1. Haberler
  2. Manşet
  3. RUKN-Ü YEMÂNİ VE MİRAC

RUKN-Ü YEMÂNİ VE MİRAC

featured

 

Hicr-i İsmail’den sonra şavtımıza, Rukn-ü Şâmi’den devam ediyoruz. Rukn-ü Yemâni’ye varmadan önce sağa dönüp baktığımız zaman, Bâbü Melik Abdülaziz (Melik Abdülaziz Kapısı) ve önündeki merdivenleri göreceğiz. Kapının metafa inilen merdivenlerinin solunda özel bir sütun vardır.  Allah Rasülü Miraca çıktığı gece amcasının kızı Ümmühan’ın evinde misafirdi. Ümmühan’ın evi de tam oradaydı.  
 Yavuz Sultan Selim, o noktaya granitten renkli bir sütun koydurmuştu ki, yer kaybolmasın. Bugün için yerinde yok.   Rasülüllah (sav) mahzun ve kederliydi. O yıla “Hüzün yılı” deniyor. Zira Allah Rasülü amcası Ebu Talib’i ve eşi Hz. Hatice validemizi o yıl kaybetmişti.  Üstelik Tâif ziyaretinden de yaralı dönmüştü.
Cenâb-ı Hak Habibi’ni mahzun bırakmayıp yanına davet etti ve Miraç hadisesi de bu şekilde cereyan etti.  
Ebu Talib’in eşi Hz. Fatıma(ra), kocasının ölümünden önce veya başka bir rivayete göre,  bir müddet sonra Müslüman olmuştu. Kızı Ümmühan da İslam’a girmişti. Fakat kocası Hubeyre, Allah’ın birliği mesajına kapalı idi. Bununla birlikte Peygamber evlerine geldiğinde onu iyi karşılar ve namaz vakti ise evdeki Müslümanlar cemaatle namaz kılardı. Bir keresinde hepsi yatsı namazını peygamberle birlikte kıldıktan sonra, Ümmühan, Peygamber’(sav)’i geceyi kendi evlerinde geçirmeye davet etti. Peygamber de O’nun teklifini kabul etti. Fakat uyuduktan kısa bir süre sonra kalktı ve Mescid-i Haram’a gitti. Oradayken uyku bastırdı ve Peygamber(sav) Hicr’de uyudu.”  
İşte Hicr’de Rasülüllah uyurken Cebrail(as) geliyor ve bu noktadan hareketle,  İsra Süresinin ilk ayetinde beyan olunduğu gibi, Mirac’a çıkmak üzere Kudüs’e hareket ediliyor.  
Tam bu noktada biz de Miraç hadisesini ruhumuzda aynen yaşamalıyız. Mevlâmızın bu kadar önem verdiği Kudüs’ün işgal altında olduğunu düşünmeli ve yüreğimiz yanmalıdır. Gazzedeki Yahudi vahşeti karşısında, hiçbir şey elden gelmiyorsa, kardeşlerimize dua ederken, düşmana kalben buğzedilmelidir. 
  Miraçta Sidretü’l- Müntehâ’yı geçen Hz. Peygamber Allah’ın huzuruna vardığında Rabbisini şöyle selamlamıştı:
“Ettehıyyâtü lillâhi vessalâvâtü veddayyibât” (Her türlü hürmet, salevat ve bütün iyilikler ancak Allah’a (sana) mahsustur (Ya Rabbi) 
Cenâb-ı Hak Rasülü’nün selamına şöyle mukabelede bulunmuştu:
“Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü” (Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun (Ey Nebiyyi Muhteremim).
Müslümanların şefaat Peygamberi o büyük huzurda bizleri de unutmadı ve tekrar söze girip dedi ki: “Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn” (Ya Rabbi!) Senin selamın, rahmetin ve bereketin benim üzerime olduğu gibi, senin salih kullarının da üzerine olsun.”
  Rasülüllah’ın Rabbisiyle karşılıklı mukalemesine şahit olan melâike-i Kiram, hep birden ““Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve Rasülühü” ( Şehadet ederim (iz) ki, Allah(cc)’tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ederim(iz) ki, Muhammed Aleyhisselam, O’nun kulu ve Rasülüdür) diye şehadet getirmişlerdi. 
Namazlarda tahıyyâta oturup okumaya başladığımızda bu sahneyi, ruhen yaşamak ve ürpermek gerektiği fikredilmelidir.
  Beytullah’ın dört köşesinden biri olan Rük-ü Yemâni, yani Yemen tarafına düşen güney köşesi, farklı bir özelliğe sahiptir. Gerek Hz. İbrahim Peygamber, gerekse Efendimiz Hazretleri tavaf ederken, bu köşeye gelince selam vererek dua ettikleri bir noktadır. Kâbe, bir çok kez tamir gördüğü halde, bu köşe Hz. İbrahim Peygamber zamanından kalmadır. Bu köşenin bir diğer özelliği ise, Rasülüllah’ın Mekke döneminde namazlarını bu köşeyi önüne alarak kılmasıdır. Çünkü Rukn-ü Yemani’nin tam karşısında müşriklerin hükümet konağı “Dârü’n-Nedve” bulunmaktaydı. Peygamberimiz burada namaz kıldığında, zaman zaman rahatsız eden müşrikler O’nu o pozisyonda göremiyorlardı. Artı, burada namaz kılarken hem Kâbe’yi, hem de Mescid-i Aksa’yı karşısına kıble olarak almış oluyordu. 
    Hatta o köşeden getirildiği rivayet edilen bir taş, Çelebi Mehmet zamanında Edirne Eski Camii’nin kıble duvarına, mihrabın sağ tarafında ve mihrapla mimber arasına konulmuş, bugün hâlâ Edirne’yi şereflendirmektedir. Bazı rivayetlerde bu parçanın Hacerü’l-Esved’in bir parçası olduğu yolunda bilgi vardır. Lakin biz biliyoruz ki, Hacerü’l-Esved’den memleketimizde iki parça bulunmaktadır ki, bunlardan biri, Kanuni Sultan Süleyman türbesinde, diğeri de Sokullu Mehmet Paşa Camii’ndedir.
Rukn’ü Yemâni’yi selamlıyor ve diyoruz ki: “Ya Rabbi! Senin Peygaberlerin burada sana dua ettiler. Onlar senden ne istedilerse ben de aynı şeyleri istiyorum lütfeyle. Ne gibi şer’lerden sana sığındılarsa, ben de aynı şerlerden sana sığınıyorum, beni muhafaza eyle Allah’ım!”  Ve artık başladığımız Rukn’ü Hacerü’l-Esved’e doğru ilerliyoruz. Allah Rasülü tam burada “Rabbenâ âtinâ fi’d- dünyâ haseneten ve fi’l- âhireti heseneten ve gınâ azâbennâr” duasını okumuştu. Biz de bu duayı okuyoruz ve yeşil ışığın hizasına(tavafın başlangıç noktası) geliyoruz. Böylece bir şavt yapmış ve Kâbe’nin de dört bir tarafı ile Metaf’ı da tanımış oluyoruz. Altı defa daha aynı şekilde dönersek, o zaman tavafımızı tamamlamış olacağız.
  “Sayıları yüzleri aşan nice peygamber, Kâbe etrafı ve civarında gömülü…”Altın Oluk” altında Hz. İsmail ve annesi Hz. Hacer…”Rükn-ü Hacer-i Esved” ve “Rükn-ü Yemani” çizgisiyle Zemzem arası 99 peygamber…”Makam-ı İbrahim” ve Safa kapısı arasında, Nuh, Hud, Salih ve Şuayb peygamberler… Safa ve Merve geçidinde 70 Nebi… Kâbe’yi bu yakıcı manalar karşısında akıl ve şuur ötesi bir vecd ile ziyaret ve tavaf etmek yerine, ona lafta mukaddes kupkuru bir şekil gözüyle bakan ve huzurunda her türlü lâubaliliği işleyen gafillere ne demeli?”  
Mescid-i Haram’da Kâbe’ye doğru yönelerek her tarafta namaz kılmak mümkün ise de, bu işin edep tarafı,  değişik vakitlerde dört duvarından her birini karşımıza alarak her yönde namaz kılmaktır.
 
