YÖK BAŞKANI PROF. DR. ÇETİNSAYA BİLECİK’TE

“Benim normalde bir prensibim vardır. Mutlaka bu tür toplantılara katılmak istiyorum ama normalde ziyaret etmediğim üniversitelere de gitmek istiyorum her vesileyle. Burada bir prensibimi bozmuş oldum, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi’ne ikinci kere gelerek. Ama tarih teması olunca ve Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi’nin de payına ‘tarih’ teması düşünce kaçınılmaz oldu ADIM Toplantısına burada iştirak edebilmek. Ama sözümüz söz mutlaka diğer toplantılara da iştirak edeceğim. Ziyaret edemediğim diğer üniversiteleri de mutlaka ziyaret edeceğim.
 
‘Üniversite birliklerini çok önemsiyorum’
 
Hiç şüphesiz bütün bu işbirlikleri bütün bu bilimsel ağ oluşturma çabaları bizleri en mutlu eden şey. O bakımdan ben Türkiye’mizde üniversiteler arasında oluşturulan bu tür üniversite birliklerini çok önemsiyorum. Elimden geldiğince bütün bu birliklere katkıda bulunmaya çalışıyorum. Ve son dönemde onlarla da daha sık bir araya gelmeye gayret gösteriyorum. Çünkü son dönemde çok benim de takdir ettiğim bir slogan var. Sıralama denen şey çok önemli değildir. Ama sıralamalar nihai aşamada önemli değildir. Önemli olan network’tür yani bilimsel ağlar oluşturabilmektir, yani araştırma alanında, eğitim alanında, topluma hizmet alanında üniversitelerin bilimsel ağlar oluşturabilmesidir. Gerçektende kalıcı olanın o olduğuna inanıyorum. Sizleri de bu girişimlerinizden ötürü başta kurucuları olmak üzere ve daha sonra katılımcı diğer üyelere bu ADIM platformunu, üniversiteler platformunu tebrik ediyorum. 
Tabi buraya gelişimin ve bu toplantıya iştirak edişimin bir diğer önemli sebebi yani bu işbirliğinin beni heyecanlandırmasının ikinci bir sebebi Sosyal Bilimlerin gündeme alınmış olması. Çünkü belki de 21. yüzyılın, küreselleşmenin de bir gereği olarak hepimiz araştırma, geliştirme daha doğrusu ar-geden bahsediyoruz. Hepimiz ar-ge denilince neden bahsedildiğini biliyoruz. Daha çok sanayiye yönelik çalışmalar kastediliyor. İnovasyondan bahsediyoruz. Herkes bir cep telefonu üretmenin peşinde. Girişimcilikten bahsediyoruz. Herkes yeni Bill Gates’ler yetiştirmenin peşinde. Bunun için kurulmuş muazzam kurullar var, bunlar için ayrılmış muazzam sonlar var ve neredeyse büyük mekanizmalar yurtiçinde ve yurtdışında bütün çabasını ar-geye, girişimciliğe, inovasyona ayırmış durumda. Ama bizim Sosyal Bilimleri de önemsememiz lazım. Sosyal Bilimlere de en uç noktasına kadar destek olmamız lazım, bu ülkede ve üniversitelerimizde sosyal bilimlerin de gelişmesine yoğun çaba harcamamız lazım. O bakımdan sizleri bu konulara zaman ayırdığınız ve bunlara da değer verdiğiniz için ayrıca tebrik ediyorum. 
 
‘Tarih fışkırarak hızla üzerimize geliyor’
 
