Türkiye’de şimdiye kadar gelmiş geçmiş en uzun boylu insanlardan birisi olan Uzun Ömer’in (Ömer Özkan) ayakkabısı, Bozüyük’te bir ayakkabı mağazasının vitrininde sergileniyor.
Tarihte Türkiye’de yaşamış en uzun boylu insanlardan olan Uzun Ömer’in, Jigantizm (dev hastalığı) nedeniyle, yaşadığı dönemde dünyanın en uzun adamı olarak ünlendiği biliniyor.
Bilecik’in Abbaslık köyünde doğduğu ve İstanbul’da milli piyango bileti satarak geçimini sağladığı bilinen Uzun Ömer’in, kendisi gibi uzun olan 58 numara olan ayakkabısının ise Bozüyük Ziraat Bankası karşısındaki Salih Çengelli’ye ait Ayakkabı Mağazasının vitrininde sergileniyor.
Diğer yandan, Sait Faik’in hikayelerine de konu olan hemşehrimiz Uzun Ömer’in hikayesi ise bazı kaynaklarda şöyle anlatılıyor:
“Jigantizm (dev hastalığı) nedeniyle, yaşadığı dönemde dünyanın en uzun adamı olarak ünlenen Uzun Ömer (Ömer Özkan) Bilecik’in Abbaslık köyünde doğmuştur. Doğduğunda annesi ile babasıyla birlikte 1922’de Yunan İşgalindeki köylerinden kaçarak dağlarda yaşadıkları ve işgal sonrası köylerine döndükleri bilinmektedir.
Yokluk içinden gelen Uzun Ömer ailesiyle yerleştiği İstanbul’da Karaköy Postanesi yanında küçük bir dükkanda milli piyango bileti satmaya başlar. Buranın istimlak edilmesiyle, daha sonraları Galata Köprüsü’nün vapur iskelesi olduğu bir dönemde köprü altında “şans gişesinde” o dönemde satılan Tayyare piyangosu’nu satar.
Uzun Ömer, Sait Faik Abasıyanık’ın 13 Temmuz 1947 yılında yayımlanan, Uzun Ömer isimli hikayesine de konu olmuştur.
“KARYOLASI KIRILDIĞI İÇİN…”
Bu hikayede Sait Faik, Uzun Ömer’den şöyle bahsetmektedir:
”Akşam olunca Ömer efendi gişesini kapar, Köprü’nün merdivenlerini uzun, dalgın bir hülya aleminde çıkar. Kendinden altmışar, yetmişer, seksener santim aşağıda insanların üstüne saffet dolu, hüsran dolu gözleriyle bakarak bir tramvay vatmanının yanında iki büklüm Beşiktaş’taki evine döner. Babasının yemeklerini yerler. Sonra tahtadan yapılmış hususi karyolası kırıldığı için yerde hususi yapılmış şiltesine uzanır, gözlerini kapar, helal süt emmiş bir eş düşünür.”
“YÜZ ELLİ LİRADAN AŞAĞI YAPILMIYOR…”
Sait Faik, bir elbiseyi kaça yaptırıyorsun diye sorduğunda Uzun Ömer, “Onu hiç sorma! Beş yüz liradan aşağı elbise dikmiyorlar bana” karşılığını verir.
Yazar, “pabuçlar” deyince de, Uzun Ömer’in yarasına dokunur: “Hele pabuçlar! Yüz elli liradan aşağıya hiçbir kunduracı ayakkabı yapmıyor. Köselelerin de hali malum. Ne kadar kalın olursa o kadar çürük oluyor. Ne kadar yürümesen üç ayda parçalanıyor.” der.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra her ülke gibi Türkiye’de de yaşanan ekonomik sıkıntıların olduğu dönemde 9 Ocak 1942’de halkın temel ihtiyaçları vesikaya bağlanmıştır ve ekmek karne ile dağıtılmaktadır.
“AĞIR VÜCUDU GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULARAK..”
Bu dönemde Cumhuriyet Gazetesinin 15 Nisan 1942 tarihindeki haberinde Uzun Ömer’den şu şekilde bahsedilmektedir:
“2 metre 25 santim boyunda ve 160 kilo ağırlığında, Bilecikli Ömer isminde birisi, dün sabah vilayette Belediye Başkanı Dr. Lütfi Kırdar’a müracaat ederek 300 gram ekmekle idare edemediğini ve ağır vücudu göz önünde tutularak, kendisine daha fazla miktarda ekmek verilmesini rica etmiştir“
Ömer Özkan, 4 Şubat 1960 tarihinde, insanlara hep yukarıdan baktığı gözlerini 38 yaşında hayata kapadı ve özel bir tabutla defnedildi. 58 numara olan ayakkabıları Galata Köprüsü’nde uzun yıllar sergilendi. İnsanlar bu kez köprü altına Uzun Ömer’i değil, annelerinden, babalarından, arkadaşlarından duydukları bu efsanevi adamın ayakkabılarını görmeye gittiler. (Sunay Akın, ‘Bir Çift Ayakkabı’ adlı kitabından.)