Nasıl değil; niçin Üç Aylar

 

Recep ayının ilk Cuma gecesinde idrak edilen “Regaip Kandili”ni de dün gece dua, ibadet, zikir, salavat, tefekkür ve istiğfar gibi salih ameller ile ihya ederek, Cenab-ı Hakk’a itaat ve teslimiyetimizi hal dili ile ifade etmeye çalıştık. İmanımızın gereği ve Rabbimizin emri olarak, çevremizdeki komşularımızın kandilini tebrik ettik, tes’id ettik, aramızdaki kardeşlik bağlarını bir kez daha kuvvetlendirme yoluna gittik. Yine çevremizdeki fakir ve ihtiyaç sahipleri başta olmak üzere, fakir ve ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını elimizden geldiği kadar giderdik, ızdıraplarını dindirmeye çalıştık. Onların yüzleri güldü, bizim de gönlümüz bir şekilde hoş olmuş oldu.                                                                          Yukarıda bir kandil gecesini, içi dolu haliyle resmetmeye çalıştık. Adına uygun olarak ihya edildiği zaman, bir kandil gecesinin ilahi bir nur olup önce içimizi, sonra dışımızı nasıl aydınlattığını hep beraber gördük.                                                

            Bir kandilin, içimizi ısıtan, dışımızı ışıtan bir kandil olabilmesi için, insanda farkındalık dediğimiz şuur halinin diri olması lazım. İçi dolu bir kandil, ancak geniş bir idrak ve derin bir şuur haline vabestedir. Bu hali sağlayacak en emin yol ise,  insanın iç aleminde, “nasıl yaparım”dan önce “niçin yapmalıyım” sorusunun cevabını vermesinden geçmektedir. Rahmet ve bereket mevsimi olan üç ayları; nurun zulmete,  iyiliğin kötülüğe galebesi demek olan kandilleri; hatta tüm hayatımızı, bir kandil neşvesi içinde geçirebilmek için, her zaman kendimize, önce “niçin” sorusunu sormalı, bu sorunun cevabı ile aklımıza hikmetin ışığında bir kapı aralamalı, sebep sonuç arasındaki ilişkiyi akıl ile idrak etmeye çalışmalıyız. Zaten akıl da, kelime manası itibariyle, bağ kurmak demektir. Bunun içindir ki İslam’da, Allah’a imandan, yapılan adağa varıncaya kadar, insandan yapılması istenen tüm amellerde,  istenen ilk şart, akıldır. İkinci olarak, yapılacak amelin şuurlu bir şekilde yapılabilmesi için, akıl ile kalp arasında kurulacak sağlam bağdır. Akıl ile kalp arasındaki bağ sağlam olarak kurulunca, hakikatin nuru olanca haşmetiyle insanın gönlünde parlayacaktır. Böylece insan, iyi ile kötü, doğru ile yanlış, günah ile sevap arasındaki farkı gönül gözü ile görme imkanı elde edecektir. Arının bal, akrebin zehir ürettiğini idrak edecek, bala bal, zehire zehir muamelesi yapacaktır. Baldan azami surette istifade etmeye çalışırken, zehirden de bütün varlığı ile uzak durmaya çalışacaktır. Bu melekeyi harekete geçirebilmek ise,”niçin” sorusunun cevabını doğru vermeye bağlıdır.                     

            Bu cümleden olmak üzere: “Allah’ın benim ibadetime ne ihtiyacı var” diyen birine, hastaneye gittiğin zaman hekimin sana yazdığı reçetede, canını yakacak iğneyi, ağzını buruşturacak şurubu gördüğünde, reçeteyi yırtıp attığın vakit, zararı sen mi çekersin, yoksa hekim mi? Tedaviye senin mi ihtiyacın var, yoksa hekimin mi? Bu soruyu aklına soran, cevabını da vicdanından doğru olarak alan bu sual sahibi, tedaviye hekimin değil, kendisinin ihtiyacı olduğunu anlayınca, reçeteyi yırtıp atmak yerine, canını yakan iğneyi de, ağzını buruşturan şurubu da bir külfet değil; cana minnet birer nimet olarak görecek ve eczanenin yolunu tutacaktır. Sağlığına vesile olduğu için de hekime teşekkür edecektir. Bu arada, hekimin ilaç ile vucudumuzu; Cenab-ı Hakk’ın da ibadet ile ruhumuzu tedavi ettiğini fark edecektir. Böylece ibadete Cenab-ı Hakk’ın değil; kendisinin muhtaç olduğunu fark edecektir.                

            İdrak ettiğimiz üç ayları da aklın rehberliğinde, ilmin ışığında, “niçin” mikroskobu altında incelersek, üç ayların rahmet ve bereket mevsimi olmasının altında, temelde Kur’an-ı Kerim’in gönül atmosferimizi her zamankinden daha fazla ve daha yakından kuşattığı gerçeği ile karşılaşırız. Eskilerin; “bir yerin şerefi, orada oturan kimselerin kemali ile kaimdir” diye bir sözleri vardır. Üç aylara da bu zaviyeden bakınca, üç ayların kadir ve kıymetinin diğer aylara göre daha yüksek olmasının temel sebebinin de, Kur’an’ın bereketinin bizlere bu kutlu zaman diliminde, sair zamanlara göre daha fazla yönelmesi olduğunu söyleyebiliriz. İşte üç aylar, bu hakikati bize fark ettirmek içindir. Nasıl ki yağmur yağmadan evvel, önce şimşeğin ışığı, sonra göğün gürültüsü, sonra yağmurun kendi geliyorsa; üç ayların ilki olan Recep, Kur’an’ ayı Ramazan-ı Şerif’in bize Kur’an gibi muazzam bir hediye ile gelmekte olduğunu ışığı ile; Şaban sesi ile haber verir. En sonunda ilahi Rahmet olan Kur’an, Ramazan ayında bizzat kendisi gelir. Üç ayları diğerlerinden üstün kılan sır da işte budur. Recep ve Şa’ban ayları ise, kutlu müsafir, onbir ayın sultanı “Ramazan-ı Şerif” geldiğinde kapımızın açık ve bizi, kendisini bekler vaziyette bulması için ibadetle, oruçla, istiğfarla, hayır hasenatla yaptığımız bir hazırlık dönemidir.                       

            İman ve ibadete dair tüm konularda “niçin” sorusunu sorarak ikna olmak ve itmi’nana ermek, bizim dünyamızda öncelik hakkına sahip olmalıdır. “Niçin” sorusuna ikna edici cevabı bulan bir insan, “nasıl yapacağım” kapısını zaten kendisi aralayacaktır. “Niçin” sorusunu tam ve doğru cevaplamayan veya tam ve doğru cevap alamayan kimsenin imanı, kökü olmayan ağaç gibi taklid; ibadetleri de tuzu olmayan çorba gibi adetten öteye geçemeyecektir. Hayırlı cumalar efendim. 

Mevlüt GÜDER

İl Vaizi



Bir Cevap Yaz orhan İptal

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. kaleminiz var olsun hocam – Bir inkarcıya ikna için bu yazı yeter vede artar bile.

    Cevapla