SAFA-MERVE VE SA’Y
  Safa kelimesinin anlamı, parlak taş demek iken, Merve kelimesinin anlamı da yumuşak küçük taş demektir. Sa’ya gelince, o da çalışma, gayret etme gibi bir anlam taşır.  Safa ve Merve tepeleri arası yaklaşık 400 metre, eni ise 20 m. kadardır. 
Allah Rasülü Veda Haccı’nda Mekke’ye ulaşınca Kâbe’yi tavaf etti ve: “Bundan sonra Safa tepesine çıktı. Orada Cenâb-ı Hakk’a hamd ve şükrünü takdim etti. Buradan inerek Safa ve Merve arasında yedi kere sa’y etti.”(42):Suruç Salih, Peygamberimiz’în Hayatı, İst. 1998, s. 419
 Bir Sa’y için, Safa’dan Merveye 4 gidiş ve Merveden Safa’ya üç geliş gerekir. Erkekler iki yeşil ışık arasında güçlü olduklarını gösterecek şekilde koşarlar. Peygamberimiz de böyle yapmış ki, buna “hervele” deniyor. 
Artık sa’y yapmak üzere safa tepesine çıkınca, her müslüman, adeta bir Hz. Hacer olmalı ve o hadiseyi manen ve ruhen benliğinde yaşamalıdır. Bastığı yer hakkında vahiy geldiğini düşünüp titremelidir. Yanındaki arkadaşlarıyla sohbet içinde yürümek yerine, adap ve erkanı içinde dua ve tefekkür ederek sa’y yapılmalıdır. 
Yazar Ömer Tellioğlu Sa’y yapmaya şu manayı yüklüyor: “Safa-Merve arasında gidip gelmeleriniz size Hz. Hâcer ve Hz. İsmail'i hatırlatır. Bu defa da Hâcer siz olursunuz, gözünüz İsmail'de, Kâbe'de. Safa-Merve arası gider gelir, 'su' istersiniz. Bir farkla ki, siz hatalarınızı, kusurlarınızı, eksik ve zaaflarınızı temizleyecek bir su ararsınız. Bir de himmetiniz âli ise, 'nesil' gibi bir derdiniz, 'Allah'ın adının i'lası' gibi bir davanız varsa, dizlerinizdeki derman nispetinde koşar durur da, 'Rabbim, neslin ateşini söndürmeye su, Rasülüllah'ın gemisini yüzdürmeye su…' dersiniz. 
Yine o suyun ilk kaynağı sizin gözleriniz olur. Safa—Merve arasında yedi kez koşuyorsun. Kimden kaçıyorsun? Kime koşuyorsun? O’ndan kaçıyor ama yine O’na koşuyorsun. O’nun kahrından kaçıp yine O’nun lûtfuna koşuyorsun aslında. O’nun bu halimizle bizi ancak ateşe lâyık gören adaletinden, O’nun lâyık olmadığımız halde cenneti ihsan eden fazlına koşmalı, sığınmalıyız.” 
Safa Tepesi’nin 15 m. kadar berisinde bekar bir delikanlı olan İbni Erkâm’ın evi (Dârü’l-Erkam) vardı ki,  ilk müslümanlar bu evde bir araya gelerek islamiyeti öğrenmiş. Hz. Ömer burada islamiyeti kabul ederek  40. Müslüman olmuş. Şimdi orada bulunan yürüyen merdivenlere, İbn-i Erkam adı verilmiş ve hatırası yaşatılmaya çalışılmış.
Evet! Tavaf ve Sa’yımızı yaptık. Kâbe ve çevresinin tarihi ve sosyal dokusunu da inceledik. 
Artık Kâbe-i Muazzama’nın dışına çıkıp ziyaretlerimize başlayabiliriz. Ama önce daha mühim bir iş daha var. Peki, nedir O?
Mescid-i Haram ve çevresini basiret gözümüzü açarak okumak ve tefekkür etmek için, şimdi de Kâbe’nin en üst katına yürüyen merdivenlerle çıkıyoruz.  Yarınki sohbetimizde inşallah bu hususa temas edeceğiz.