MTTB’den “Sivil Anayasa” Konferansı

 

Konferansa konuşmacı olarak Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Öğretim Görevlisi Serhan Yücel katıldı.

Yücel konuşmasında dünyadaki sivil anayasa süreci anlattı. Yücel Osmanlı'dan Sened-i İttifak’la başlayan ve günümüze kadar gelen anayasal süreci anlattı. Türkiye'nin sivil anayasa düzenleyemeyeceğini belirtti. Bunun nedenini ise Türkiye’de Avrupa’daki gibi sistemi değiştiren bir burjuvazi sınıfının olmadığını belirtti.

Yücel STK'ların aktif ve söz sahibi olmadığı bir ülkede demokrasiden ve sivil anayasadan söz edilemeyeceğini söyledi.  Yücel günümüzdeki akil adamlar heyetine de değindi. Bunlar hakkında "İnşallah başarılı olunur ancak pek ümitli değilim." dedi. Konuşma bitince de soru cevap kısmına geçildi. Öğrencilerin ve hocaların Sivil Anayasa ile ilgili aklına takılan sorular Yücel'e yöneltildi.

Yücel konuşmasında şunları söyledi:

"Anayasa olarak kabul edebileceğimiz ilk metnin Medine Vesikası olduğunu kabul edebiliriz. Burada bireye ait hak ve özgürlüklerin düzenlendiğini görüyoruz. Bu düzenlemenin ilk olarak burada olduğunu görüyoruz. Daha sonraları 1215'e geldiğimizde İngiltere'de Kral 1. Joe'nun soylulardan alınan vergileri arttırmak isteğine Avrupa’da aristokrat denilen kısmın ayaklanıp kralın keyfi olarak vergi koymaması için zorlamaları üzerine aralarında yaptıkları Magna Carta Anlaşmasını görüyoruz. Burada ise ilk defa devlete, kurumsallaşmaya ilişkin bir düzenlemenin olduğunu görüyoruz. Ki arada 600 yıllık bir fark var. Bundan da nerdeyse bir 600 yıl geçtikten sonra ilk anayasa 1787 yılında ABD'de kabul ediliyor. Amerika’daki eyaletler yani Amerika Birleşik Devletleri'ni oluşturan o devletcikler bu anayasayı kabul ettikçe her biri de ABD'nin birer parçası, birer unsuru olmaya başlıyor. Kabul ettikleri anayasaya gelince; oradaki sistemi tamamen bireylerin oluşturduğu bir sistem olduğu için oradaki sistem tamamen birey hak ve özgürlüklerine dayalı bir sistemdir. Nitekim 1787'de anayasa kabul ediliyor 1791'den itibaren ABD anayasasına "amendment"  dediğimiz ilave maddeler ekleniyor. Amerika Anayasası’nda maddeleri silmek yeni baştan dizayn etmek diye bir şey söz konusu değil. Yeni bir durum söz konusu olduğunda yeni maddeyle ki buna da amendment diyorlar, anayasaya yine ilave ediyorlar.

Bugüne kadar yani 1787'den 2013'e kadar 27 tane ilave madde eklenmiş Amerika Anayasası’nda. Bu 27 maddenin 10 tanesi 1791 yılında yapılmış. Kalan 17 tanesi ise bugüne kadar yaklaşık 200-250 sene içerisinde olmuş. Bunlardan ilki yani 1791 de yapılan değişiklik Amerikan Anayasası’nın değiştirilemez hatta bizdeki deyimiyle değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesidir. Bu madde ise şöyledir; İnsanların inanç hürriyeti, fikir hürriyeti, toplanma hürriyeti, basın hürriyeti ve dilekçe hakkı engellenemez. Bu madde ilk amendment dediğimiz ilave maddedir. Daha yine birkaç değişiklik olmuştur. Bunlardan bir tanesi de 1865'te kabul edilen 13. yasa yani kölelik hakkındaki yasadır. Dikkat edin tarih 1865. Diğer yandan Veda Hutbesi’ne bakıyoruz arada nerdeyse bin 200 yıllık bir zaman dilimi var. Son değişikliğe baktığımızda Amerikan Anayasası’nda 1992 yılında yapılmıştır. Bu ise 27. değişikliktir. Bu maddeye göre milletvekilleri maaşlarına zam yapamazlar. Ancak bir zam oluyorsa bu bir dönem sonra uygulamaya konur. Amerika Birleşik Devletleri’nin süreci budur. Yani tüm maddelere baktığımızda karşımıza bir şey çıkıyor. Amerikan Anayasası’nın tamamen farklı bir anlayışla hazırlandığını görüyoruz. Değiştirilemez maddesine bakıyoruz; İnanç hürriyeti, fikir hürriyeti, toplanma hürriyeti, basın hürriyeti ve dilekçe hakkı. Bu hakları veren ve değiştirilemeyeceğini söyleyen bir anayasa. Yani bununla yasama, yürütme ve yargı birimlerine "Senin bu maddeleri değiştirme, müdahale etme gibi bir hakkın yok. Bireylerin hak ve özgürlükleri bizde temeldir." diyor. Amerikan Anayasası’nın böyle bir anlayışı var. Biz kendimize baktığımızda Türkiye'nin 82 Anayasası’nda değiştirilemez 3 maddesi var. 4. maddesi ise "Yukarıda belirtilen ilk 3 madde değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez." der. Bu 3 maddede ise Türkiye'nin başkentinin Ankara olması, bayrağının şekli, İstiklal Marşı, devletin yönetim biçiminin cumhuriyet olması, resmi dilinin Türkçe olmasına dair yasalardır. Bunlar ise değiştirilemez değiştirilmesi teklif dahi edilemez 4. maddeye göre. Amerikan Anayasası’nın değiştirilemez maddesi ile bizim değiştirilemez maddelerimize baktığımızda arada çok ciddi bir fark olduğunu görüyoruz. Birisi devlet mantığıyla hazırlanmış (bizimkisi) diğeri yani Amerika’nın ki ise bireylerin hak ve özgürlükleri esas alınarak hazırlanmış. Neden böyle olduğuna baktığımızda bununla ilgili tarihte iki büyük olayla karşılaşıyoruz. Bunlardan ilki İslamiyet’in doğuşu. Yeni bir din ortaya çıkmış ve bu din 100 yıl gibi bir sürede Endülüs’ten Çin'e kadar yayılmış. İlk kırılma noktası bu. Bu gelişmeden sonra Rusya'nın kuzeyde topraklarını genişlettiğini, Osmanlı'nın üç kıtaya hükmettiğini diğer yandan Endülüs'ün İspanya'ya kadar vardığını ve Avrupa’nın arada küçücük bir toprak parçasında sıkışıp çok büyük bir nüfusu beslemek zorunda kaldığını görüyoruz. Avrupa'nın burada iki yolu var. Biri ya burada kalıp parçalanıp yok olacak diğeri ise bir çıkış noktası bulacak. Avrupa burada çıkış noktasını bulacaktır. Çıkış noktası ise Amerika'nın keşfidir. Bu ise ikinci kırılma noktasıdır. Avrupa'nın bu durumundan etkilenmeyen tek ülke var o sıra, İngiltere. İngiltere bir ada ülkesi olduğu için bundan etkilenmemiştir. Bu keşif ile sömürgecilik ortaya çıkmıştır ve zengin bir kesim oluşmuştur. Bu kesim ise burjuva olarak adlandırılmış. Bu kesim kendini kent soylu olarak görüyor ama kimse tarafından dikkate alınmıyor. Bu kesim Avrupa’yı oluşturan sistem içinde bulunan Kral, Kilise ve Aristokrasi sistem yapıtaşlarına ‘Gelin bu sistemi beraber yürütelim.’ teklifi sunuyor. Bu teklifleri ise kabul edilmiyor. Burjuvazinin elinde iki seçenek kalıyor; ya bu sistemi yıkacak ya da gidip başka bir yerde bir sistem oluşturacak. Burjuvazi iki seçeneği de oluşturuyor. Bir yandan ABD'yi kuruyor diğer yandan Avrupa’daki sistemi önemsizleştirip burada da kendi sistemini kuruyor. Avrupa'da ki sistemi protesto ederek bu sistemi yıkıyor burjuvazi dediğimiz kesim. Protestanlık da böyle ortaya çıkıyor. Daha sonra Rönesans ve Reform dönemleri ve daha sonrasında Aydınlanma Çağı dediğimiz dönemler geçiriliyor. Bu arada 15. yüzyılda Protestanlık’ın kurucusu Martin Luther şu sözü söylüyor çok mühim bir söz: "Biz Osmanlı'nın seviyesine ulaşamayız. Onun için onları kendimize hedef göstererek moralimizi bozmayalım. Biz kendimizle yarışıp belli bir seviyeye gelmeye çalışalım." Baktığımızda bundan 200-300 yıl sonra ne yazık ki Osmanlı diyecek ki "Biz hiçbir zaman Avrupa'nın seviyesine ulaşamayız." Bu noktaya gelecek. Burjuvazi böylece hem Avrupa’daki sistemi ele geçirmiştir hem de Amerika'da kendi sistemini oluşturmuştur. Bunu yaparken önceki sistemi tamamen ortadan kaldırmamış adeta önemsizleştirmiştir. Örneğin İngiltere'de Kral ve Kraliçenin hiçbir yetkisi yoktur sadece formalite olarak dururlar. Aristokratların oluşturduğu Lordlar Kamarası da öyledir. Bunların şu anki varlığı sadece formalitedir.

Osmanlı'ya gelelim. Bizde Padişah var. Padişah hem İslam’ın halifesi hem de Kayzer ( yani hem Hristyanlar’ın başı hem de Müslümanlar’ın başı)dir. Baktığımızda Kral ve Padişah arasında çok büyük bir fark var. Bu ise toplum yapısından kaynaklanıyor. Bizde ne kiliseyi ne de aristokrasi karşılayacak bir sınıf var. Ayanlar var ancak onların hiç etkisi olmamıştır. 40-43 günle sınırlı kalmıştır. Baktığımızda Osmanlı’daki süreç Avrupa’dan çok farklı işliyor. Bunun sonucunda 19. yüzyılda işlenen bu süreç Osmanlı’nın farklı yollar aramasına yol açıyor. Tanzimat ve Islahat fermanlarında ve daha sonrasında Kanun-i Esasi’de Avrupa’ya benzeme çabalarını yani birey odaklı anayasa çıkarma girişimlerini görüyoruz. Ancak Avrupa'nın sistemini bu kopya girişimi soruna yol açacaktır. Çünkü orda bir burjuvazi sınıfı var ve bu sınıf bir sistemi tamamen yıkıp yeni bir sistem ortaya çıkarmış. Biz de ise burjuvazi diye bir sınıf yok. Bu nedenle bu girişim hala çözülemeyen sıkıntılara yol açacaktır. Bizde daha sonra 1909, 1921, 1924, 1961 anayasaları ve nihayetinde şuan yürürlükte olan 1982 Anayasası hazırlanmış. Bu anayasa 177 maddeden oluşuyor 30 yılda bunun 105 maddesi değişiyor. Ama anayasanın mantığına baktığımızda tamamen devlet gözlüğüyle hazırlanmış ve değişiklikler de ona göre yapılmış. Nedenine baktığımızda Avrupa ile hiçbir ortak noktamız olmadığını görüyoruz yani onlarda kilise Aristokrasi ve burjuva sınıfının olduğunu görüyoruz. Bu sınıflar bizde olmadığı için yaptığımız kopya girişimi de başarısız olacaktır. Şu anki diğer ülkelerin anayasalarına bakalım. Göze çarpan iki ülke var İngiltere ve İsrail bu ülkelerde anayasa kavramı o kadar yeni oturmuş ki anayasa konulmasına gerek bile duyulmamış. İsrail de sadece 4 ana madde vardır o kadar. Bunların anayasal sistemi çok doğru bir şekilde kurdukları söylenebilir. Tabi yaptıkları doğrudur yanlıştır o başka bir şey ancak bu aşamada yaptıkları doğrudur.

Osmanlı ise değişime eğitim kurumlarından başlıyor. Bu kişileri devlet kademelerinde görevlendirmeye başlar. İşte bürokrasinin doğuşu aslında yani bugünkü manasıyla 1830'lara kadar dayanıyor. Geliyoruz 1921 Cumhuriyetin kurulmasından 2 yıl önce anayasa yapılıyor. Anayasa 24 maddeden oluşuyor. Maddelerin çoğu yerel yönetimler hakkında zaten geçiş dönemi anayasasıdır. Cumhuriyetin ilanıyla ilave madde giriyor sonra 1924 anayasası yapılıyor. Bugüne kadar ki en uzun süreli anayasa. Bundan sonra hangisine bakarsak bakalım bir gerçekle karşı karşıya kalıyoruz; Türkiye Cumhuriyeti baskıcı bürokratik bir devlettir. Realite bu. Çünkü burada devlet mantığıyla hazırlanan bir anayasayla karşı karşıya kalıyoruz. Baktığımızda düzenlenen anayasalarda birey hak ve özgürlükleri öncülenmemiş; çünkü öyle bir talep yok. Dünyadaki diğer ülkelere baktığımızda "Temel Haklar ve Özgürlükler"dir bizde ise "Temel Haklar ve Ödevler"dir. Yani devlet bize emreder. Nasıl hareket edeceğimize, nasıl giyineceğimize, ne yiyip ne içmeyeceğimize devlet karar verir. Bunun aksini düşünmek veya doğruluğunu tartışmak bile tebaanın hakkı değildir. Şöyle bir örnek var: 1940’larda bir grup öğrenci komünizm propagandası yapar,  yakalanır ve valinin yanına getirilir. Nevzat Tandoğan onlara şöyle der; ‘Bir dakika siz kominizim mi getireceksiniz? Onu da getireceksek biz getiririz. Size ne oluyor?’ Yani bu da devletin dışında kimsenin düşünmeye, fikir yürütmeye hakkı yoktur düsturunun yürütüldüğünü gösteriyor. Bunun sebebi olarak da bize gelişi böyle diyoruz. Çünkü bizde sistemi değiştirecek olan bir burjuvazi sınıfı yok. Bizde bununla ilgili değişikliği yapacak iki birim belirlenmiş; biri bürokratlar diğeri Cumhuriyet Halk Fırkası. Anayasayı belirleyecek olan tek söz sahipleri bunlardır. Günümüze geliyoruz. Bizde sivil anayasa yapıla bilir mi? Bu söylediklerimin ışığında sivil anayasa yapma kabiliyetine sahip değiliz diyebilirim. Çünkü bugüne kadar ki gelişmeler bize bunu gösteriyor. Bizde Amerika'daki gibi bir süreç işlenmemiş. STK’mız yok ki. Baktığımda bana göre Türkiye'de Akuttan başka STK yok kısmen cemaatler de buna eklenebilir. Yani STK olmadan demokrasiden bahsedemezsiniz. Bugün akil adamlar denilen bir heyet var İşte görüyoruz il il geziyorlar falan. Ancak işleyişleri STK gibi değil. Çünkü onlarda devlet tarafından seçilmiş, atamayla gelmiş. Kimin tarafından atandığı hiç önemli değil. Tabi tüm kalbimle inanmak istiyorum inşallah bir işe yararlar ancak açıkçası öyle bir şey göremiyorum. Sivil anayasa diyoruz; hazırlanacak sivil anayasanın içerisinde ben yoksam biz yoksak yine devlet tarafından belirlenecekse bu yasalar bu anayasanın sivil anayasa olduğundan bahsedilemez. Anayasamızda şöyle bir şey görüyoruz; herkes yerleşme hakkına sahiptir ancak, herkes seyahat etme özgürlüğüne sahiptir ancak, bunun gibi herkes belirli bir hürriyete sahiptir "ancak" denmiştir. Devlet kendini böylelikle garanti altına almış olduğunu düşünüyor. Bunun sonucunda namlusunu milletine çevirmiş bir devlet mantığı görüyoruz ne yazık ki. Şunu diyebiliriz; devlet üzerindeki bu baskıcı bürokrasiyi atmadıkça bu sıkıntıların üstesinden gelip sivil anayasa hazırlamamız söz konusu olamaz."

 

 

 

Konferansa konuşmacı olarak Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Öğretim Görevlisi Serhan Yücel katıldı.

Yücel konuşmasında dünyadaki sivil anayasa süreci anlattı. Yücel Osmanlı'dan Sened-i İttifak’la başlayan ve günümüze kadar gelen anayasal süreci anlattı. Türkiye'nin sivil anayasa düzenleyemeyeceğini belirtti. Bunun nedenini ise Türkiye’de Avrupa’daki gibi sistemi değiştiren bir burjuvazi sınıfının olmadığını belirtti.

Yücel STK'ların aktif ve söz sahibi olmadığı bir ülkede demokrasiden ve sivil anayasadan söz edilemeyeceğini söyledi.  Yücel günümüzdeki akil adamlar heyetine de değindi. Bunlar hakkında "İnşallah başarılı olunur ancak pek ümitli değilim." dedi. Konuşma bitince de soru cevap kısmına geçildi. Öğrencilerin ve hocaların Sivil Anayasa ile ilgili aklına takılan sorular Yücel'e yöneltildi.

Yücel konuşmasında şunları söyledi:

"Anayasa olarak kabul edebileceğimiz ilk metnin Medine Vesikası olduğunu kabul edebiliriz. Burada bireye ait hak ve özgürlüklerin düzenlendiğini görüyoruz. Bu düzenlemenin ilk olarak burada olduğunu görüyoruz. Daha sonraları 1215'e geldiğimizde İngiltere'de Kral 1. Joe'nun soylulardan alınan vergileri arttırmak isteğine Avrupa’da aristokrat denilen kısmın ayaklanıp kralın keyfi olarak vergi koymaması için zorlamaları üzerine aralarında yaptıkları Magna Carta Anlaşmasını görüyoruz. Burada ise ilk defa devlete, kurumsallaşmaya ilişkin bir düzenlemenin olduğunu görüyoruz. Ki arada 600 yıllık bir fark var. Bundan da nerdeyse bir 600 yıl geçtikten sonra ilk anayasa 1787 yılında ABD'de kabul ediliyor. Amerika’daki eyaletler yani Amerika Birleşik Devletleri'ni oluşturan o devletcikler bu anayasayı kabul ettikçe her biri de ABD'nin birer parçası, birer unsuru olmaya başlıyor. Kabul ettikleri anayasaya gelince; oradaki sistemi tamamen bireylerin oluşturduğu bir sistem olduğu için oradaki sistem tamamen birey hak ve özgürlüklerine dayalı bir sistemdir. Nitekim 1787'de anayasa kabul ediliyor 1791'den itibaren ABD anayasasına "amendment"  dediğimiz ilave maddeler ekleniyor. Amerika Anayasası’nda maddeleri silmek yeni baştan dizayn etmek diye bir şey söz konusu değil. Yeni bir durum söz konusu olduğunda yeni maddeyle ki buna da amendment diyorlar, anayasaya yine ilave ediyorlar.

Bugüne kadar yani 1787'den 2013'e kadar 27 tane ilave madde eklenmiş Amerika Anayasası’nda. Bu 27 maddenin 10 tanesi 1791 yılında yapılmış. Kalan 17 tanesi ise bugüne kadar yaklaşık 200-250 sene içerisinde olmuş. Bunlardan ilki yani 1791 de yapılan değişiklik Amerikan Anayasası’nın değiştirilemez hatta bizdeki deyimiyle değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesidir. Bu madde ise şöyledir; İnsanların inanç hürriyeti, fikir hürriyeti, toplanma hürriyeti, basın hürriyeti ve dilekçe hakkı engellenemez. Bu madde ilk amendment dediğimiz ilave maddedir. Daha yine birkaç değişiklik olmuştur. Bunlardan bir tanesi de 1865'te kabul edilen 13. yasa yani kölelik hakkındaki yasadır. Dikkat edin tarih 1865. Diğer yandan Veda Hutbesi’ne bakıyoruz arada nerdeyse bin 200 yıllık bir zaman dilimi var. Son değişikliğe baktığımızda Amerikan Anayasası’nda 1992 yılında yapılmıştır. Bu ise 27. değişikliktir. Bu maddeye göre milletvekilleri maaşlarına zam yapamazlar. Ancak bir zam oluyorsa bu bir dönem sonra uygulamaya konur. Amerika Birleşik Devletleri’nin süreci budur. Yani tüm maddelere baktığımızda karşımıza bir şey çıkıyor. Amerikan Anayasası’nın tamamen farklı bir anlayışla hazırlandığını görüyoruz. Değiştirilemez maddesine bakıyoruz; İnanç hürriyeti, fikir hürriyeti, toplanma hürriyeti, basın hürriyeti ve dilekçe hakkı. Bu hakları veren ve değiştirilemeyeceğini söyleyen bir anayasa. Yani bununla yasama, yürütme ve yargı birimlerine "Senin bu maddeleri değiştirme, müdahale etme gibi bir hakkın yok. Bireylerin hak ve özgürlükleri bizde temeldir." diyor. Amerikan Anayasası’nın böyle bir anlayışı var. Biz kendimize baktığımızda Türkiye'nin 82 Anayasası’nda değiştirilemez 3 maddesi var. 4. maddesi ise "Yukarıda belirtilen ilk 3 madde değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez." der. Bu 3 maddede ise Türkiye'nin başkentinin Ankara olması, bayrağının şekli, İstiklal Marşı, devletin yönetim biçiminin cumhuriyet olması, resmi dilinin Türkçe olmasına dair yasalardır. Bunlar ise değiştirilemez değiştirilmesi teklif dahi edilemez 4. maddeye göre. Amerikan Anayasası’nın değiştirilemez maddesi ile bizim değiştirilemez maddelerimize baktığımızda arada çok ciddi bir fark olduğunu görüyoruz. Birisi devlet mantığıyla hazırlanmış (bizimkisi) diğeri yani Amerika’nın ki ise bireylerin hak ve özgürlükleri esas alınarak hazırlanmış. Neden böyle olduğuna baktığımızda bununla ilgili tarihte iki büyük olayla karşılaşıyoruz. Bunlardan ilki İslamiyet’in doğuşu. Yeni bir din ortaya çıkmış ve bu din 100 yıl gibi bir sürede Endülüs’ten Çin'e kadar yayılmış. İlk kırılma noktası bu. Bu gelişmeden sonra Rusya'nın kuzeyde topraklarını genişlettiğini, Osmanlı'nın üç kıtaya hükmettiğini diğer yandan Endülüs'ün İspanya'ya kadar vardığını ve Avrupa’nın arada küçücük bir toprak parçasında sıkışıp çok büyük bir nüfusu beslemek zorunda kaldığını görüyoruz. Avrupa'nın burada iki yolu var. Biri ya burada kalıp parçalanıp yok olacak diğeri ise bir çıkış noktası bulacak. Avrupa burada çıkış noktasını bulacaktır. Çıkış noktası ise Amerika'nın keşfidir. Bu ise ikinci kırılma noktasıdır. Avrupa'nın bu durumundan etkilenmeyen tek ülke var o sıra, İngiltere. İngiltere bir ada ülkesi olduğu için bundan etkilenmemiştir. Bu keşif ile sömürgecilik ortaya çıkmıştır ve zengin bir kesim oluşmuştur. Bu kesim ise burjuva olarak adlandırılmış. Bu kesim kendini kent soylu olarak görüyor ama kimse tarafından dikkate alınmıyor. Bu kesim Avrupa’yı oluşturan sistem içinde bulunan Kral, Kilise ve Aristokrasi sistem yapıtaşlarına ‘Gelin bu sistemi beraber yürütelim.’ teklifi sunuyor. Bu teklifleri ise kabul edilmiyor. Burjuvazinin elinde iki seçenek kalıyor; ya bu sistemi yıkacak ya da gidip başka bir yerde bir sistem oluşturacak. Burjuvazi iki seçeneği de oluşturuyor. Bir yandan ABD'yi kuruyor diğer yandan Avrupa’daki sistemi önemsizleştirip burada da kendi sistemini kuruyor. Avrupa'da ki sistemi protesto ederek bu sistemi yıkıyor burjuvazi dediğimiz kesim. Protestanlık da böyle ortaya çıkıyor. Daha sonra Rönesans ve Reform dönemleri ve daha sonrasında Aydınlanma Çağı dediğimiz dönemler geçiriliyor. Bu arada 15. yüzyılda Protestanlık’ın kurucusu Martin Luther şu sözü söylüyor çok mühim bir söz: "Biz Osmanlı'nın seviyesine ulaşamayız. Onun için onları kendimize hedef göstererek moralimizi bozmayalım. Biz kendimizle yarışıp belli bir seviyeye gelmeye çalışalım." Baktığımızda bundan 200-300 yıl sonra ne yazık ki Osmanlı diyecek ki "Biz hiçbir zaman Avrupa'nın seviyesine ulaşamayız." Bu noktaya gelecek. Burjuvazi böylece hem Avrupa’daki sistemi ele geçirmiştir hem de Amerika'da kendi sistemini oluşturmuştur. Bunu yaparken önceki sistemi tamamen ortadan kaldırmamış adeta önemsizleştirmiştir. Örneğin İngiltere'de Kral ve Kraliçenin hiçbir yetkisi yoktur sadece formalite olarak dururlar. Aristokratların oluşturduğu Lordlar Kamarası da öyledir. Bunların şu anki varlığı sadece formalitedir.

Osmanlı'ya gelelim. Bizde Padişah var. Padişah hem İslam’ın halifesi hem de Kayzer ( yani hem Hristyanlar’ın başı hem de Müslümanlar’ın başı)dir. Baktığımızda Kral ve Padişah arasında çok büyük bir fark var. Bu ise toplum yapısından kaynaklanıyor. Bizde ne kiliseyi ne de aristokrasi karşılayacak bir sınıf var. Ayanlar var ancak onların hiç etkisi olmamıştır. 40-43 günle sınırlı kalmıştır. Baktığımızda Osmanlı’daki süreç Avrupa’dan çok farklı işliyor. Bunun sonucunda 19. yüzyılda işlenen bu süreç Osmanlı’nın farklı yollar aramasına yol açıyor. Tanzimat ve Islahat fermanlarında ve daha sonrasında Kanun-i Esasi’de Avrupa’ya benzeme çabalarını yani birey odaklı anayasa çıkarma girişimlerini görüyoruz. Ancak Avrupa'nın sistemini bu kopya girişimi soruna yol açacaktır. Çünkü orda bir burjuvazi sınıfı var ve bu sınıf bir sistemi tamamen yıkıp yeni bir sistem ortaya çıkarmış. Biz de ise burjuvazi diye bir sınıf yok. Bu nedenle bu girişim hala çözülemeyen sıkıntılara yol açacaktır. Bizde daha sonra 1909, 1921, 1924, 1961 anayasaları ve nihayetinde şuan yürürlükte olan 1982 Anayasası hazırlanmış. Bu anayasa 177 maddeden oluşuyor 30 yılda bunun 105 maddesi değişiyor. Ama anayasanın mantığına baktığımızda tamamen devlet gözlüğüyle hazırlanmış ve değişiklikler de ona göre yapılmış. Nedenine baktığımızda Avrupa ile hiçbir ortak noktamız olmadığını görüyoruz yani onlarda kilise Aristokrasi ve burjuva sınıfının olduğunu görüyoruz. Bu sınıflar bizde olmadığı için yaptığımız kopya girişimi de başarısız olacaktır. Şu anki diğer ülkelerin anayasalarına bakalım. Göze çarpan iki ülke var İngiltere ve İsrail bu ülkelerde anayasa kavramı o kadar yeni oturmuş ki anayasa konulmasına gerek bile duyulmamış. İsrail de sadece 4 ana madde vardır o kadar. Bunların anayasal sistemi çok doğru bir şekilde kurdukları söylenebilir. Tabi yaptıkları doğrudur yanlıştır o başka bir şey ancak bu aşamada yaptıkları doğrudur.

Osmanlı ise değişime eğitim kurumlarından başlıyor. Bu kişileri devlet kademelerinde görevlendirmeye başlar. İşte bürokrasinin doğuşu aslında yani bugünkü manasıyla 1830'lara kadar dayanıyor. Geliyoruz 1921 Cumhuriyetin kurulmasından 2 yıl önce anayasa yapılıyor. Anayasa 24 maddeden oluşuyor. Maddelerin çoğu yerel yönetimler hakkında zaten geçiş dönemi anayasasıdır. Cumhuriyetin ilanıyla ilave madde giriyor sonra 1924 anayasası yapılıyor. Bugüne kadar ki en uzun süreli anayasa. Bundan sonra hangisine bakarsak bakalım bir gerçekle karşı karşıya kalıyoruz; Türkiye Cumhuriyeti baskıcı bürokratik bir devlettir. Realite bu. Çünkü burada devlet mantığıyla hazırlanan bir anayasayla karşı karşıya kalıyoruz. Baktığımızda düzenlenen anayasalarda birey hak ve özgürlükleri öncülenmemiş; çünkü öyle bir talep yok. Dünyadaki diğer ülkelere baktığımızda "Temel Haklar ve Özgürlükler"dir bizde ise "Temel Haklar ve Ödevler"dir. Yani devlet bize emreder. Nasıl hareket edeceğimize, nasıl giyineceğimize, ne yiyip ne içmeyeceğimize devlet karar verir. Bunun aksini düşünmek veya doğruluğunu tartışmak bile tebaanın hakkı değildir. Şöyle bir örnek var: 1940’larda bir grup öğrenci komünizm propagandası yapar,  yakalanır ve valinin yanına getirilir. Nevzat Tandoğan onlara şöyle der; ‘Bir dakika siz kominizim mi getireceksiniz? Onu da getireceksek biz getiririz. Size ne oluyor?’ Yani bu da devletin dışında kimsenin düşünmeye, fikir yürütmeye hakkı yoktur düsturunun yürütüldüğünü gösteriyor. Bunun sebebi olarak da bize gelişi böyle diyoruz. Çünkü bizde sistemi değiştirecek olan bir burjuvazi sınıfı yok. Bizde bununla ilgili değişikliği yapacak iki birim belirlenmiş; biri bürokratlar diğeri Cumhuriyet Halk Fırkası. Anayasayı belirleyecek olan tek söz sahipleri bunlardır. Günümüze geliyoruz. Bizde sivil anayasa yapıla bilir mi? Bu söylediklerimin ışığında sivil anayasa yapma kabiliyetine sahip değiliz diyebilirim. Çünkü bugüne kadar ki gelişmeler bize bunu gösteriyor. Bizde Amerika'daki gibi bir süreç işlenmemiş. STK’mız yok ki. Baktığımda bana göre Türkiye'de Akuttan başka STK yok kısmen cemaatler de buna eklenebilir. Yani STK olmadan demokrasiden bahsedemezsiniz. Bugün akil adamlar denilen bir heyet var İşte görüyoruz il il geziyorlar falan. Ancak işleyişleri STK gibi değil. Çünkü onlarda devlet tarafından seçilmiş, atamayla gelmiş. Kimin tarafından atandığı hiç önemli değil. Tabi tüm kalbimle inanmak istiyorum inşallah bir işe yararlar ancak açıkçası öyle bir şey göremiyorum. Sivil anayasa diyoruz; hazırlanacak sivil anayasanın içerisinde ben yoksam biz yoksak yine devlet tarafından belirlenecekse bu yasalar bu anayasanın sivil anayasa olduğundan bahsedilemez. Anayasamızda şöyle bir şey görüyoruz; herkes yerleşme hakkına sahiptir ancak, herkes seyahat etme özgürlüğüne sahiptir ancak, bunun gibi herkes belirli bir hürriyete sahiptir "ancak" denmiştir. Devlet kendini böylelikle garanti altına almış olduğunu düşünüyor. Bunun sonucunda namlusunu milletine çevirmiş bir devlet mantığı görüyoruz ne yazık ki. Şunu diyebiliriz; devlet üzerindeki bu baskıcı bürokrasiyi atmadıkça bu sıkıntıların üstesinden gelip sivil anayasa hazırlamamız söz konusu olamaz."



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir