Onlarca medeniyete ev sahipliği yapan, muhteşem tarihi ve doğal güzellikleriyle her geçen gün cazibe merkezi haline gelen Gölpazarı, İstanbul’a yakınlığı ve hafta sonu binlerce ziyaretçiyi ağırlamasıyla dikkati çekiyor.
Her karışından tarih fışkıran ve yeni düzenlemelerle de ilgi odağı olan bu şirin ilçenin tüm geçmişi kaymakamlık resmi sitesinde a’dan z’ye bu bilgilerle aktarılıyor. Biz de bu gizemli tarihi sisiz için derledik. İlçenini tüm geçmişi şöyle sıralanıyor:
Gölpazarı ilçesi göç yolları üzerinde bulunduğu için çok eski zamanlardan itibaren milletlerin uğrak yeri haline gelmiş olup çok çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Hitit, Frig, Lidya, Pers, Roma,Doğu Roma ve son olarak Osmanlı Beyliğinin eline geçerek Türk hâkimiyeti altına girmiştir.
Çok eski zamanlardan beri insanlar tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmış, daha sonraları zamanla yıkılmış ve doğal bir tepe görünümü almış eski yerleşim yerlerine “höyük” denilmektedir. Höyüklerde kazı yapıldığında aşağı doğru inildikçe eski çağlardan günümüze değin orada yaşamış milletlerin izlerine rastlanmaktadır.
Gölpazarı’nın da eski çağlardan beri yerleşim yeri olarak kullanıldığı bilindiğine göre burada da höyüklerin olabileceği kesinleşmektedir.
Ancak bu höyüklerde henüz bir kazı yapılmadığı için bilgilerimiz sadece höyüklerin varlıklarıyla sınırlıdır. Bu höyüklerde kazı yapılmasının ardından Gölpazarı’nın bilinmeyen tarihinin de aydınlanacağı, bizden önce burada yaşamış insanların uygarlıkları hakkında bilgi sahibi olunacağı kuşku götürmez bir gerçektir.
Gölpazarı ilçesinde kazılmayı bekleyen toplam dört adet höyük bulunmaktadır. Kurşunlu köyünde iki tane Arıcaklar köyünde bir tane Son olarak bulunduğu köye de ismini veren Gölpazarı’nın en büyük höyüğü Üyük köyündedir.
İLKÇAĞ UYGARLIKLARI DÖNEMİNDE GÖLPAZARI
Tarihte Bitinya bölgesi olarak bilinen ve Gölpazarı’nın da içinde bulunduğu bölgede ilk olarak Hititler devlet kurmuştur. Ancak bu devletten günümüze gözle görülür bir tarihi eser kalmamıştır. Hititlerin ardından Sakarya Nehri çevresinde başkent Gordion olmak üzere devlet kuran ünlü Midas Efsaneleri sayesinde dilden dile dolaşan Phrylerin (frigya) yaklaşık 300 yıllık Orta Anadolu yaşamlarında, Gölpazarı da ev sahipliği yapmıştır.
MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ SONRASI DÖNEMDE GÖLPAZARI
1071 Malazgirt Meydan Muharebesi ile Türkler Anadolu’ya yerleşmeye başlamışlar, doğudan batıya bütün Bizans topraklarını fethetmişler, böylece Anadolu Türklerin yurdu haline gelmiştir. Alparslan’ın komutanlarının Anadolu’da ilk Türk beyliklerini kurmalarıyla başlayan Anadolu tarihimiz, 1075 yılında İznik’te Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından kurulan Anadolu Selçuklu Devleti’yle devam etmiştir.Malazgirt Meydan Muharebesi sonrası dönem içerisinde Anadolu’ya doğudan gelen Türk boyları yerleşmeye başlayacaklardır.
Anadolu Selçuklu Devleti doğudan gelen Türkmenleri iyi savaştıkları için sınırları korusunlar diye uçlara yerleştirmiştir. Yine Türk boylarından biri olan ve ileride Osmanlı Devleti’ni kuracak olan Kayılar da Anadolu Selçuklu Devleti Hükümdarı tarafından devleti Bizans”a karşı korusunlar diye Söğüt ve çevresine yerleştirilmişlerdir.
1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ile Moğollar arasında yapılan Kösedağ Savaşı’nın ardından Anadolu’daki Türk siyasi birliği bozulmuş olup Anadolu, Moğol tehdidi altına girmiştir. Bunun üzerine Anadolu Selçuklu Devleti topraklarında özellikle batı sınırında Germiyanoğulları, Eşrefoğulları, Menteşeoğulları ve Osmanoğulları Beyliği kurulmuştur. Bu beyliklerin kurulmasıyla beraber Anadolu tarihimizin üçüncü dönemi olan ikinci beylikler dönemi başlamış olmaktadır.
OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİNDE GÖLPAZARI
1243 Kösedağ Savaşı’nın ardından kurulan beylikler içerisinde en güçsüz ve en küçük olanı ileride Osmanlı İmparatorluğu’nu kuracak olan ve küçüklüğünden dolayı Osmancık diye anılan Osmanoğulları’dır. En küçük olmasına rağmen devleti kuracak olan Osman Gazi’nin izlediği siyaset ve kuruldukları konumun kendilerine verdikleri imtiyazdan yararlanarak kısa sürede diğer beyliklerin en güçlüsü haline gelecektir. Çünkü Osmanlı Beyliği’nin kurulduğu coğrafya son demlerini yaşayan ve taht kavgalarıyla boğuşmakta olan Bizans Devleti’nin Anadolu’daki sınır boylarıdır. İşte Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey Anadolu’daki diğer güçlü Türk Beylikleri ile mücadele etmektense Bizans üzerine seferler yaparak diğer beyliklerin de sevgisini ve desteğini kazanmayı başaracaktır.
1573 yılında Nefs-i Göl’ün nüfusu yaklaşık 600, Göl kazasının nüfusu yaklaşık 4300 kişiye ulaşmış.Yine aynı çeviride 1831 yılında Hüdavendigar (Bursa) Sancağı’nın nüfusu 169,078 kişi, bu sancağa bağlı kaza durumunda bulunan Gölpazarı’nın nüfusu 4641 islam, 1287 si gayrimüslim olmak üzere toplam 5928 kişiden oluştuğu belirtilmiştir.
19. Yüzyılda Ertuğrul Sancağına bağlı bir nahiye merkezi durumunda bulunan Gölpazarı’nın tamamında yaklaşık 2001 hane mevcut bulunup, nahiyenin toplam nüfusu 4110 Müslüman, 1080 gayri Müslim olmak üzere 5190 kişiden meydana geldiği, 1909 yılında aynı idari görevde bulunan Gölpazarı nahiye merkezinde 293 hanenin yaşamakta olduğu belirtilmektedir. Özellikle Osmanlının duraklama dönemi ve sonrasında ortaya çıkan celali isyanları nedeni ile büyük yerleşim yerlerinden kaçan halk yüksek ve küçük yerleşim yerlerine doğru yönelince Gölpazarı’nın nüfus artışına da katkıda bulunmuştur.
Temettuat defterlerinin kayıtları incelendiğinde Gölpazarı’na bağlı 86 adet köy ortaya çıkmaktadır. Türkmen ve Göldağı köylerinde uzun yıllar Ermeniler yaşamış olup bu Ermeniler çeşitli sebeplerden dolayı göç ettiğinden bunlardan kalan araziler tevzi harici kalmış, bu topraklara 1924 ve 1932 yıllarında mübadele ile gelen Yunanistan ve Yugoslavya göçmenleri yerleştirilmiştir. Ayrıca 93 harbiyle gelen göçmenler de Hamidiye ve Türkmen köylerine yerleştirilmişlerdir.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde gerçekleşen uzun savaşlarda Gölpazarı halkı da geçmişte Rumeli fetihlerinde gösterdiği aynı hassasiyeti bu dönemlerdeki yurt savunmalarında da göstermiştir. 1809 yılında Rusların Şumnu’ya saldırmaları üzerine silahını kapanın harbe gelmesi ilan edildiğinde ilk çıkanlardan biri de Gölpazarı kadısı olmuştur.
I. Dünya Savaşı’nda özellikle Çanakkale Cephesi’ne çok sayıda Gölpazarlı katılmış, bunlardan bazıları şehit olurken bazıları da gazi olarak köylerine
geri dönmüştür.
MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA GÖLPAZARI
I.Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan ve Osmanlı Devleti’ni fiilen sona erdiren Mondros Ateşkes Antlaşmasına göre İzmir Yunanlılara verilmiştir ve bu antlaşma doğrultusunda Yunanlılar 15 Mayıs 1919 ‘da İzmir’i işgal etmişlerdir. Bu haksız işgal üzerine 4 Haziran 1919 tarihinde İstanbul Yüksek Sadaret makamına, Gölpazarı Belediye Reisi İbrahim Bey tarafından aşağıdaki telgraf gönderilmiştir. Bu telgraf Gölpazarı halkının işgallere tepkisiz kalmadığının en güzel göstergesidir:
TARİHİ ESERLER
Ülkemizde taş devri ile başlayan yerleşmelerde üç dönem ortaya çıkar. Bunlar doğal mağaralar (kaya sığınaklar›), örenler ve höyükler dir. Doğal barınaklar daha kalker ve kireç taşı gibi çok kolay eriyebilen kayaçların bulunduğu sahalar olan Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerinde karşımıza çıkar. Diğer bir yerleşme sahası ise höyüklerdir.Tarih boyunca çeşitli nedenlerle yıkılan yerleşme alanlarında, yıkıntıların üst üste birikmesi ile ortaya çıkan bu yerleşme sahaları ilk ülkemizde ilk çağ yerleşme şekillerini meydana getirmektedir. Höyük ve ören yerleşim sahalarının yapılanmasına baktığımızda; genelde verimli tarım sahalarının ve su kaynaklarının kenar kısımlarında, savunması kolay olan tepelik sahaların etek kısımlarının tercih edildiğini görürüz.
Gölpazarı çevresinde de ören ve höyük yerleşmeleri ismi taşıyan (derecikören, çukurören, Kuflçaören, Belenören, Hüyük köyü) pek çok yerleşme sahasının bulunması ve yukarıda bahsedilen yapılaşmaya benzer özellik göstermesi, Gölpazarı çevresinin verimli tarım alanlarına ve su kaynaklarına sahip olması, etrafının yüksek tepelik alanlarla çevrili olmasından dolayı savunmaya karşı uygun ortamın bulunması etrafta ilk çağ yerleşmelerine zemin hazırlamıştır.
Rivayetlere göre bugün Kızılçay’ın kollarından olan doğancılar deresi çevresinde de ince şehir denilen bir yerleşmenin var olduğu belirtilmektedir. Etrafta sıcak ve soğuk su kaynaklarının, verimli tarım alanlarının bulunması, Arıcaklar köyü kuzey sahasındaki höyüğün varlığı bu rivayete delil teşkil etmektedir.
Ortaçağda ticaret amaçlı oluşturulan tarihi ipek yolunun ortaya çıkması ve ipek yolu güzergahı üzerinde ticaretle uğraşan halkın ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile hanlar, hamamlar, külliyeler, derbent denilen karakol teşkilatlarının kurulması güzergah üzerinde yerleşmenin gelişmesine yardımcı olmuştur.
Bahsedilen yolun bir kısmının da Gölpazarı ilçesi sahasından geçmesi bölgede yerleşmenin gelişmesini desteklemiştir. İlçede bulunan Taşhan ve yakın çevresindeki hamam bu amaçla yapılmıştır.
Anadolu’nun Türkleşmesi olarak bilinen 14. yüzyıl ve sonrasında Gölpazarı çevresinde Osmanlı hakimiyeti ile birlikte yerleşme faaliyeti hız kazanarak devam etmiştir. Doğudan göçer nüfus getirilip fetih edilen yerlere yerleştirilip oraların yurtlaşması sağlanmış. Göçer nüfus yerleşik hayata geçirilmiş,ekonomik faaliyet olarak da tarım ve hayvancılığa yönlendirilmiş ve toprağa bağlanmıştır.
Böylece Anadolu da kır nüfusunun temelleri oluşturulmuştur.Bu faaliyet sonucunda yerleşim birimlerinin sayısı artıp, dağınık yerleşmeler (Köyler-Köy altı yerleşmeler) yaygınlaştı, daha önce oturulmayan bazı sahalar yerleşmeye açıldı.
Göçebeler toprağa yerleşirken eski alışkanlıkları gereği yüksek sahaları, ormanlık alanları seçtiler. Ayrıca aile toplulukları halinde yaşadıklarından, aile çevresinin yerleşmesi sonucu oluşan küçük mahalleler meydana geldi.
Dağlık sahalarda yerleşenlerin kurdukları bu küçük mahallelere karşılık verimli düz ovalarda kurulan mahallelerse zamanla büyüyüp şehir özelliği kazanmışlardır. 14. yüzyılda başlayan bu faaliyet 16. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu bağlamda Bilecik ve ilçelerine pek çok göçer getirilip yerleştirmiş ve bu sahaların yurtlaşması sağlanmıştır. Bu yurt edinme,Gölpazarı ve çevresinde yerleşmenin gelişmesine neden olurken o tarihlerden de günümüze pek çok tarihi yapı miras kalmıştır. Bunlardan bazılarına bakacak olursak:
Kapılı Kaya
İlçemizin 1.5 -2 km doğusunda, Gölpazarı-Taraklı yolunun kuzey tarafında olup, dışarıya bir kapısı vardır. Kayaları oyulmuş bir oda şeklindedir.Odanın kapısı Gölpazarı Ovasına bakmaktadır. Odanın içinde ocaklığı bulunmakta olup, ocağın üst kısmındaki roma yazısından, buranın Romalılar zamanında yapıldığı anlaşılmaktadır.
Kral Dağları
Gemici köyü ile Demirhanlar köyleri arasındaki bağlar içinde 3 tane mezar kalıntısı taşlar bulunmaktadır. Bu mezarların bulunduğu mevkiye “Kral Dağları” adı verilmiştir. Mezarların yan ve üst kapak taşları özel olarak hazırlanmıştır.
Kasımlar Köyü Camii
İlçemiz Kasımlar köyünde bulunmakta olup 17. veya 18. yy da yapıldığı sanılmaktadır. Tavan ve iç duvarlarında önem arz eden kalem ise süslemeler bulunan, dikdörtgen yanlı, dönemin özeliklerini bugüne kadar yaşatabilmiş önemli bir köy camisidir.
Derecik Ören Köyü Camii
Yapılış tarihi bilinmemekte beraber eski bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Yapıda ağaç çivi kullanılmıştır. Camimiz halen ibadete açıktır.
Mihal Gazi Camii
İlçe merkezinde bulunan camii, bugünkü adıyla “Çarşı Camii” olarak bilinmektedir. (Harmankaya hâkimi Köse Mihal Beyin torunu Gazi Mihal Paşa tarafından) Hicri 818–821 Miladi 1415–1418 yılları arasında yaptırılmıştır.Kitabesi yoktur. Gazi Mihal Beyin Gölpazarı’nda külliye olarak Taşhan – Zincirli kuyu – Cami ve Hamam olarak dört eseri bulunmaktadır. Bu eserlerden yalnız Taşhan’ın kapısındaki kitabeden yapım Rumi 1283 Miladi 1867tarihi tahmin edilmektedir.
Mihalgazi Hatibi Kabri
Peygamber Efendimizin (SAV)i’n soyundan gelen kişilere islam kültüründe “seyyit” adı verilmektedir. Türkiye, en uzun ömürlü ve en geniş topraklara sahip olan Devlet-i Aliye yi Osmaniye seyitlerin yoğun olarak yerleştiği ülkelerden biridir.
Bu seyyitlerin çoğu, ilk seyyit göçleriyle beraber Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Anadolu topraklarında yaşayan seyyitler daha ziyade “yaman”(din bilginleri) sınıfına mensupturlar. Genelde imamlık, hatiplik, kadılık, müftülük, medrese hocalığı gibi görevlerde bulunmuşlardır.Mihal Gazi camii kapısı üstünde bulunup bugün mevcut olmayan tahta levha üstündeki levhada: Mader-i Pakize el-hac Mehmet Ağa kim Rah-ı Huda’dan buldu hayratıyla nafi Düştü ilhamiyle tarih ziba söyledim Kıldı tecdit Ayşe Tuti Ali Camii. Sözleri bulunmaktadır.
Cum’a Camisi
Daha evvel kilise olarak kullanılan, bu bölgenin fethi ile camiye çevrilerek cuma namazlarının kılındığı camidir. Muratlar köyünde,mezarlığın altında caminin kalıntıları mevcuttur.
Dokuz Köyü Türbesi
Türbe günümüzde dokuz kardeşin ismi ile anılmaktadır. Dokuz köyü de ismini, türbede yatan güzel ahlaklı,örnek hareketleri ve kerametleri ile tanınan dokuz kardeşten almıştır. Türbenin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Rivayete göre türbede yatan dokuz kardeşin, İstanbul’a Hacı Bektaşi veli tarafından islam dinini yaymak üzere gönderilen Karaca Ahmet Sultan’ın yakınları olduğu sanılmaktadır.
Türbenin içinde iki mezar ve dışında ise yedi mezar bulunmaktadır. Türbenin dışında kalan mezarların üzerine yapılan duvarın, yapıldığı gecenin sabahında kendiliğinden yıkıldığı köy halkı tarafından anlatılmaktadır.Türbenin tamiratını yapıldığı günlerde, mezarlardan birinin kazıldığı ve yeni gömülmüş gibi bozulmamış ceset ile karşılaşıldığı mezarı kazan şahitler tarafından anlatılmaktadır.
Aktaş Türbesi
İlçemiz Aktaş köyünde bulunan Aktaş Türbesi’nde; Alperenlerden olduğu söylenen şeyh Mustafa Efendi, Molla Mustafa Efendi, Reşide Molla Kadın, Hatip Kızı Nur Kadın ve Zahide Molla Kadı’nın mezarları bulunmaktadır. Türbenin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir.
Tarihe İz Bırakan Ezan Taşları
Köylerimizdeki bazı camilerde tarihe iz bırakan ezan taşları mevcuttur. Yıllar öncesinde, ne zaman konduğu bilinmeyen bu taşlar,camilerde minare olmadığı zamanlarda ezan okuma amacıyla kullanılmıştır. Ezanı daha çok kimseye duyurmak için özel olarak yapılan asırlık “Ezan Taşları’nın 500 yıllık bir yapıt olduğu tahmin edilmektedir.
Medrese
Osmanlı Devleti’nin ulu çınarı medrese, cami ve tekke üçlüsünden aldığı iman suyu ile büyümüş ve 600 sene hayatiyetini devam ettirmiştir. Bu üçlü Liyakatli amirler ve ilmiyle amel eden alim ve meşayıhların da desteği ile tasavvuf vasıtasıyla İslam Aleminin içinde kutsî bir rabıta olan kardeşliğin inkişafına ve gelişmesine en önemli bir sebep olmuştur.
EzanTaşı
Mehmet Ağanın Taşhan’ın yanına yaptırdığı mahkeme binası ve vakfettiği üç dönümlük arazide bulunan ağaçların meyve ve sebzelerinin gelirlerini medresedeki öğrenci ve müderrislerin ihtiyaçlarının karşılanması için vakfedildiği vakıf kayıtlarından anlaşılmaktadır. Ayrıca Kasımlar köyünde de medrese kalıntıları bulunmaktadır.
Mihal Bey Hanı (Taşhan)
Eskiden kervanların konaklayıp istirahat ettikleri yer olarak yapılan Mihal Bey Han›, Vezirhan, Mahan,Taşhan, Katırhan, Nallıhan, Çayırhan gibi Gölpazarı Ankara istikametindeki han ve kervansaraylar zinciri içinde bulunmaktadır. Bu yol aynı zamanda Bağdat-İstanbul yolunun bir koludur.
Han iri taş kalıplarla yapılmış, kalın duvarlı dikdörtgen şeklinde üstü yarım silindir (tonoz) örtüsü şeklinde bir yapıdır. Doğu-Bat› doğrultusunda dikdörtgen planlı olan yapı aynı doğrultuda dört bölümden meydana gelmiştir.
Girişi batı cepheden olup, girişten sonraki bölümler üzeri beşik tonozlarla örtülüdür. Bu mekânlar sivri takviye kemerleriyle birbirine bağlanmıştır. Bu mekânların kuzeyden hiçbir açıklığı olunamamasına karşın her bölümün güney duvarındaki eksende birer dikdörtgen pencere açılarak yapımına ışık olması sağlanmıştır. (Mazgal tipi pencere). Beden duvarları bir sıra tuğla, bir sıra kesme taş ve aralardan dikine yerleştirilen birer tuğla ile çerçeveli teknikle örülmüştür. Süsleme özelliği yoktur.
Mihal Bey Hamamı
Erken dönem Osmanlı mimarisinde görülen külliye gelene¤ini ilçemiz Mihal Bey yapılarında da görmekteyiz. Külliye camii ile birlikte medrese, imaret, türbe, kütüphane,hamam, aşevi, kervansaray gibi binalardan oluşan bir yapı topluluğudur. İlçemizde Taşhan, Cami ve Hamam bir üçgenin köşeleridir.
Türklerin temizlik kültüründe hamamın yeri çok önemlidir. Bu bakımdan cami medrese yanında mutlak hamamlarda yapılmıştır. Mihal Bey hamamı yıllar içinde özelliğini kaybetmiş yalnızca kubbeli iç yapımı ve orijinalliğini korumaktadır. Kayadaki Okulumuz 1938 yılında Sıbyan Mekteplerinin üstünde Sınıf-ı Sâni okullarının açılmasına karar verilmiş daha sonra bu okulların adı “Rüşdiye” olarak değiştirilmiştir.