Sosyal bilimler içinde de tarih konusunun en zor durumda olan konu olduğunu görebiliyorum. Çünkü Türk modernleşme tarihinin en zor, en netameli, en tartışmalı konularından biri tarih meselesi. İster üniversitelerdeki müfredat veya üniversitelerdeki bölümler, kürsüler anlamında olsun ister halkımızın zihnindeki, aydınlarımızın zihnindeki tarih olsun, tarih meselesi  belki de en büyük meselelerimizden bir tanesi. Hele 21. yüzyılda herkesin bir anda üst kimliklerini ve alt kimliklerini hatırlamaya başladığı bir noktada daha da önem kazanacak. Çünkü 21. yüzyılda biraz rahattık. 20. yüzyılın doğası gereği, kalıpları gereği, konseptleri gereği herkes aşağı yukarı doğuda batıda fark etmiyordu herkes bir ortak, tek bir kimlik çevresinde birleşebiliyordu ve tek bir hafıza, tek bir tarih formatı herkes için yetiyordu ki bu da her zaman gerçekleri yansıtmamakla birlikte, doğruyu, hakikati vermemekle birlikte ama 20. yüzyılın doğası buydu. Şimdi 21. yüzyılda tekrar insanlık tarihinin 200 yıllık kayıp döneminin ötesine geçtiğimizde yani fikirlerin, eşyaların ve insanların serbestçe dolaştığı medeniyetler, tarihi dönemine tekrar geri döndüğümüzde son 200 yıllık istisnai dönemi bitirdiğimizde dünya tarihinde yani ülkeler arasına kalın duvarların çekildiği ve insanlar, eşyalar ve fikirler arası dolaşımın durduğu bu son 100-200 yıllık dönemin bittiği şu noktada tekrardan tarih önem kazanmaya başladı. Tarih normalleşmeye başladı. Çünkü şu soruyu sormamız gerekiyor. ‘Dünyaya 500 yıllık tarih perspektifinden mi bakacağız 5 bin yıllık tarih perspektifinden mi bakacağız?’ 500 yıllık perspektiften bakarsak çok başka bir hikaye bekliyor bizi. Batının bütün dünyaya egemen olduğu bir perspektif ve bunun içinde bizim bütün İslam dünyasının, Türk coğrafyasının, doğunun-batının bir yeri var. Ama 5 bin yıllık bir perspektiften Dünya tarihine baktığımızda bambaşka bir dünya açılıyor önümüze. Aktörlerin bambaşka olduğu, dengelerin bambaşka olduğu ve temsilcilerin, simgelerin bambaşka olduğu dönem ve son 200 yıllık dönemi istisna tutarsak bu 5 bin yıllık tarih perspektifinde de malların, fikirlerin ve insanların serbestçe dolaştığı etkileştiği bir dünya var. Şimdi bizim şu andaki bütün zihni formatlarımız bu 500 yıllık Dünya Tarihi’ne ilişkin ülkemizin milli eğitim sistemleri ya da tarih müfredatına yönelik konseptlerle düşündüğümüzde. Ama artık dediğim gibi duvarların yıkıldığı, iletişim imkanlarının arttığı, insanların hızla yeni zamanların bir gereği olarak insanların alt ve üst kimliklerini hatırlamaya başladıkları bir sosyal ortamda bizim mutlaka tarih meselesini tekrar ele almamız gerekiyor. Çünkü kendisi zaten fışkırarak bir coşkun bir sel halinde hızla üzerimize geliyor. O bakımdan bütün belki ezberlerimizi unutup tekrar tarihin dinamiklerine tarihin derinliklerine doğru araştırmalarımızı, incelemelerimizi, yoğunlaştırmamız lazım. 
Bugün artık dediğim gibi ne coğrafya öyle bir coğrafya,  ne tarih öyle bir tarih, ne dünya öyle bir dünya ve eğer bu formatlarımızı değiştirebilirsek eminim Türkiye’nin ben birçok meselesinin de eğer doğru tarih analizi yapabilirsek ve doğru tarih şuurunu yerleştirebilirsek tarihsel hafızamızdaki problemleri aşabilirsek ben Türkiye’nin birçok sosyal meselesinin de kolaylıkla çözülebileceğine inanıyorum. Tabi ki pratikte de gerçekleştirmemiz gereken birçok projelerimiz olabilir. Sayın Rektörümüz de bunlardan ADIM’ın yapabileceği şeylerden bahsetti. Hepsine açık yüreklilikle katılıyorum. Ben de Ahlat’ta bulundum. O mezar taşlarının durumunu gördüm ve hatta yanımdaki Ahlat’ın ilgili bürokratlarına, turizmle ilgili yöneticilerinden oradaki devlet kademesindeki bürokratlara şunu söylemiştim. ‘Gelin burada bir kamp yapın. Tarih bölümü öğrencileri gelsinler proje ödevi olarak buradaki mezar taşlarını okusunlar hocalarının eşliğinde ve kısa zamanla bu iş bir sonuca bağlansın.’ Bunun gibi projeler tabi ki çok anlamlı. 
 
‘Tek tipleştirmeden kaçınmalıyız’
 
Bir de tabi burada Tarih Bölümü Başkanları öğrencileri birlikte projeler geliştirecekler. Ben şunu görüyorum Ankara’dan sisteme baktığım zaman. Niceliksel olarak sistemlerimiz çok büyüdü. Şimdi artık sıra nitelik meselesinde, kalite meselesinde. O bakımdan bu konuya da dikkatlerinizi çekmek isterim. Kalite meselesinde ne yapabiliriz düşünmemiz lazım. Müfredatla ilgili çalışmalarda ne yapabiliriz? Burada da şahsi görüşüm tek tipleştirmeden kaçınmaktır. Çünkü bizlerde öyle bir eğilim var. Ben akademik görüş olarak çeşitlilikten yanayım. Yani her bir bölümümüz, her bir üniversitemiz farklı olabilir. Önemli olan şu anki yükseköğretim sistemimizin de dayandığı esaslar gereği yeterliliklerdir. Yani mezunlarımızdan hangi yeterlilikleri bekliyoruz. Çok iyi Osmanlıca okuyup yazmasını mı?, 5 bin yıllık Dünya Tarihi’nin ne kadarlık bilgisine sahip olması önemli olan yeterliliklerimizi ortak olarak belirlemektir. Ama bir ders bir üniversitede 3 saat, diğerinde 13 saat olabilir. Bu o üniversitenin o bölümünde çeşitliliği olmalıdır, zenginliği olmalıdır diye düşünüyorum.  Ama yeterlilikler konusunda mezunlarımızın sahip olması gereken bilgi, beceri ve yetkinlikler konusunda tabi ki hedeflerimiz ortak olmalı. O hedeflere giden vasıtalarda ise çeşitlilik çok açık. 
 
‘Bu çalışmaların Türkiye çapında yapılmasında fayda var’
 
Bunun dışında benim son dönemde teşvik ettiğim ve önem verdiğim ortak doktoralar, ortak mastır programları hiç şüphesiz çok önemli. Öğrencileri bir araya getirecek, öğretim üyelerini bir araya getirecek çalıştaylar, seminerler, stajlar çok önemli. Öte yandan son dönemde yine açık erişim konusunu dijital kaynakların ortak çabalarla herkesin kullanımına açılması konusunu çok önemsiyorum. Bu konuda da bazı üniversitelerimizle işbirliği çalışmaları içerisindeyiz. Bizim YÖK’teki tez arşivini geliştirip yani açılmayan tezleri de bir an önce açmak tez bankasında olmayan YÖK kurulmadan önceki tezleri de bu bankaya Türk üniversite tarihi boyunca üretilmiş bütün tezleri bu bankaya dahil etmek, yurtdışında doktora, mastır yapmış Türk öğrencilerin de tezlerini bu projeye dahil etmek için çalışmalar yürütüyrouz. Aynı şekilde Türkiye üniversitelerinde kamu kaynaklarıyla yayınlanmış, yapılmış bütün çalışmaları, dergileri, makaleleri, kitapları açık erişime kavuşturmak için bir proje içerisindeyiz. Bu tabi bizim kurumsal olarak yapabileceğimiz şeyler değil mutlaka işbirliği gerekiyor. 
Bu tarihsel hafıza meselemizi, şuur meselemizi gençlerimize yönelik, halkımıza yönelik faaliyetlerimizde çünkü bizim bir de topluma hizmet fonksiyonumuz var. Mutlaka bulunduğumuz illerin ve bölgelerin tarihiyle ilgilenmemiz lazım. Mutlaka o illerdeki liselerle, ortaokullarla, ilkokullarla tarih bölümlerimizi ilişkilendirmek lazım. Bu çok farklı faaliyetlerle olabilir. İlla gidip ders vermek değil. Bir farklı yarışmalar, farklı ortak faaliyetler, müzeler dahil birçok alandaki faaliyetler eminim bu ülkedeki tarih zenginliğini tarih şuurunu arttıracaktır. Aynı şekilde yine çağımızın gereğine uygun olarak ne diyorlar yerelden evrensele ya da evrenseli de unutmamalıyız. Yani bu uluslararasılaşma konsepti bağlamında da mutlaka bizim dünyanın farklı yerlerindeki tarihçilerle de bir araya gelecek başta tabi ki kendi coğrafyalarımız olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde farklı ülkeleriyle de oradaki tarihçilerle hem öğretim üyelerimiz olarak hem öğrencilerimiz olarak bir araya geleceğimiz ortak projeler yürüteceğimiz faaliyetlerimiz olmalı diye düşünüyorum. Böylece bir düzey üniversitenin bir araya gelip kurduğu kuruluş hem yerele hem evrensele çok rahatlıkla hizmet edebilir. 
Son dileğim de bu çalışmanın diğer ilim dalları için, diğer akademik branşlar içinde mutlaka ve mutlaka yapılması. Belki bu 13 üniversitenin bir araya geldiği bu çalışmayı Türkiye çapında tasarlayabiliriz. Tarih bölümünün sorunlarını, Sosyoloji’nin sorunlarını, Endüstri Mühendisliği’nin sorunlarını, Felsefe’nin sorunlarını hep birlikte bütün paydaşlarla tartışmakta fayda var.” ZEYNEP KILBAHRİ


E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir