“Siz kimsiniz ki, Milli Eğitimde yandaş imparatorluğu kurmaya yelteniyorsunuz?”

Cumhuriyet Meydanı’nda yaptığı açıklamada, Kanun hakkında ‘ pimi çekilmiş bomba gibi’ benzetmesi yapan Yel açıklamalarının devamında şu ifadelerde bulundu:

 

“Emniyet ve yargıdan sonra milli eğitime de el atan iktidar, çatlak ses çıkmaması için her türlü gayreti göstermektedir. Paydaşlarla hiçbir istişare yapılmadan, ‘ben yaptım, oldu’ anlayışıyla hazırlanan, siyasallaşmanın önünü açan, kadrolaşmayı eğitimin her hücresine yerleştiren ve tam bir ucube olan bu yasa tasarısı önümüzdeki günlerde eğitim hayatımızı yangın yerine çevirecektir.

 

            Hükümet-cemaat kavgasına eğitimi de alet eden zihniyet,   söz konusu yasa tasarısında; hem eğitimimizi temellerinden sarsacak hem de öğretmenlerimizi, okul yöneticilerimizi mağdur edecek düzenlemeler yapmaktadır.

MEB yasa tasarısı kamuoyuna yansıyan haliyle yasalaşması durumunda eğitim camiasında büyük bir kıyım yaşanacaktır. Bakınız bu tasarı bu haliyle meclisten geçerse neler olacaktır.

Dört yılını tamamlayan tüm okul müdürleri, müdür başyardımcıları ve müdür yardımcıları görevden alınacak ve bunlardan istediklerini idare tekrar atayacak, atanamayanlar ise okullara öğretmen olarak dönmek zorunda kalacaklardır. Okul yöneticilerinin bir dört yıl daha bu görevlerine devam etmelerine ise İl Milli Eğitim Müdürü ve Vali karar verecektir.

Özellikle son yıllarda İl Milli Eğitim Müdürlerinin ve Valilerin hükümetten bağımsız hareket edemedikleri dikkate alındığında, kimlerin okul yöneticiliğine devam edeceğine karar verecek olan aslında hükümetin kendisidir.

Şimdi buradan soruyoruz:  Siz kimsiniz ki, 110 bin okul yöneticisinin sosyal statüsünü ve dişiyle, tırnağı ile hak ettiği bu makamları bir kalemde elinden alıyorsunuz? Siz kimsiniz ki, milli eğitimde yandaş imparatorluğu kurmaya yelteniyorsunuz?

 

Öte yandan aday öğretmenlikte geçen süre bir yıldan iki yıla çıkabilecek. Aday öğretmenlere yazılı sınav yanında bir de mülakat sınavı uygulanacak. Uygulanan mülakat sınavı sonucunda başarılı sayılmayanların öğretmenlik görevine son verilecektir.

 

Ayrıca, bu tasarıda dikkat çeken bir başka husus, MEB merkez teşkilatının hallaç pamuğu gibi dağıtılmasıdır. MEB merkez teşkilatında, Müsteşar dışındaki tüm üst düzey yöneticilerin görevleri sona erecek ve bu kişilerin büyük bir kısmı havuza alınacaktır. Bilindiği gibi bundan iki yıl önce eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, MEB Teşkilatı Kanunu’nu değiştirmiş, 600 civarında yöneticiyi havuza atmış, görevden alınanların yerine kendi adamlarını getirmişti. Bu yaşananlardan iki yıl sonra MEB Merkez Teşkilatında üst düzey yöneticilerin görevlerinin sona erecek olması son derece manidardır. Zira iktidar aynı iktidardır; sadece Bakan değişmiştir. Durum böyle olunca “İki yılda değişen ne oldu?” sorusu akıllara gelmektedir. MEB Merkez Teşkilatının bir kez daha alt üst edilmesi çok mantıksızdır, dolayısıylabunun gerekçeleri kamuoyuna açıklanmalıdır.  Bunun yanı sıra kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte tüm il milli eğitim müdürlerinin de görevleri sona erecektir.

Şunu da belirtmeliyiz ki; MEB bu kadar zengin midir ki, iki yılda bir üst düzey yöneticileri görevlerinden alarak, onlara adeta boş oturmaları için para vermektedir. Şayet iktidarın kasası böylesine dolu ise, bu paralar öğretmen atamaları, okulların fiziki alt yapı ya da personel ihtiyaçları için kullanılabilir. Ayrıca üst düzey isimler görevden alınarak MEB’in hafızası silinmekte, bunca tecrübe, birikim çöpe atılmakta; devlette süreklilik ilkesi zedelenmektedir. Okul yöneticilerinin ve MEB Merkez Teşkilatının adeta darmaduman edilmesi MEB’e sayısız dava açılmasına da yol açacaktır. MEB bu kadar dava ile nasıluğraşacaktır?

            Tasarıda yine sendikamız tarafından asla kabul görmeyecek hususlardan bir diğeri, 6 yılını dolduran dershane öğretmenlerinin KPSS’ ye girmeden, sözlü sınavla Milli Eğitim Bakanlığı kadrosuna alınmasıdır. Bu durum, ataması yapılmayan 350 bin öğretmenimize büyük bir haksızlıktır.

 

            Öğretmenler yıllarca emek vererek, alın teri dökerek KPSS’ ye hazırlanmaktadır. Ataması yapılmayan öğretmenlerimiz ellerinde diplomalarıyla işsiz gezmekte, kahvehane köşelerinde gençliklerini çürütmekte ya da ataması yapılmadığı için bunalıma girerek, canına kıymaktadır. Tüm bu yaşananlar Türkiye’nin acı bir gerçeği iken, dershane öğretmenlerinin KPSS’ ye girmeden sadece sözlü sınavla MEB kadrosuna alınması asla kabul edilemez. Bunun adı ‘hak yemektir.’ Adında adalet olan bir iktidarın böylesine adaletsiz uygulamalara imza atması eşi benzeri görülmemiş bir durumdur.             Üstelik sözlü sınavda kimlerin başarılı olacağı şimdiden bellidir. İktidar ‘beğendiğini’ MEB kadrosuna alacak, beğenmediğinin yüzüne kapıyı kapatacaktır. Yani MEB’e kadrolu öğretmen olarak alınmanın kuralı ‘yandaşlık’ olacaktır.

 

            Dershanelerin kapatılması ile ilgili de net olarak şunu söyleyebiliriz ki; eğitimimiz ve öğrencilerimiz ne yazık ki Hükümetin inadına kurban edilmektedir. Dershanelerin kağıt üzerinde kapatılması demek, fiili olarak kapatılacağı anlamına gelmemektedir. Sınav ve yarış olduğu müddetçe dershaneler bu kez illegal olarak faaliyetlerine devam edecektir. Ayrıca dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi ile ilgili ciddi sıkıntılar da olacaktır. Şu anda bile özel okulların doluluk oranı yüzde 40’dır. Hükümet, özel okullara öğrenci akışı sağlanması için teşvik verecektir. Ancak bugün özel okul ücretlerinin en az 10 bin TL olduğu düşünüldüğünde, hükümetin yapacağı destek kime, ne fayda sağlayacaktır? Asgari ücretli, memur, esnaf, çiftçi yine çocuğunu özel okula gönderemeyecek, dolayısıyla Hükümetin desteği sadece maddi durumu iyi olan ailelerin çocuklarına fayda sağlayacaktır. Üstelik devletin bu kadar çok parası var ise; neden kendi okullarının ihtiyaçlarını karşılamak için bunu kullanmamaktadır? Kömürle ısınan okullarımız vardır. Camı, masası, sandalyesi kırık, boyası, badanası yapılmayan okullarımız vardır. Spor salonu, laboratuarı, bilgisayarı olmayan okullarımız vardır. Hizmetli personeli olmayan okullarımız vardır. Devlet neden kendi okullarına üvey evlat muamelesi yapmaktadır?

Milletimiz bu hukuk tanımaz uygulamaları yapanların sonlarının ne olduğuna mutlaka şahit olacaktır. Hangi haksız ve hukuksuz uygulamayı yaparsanız yapın, hangi kıyım projelerini hazırlarsanız hazırlayın, hangi yandaş uygulamaları yaparsanız yapın;

“Zulme rıza zulüm, küfre rıza küfürdür, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”Bu kutsi emre inananlar olarak bizler, bugüne kadar yapılan haksızlık karşısında susmadık ve eğilmedik.Unutulmamalıdır ki!“Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur”

Çileli hayat bizi dalgalar halinde birbirini izleyen çukurların içine düşürür. Sağlığımız, paramız, eşimiz, işimiz, arkadaşımız çilemize dönüşebilir. Hiçbir çile dalgası kalıcı değildir. Yılmamalı, yıkılmamalı insan. Sabretmeli, direnmeli, çırpınmalı, bir çırpınma şekli sonuç vermiyorsa başka bir çırpınma şeklini keşfetmeye çalışmalıdır.
Hayatı hareketlendiren, çilelerin yaşattığı canlılık çırpınışıdır. Nehir kokuşmaktan hareketle kurtulur. Huzur ve sağlık hareketle beslenir. İnsan yaşlandığı için durağanlaşmaz aslında, durağanlaştığı için yaşlanır.  “Huzur, bereket ve başarı her zaman zora talip olanlara taliptir. Öyleyse amacınız daha iyi sonuçsa siz de zoru seçin, zoru sevin ve zorlukla savaşın.”

Çare; Türk Eğitim Sen’in kararlılığının yanında durup, dik olmaktır. Bunun başkaca yolu yoktur. Eğer ki, başkaları benim hakkımı savunsun, ben hiç risk almayayım deniyorsa, bilinmelidir ki bu anlayış, Türk Eğitim-Sen’in bir numaralı düşmanıdır. Ya haklarınıza sahip çıkacak ya da kaybedeceksiniz. İşte bütün mesele bu,“olmak ya da olmamak!”

 



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir