeri ona maddi ve manevi destek olmalıdır mesajı alınmalıdır. Allah Rasülüne ilk inanan insan da eşi Hz. Hatice olmuştu. Demek ki, eşler birbirlerine güvenmeli ve inanmalıdır. Ailede yalan, hile ve güvensizlik olmamalıdır mesajını okumak lazımdır.
 
Yarın Arafat’a çıkacağız inşallah. Kalın sağlıcakla…
 
 


E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir