1. Haberler
  2. Manşet
  3. Bayram sabahı, karne sabahıdır

Bayram sabahı, karne sabahıdır

featured

 

  Hüzünlerimizin ebedi surüra; sürurlarımızın da ebedi huzura vesile olabilmesi için, idrak ettiğimiz bayramı iki yüzlü bir madalyon gibi değerlendirmeliyiz. Bu madalyonun bir yüzü bayram coşkusudur; diğer yüzü muhasebe şuurudur.            

İnsan, son nefese geldiğinde doğduğu günden beri taşımış olduğu ruh emanetini, o emanetin asıl sahibi olan Cenab-ı Hakk’a teslim edecektir. Can kuşu ten kafesinden ayrılırken, o anda insana bir hayat boyu doldurduğu karne de gösterilecektir. Karne sahibi, eğer karnesini Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu şekilde salih amellerle doldurmuş ise, melekler o kimseye;“ Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size dünyada iken va’dedilmekte olan cennetle sevinin!” (Fussilet Suresi, ayet:30) ayetinde ifadesini bulan ve kulluk imtihanında sınıfını geçen o kimseye cennet müjdesini verirler. Bu müjdeyi alan bir insan da o anda çocuklar kadar şen ve neşeli olur. Aksi takdirde,  karnesini Allah’ın razı olduğu amellerle doldurmamış olan kimse ise, kırık notlarla dolu olan kulluk karnesini görünce;“Nihayet onlardan birine ölüm gelince, “Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım” der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği boş bir sözden ibarettir”  (Mü’minun Suresi, ayet:99-100)  şeklinde, ayet-i celilede ifadesini bulan derin bir pişmanlık duyacak, acı bir hüsran yaşayacaktır. İnsan, o anda esasında dünyadan ayrıldığına değil; kırık notlarla dolu olan karnesine ağlayacak, ömür sermayesini zayi etmenin tarifsiz pişmanlığı ile ciğeri kavrulacaktır.                                                                                                                       

Son nefesimizde, öncelikle acının yüreğimize düğümlenmesine mani olmak ve çocuklar gibi şen şakrak bir şekilde bu fani alemden ayrılmak istiyorsak; asıl kulluk karnemiz son nefesimizde ilk ve son defa olarak elimize verilmeden evvel; hayatımız boyunca karnemizi her zaman gözden geçirelim. İyi notlarımızı pekiyi seviyesine; kırık notlarımızı da en azından geçer seviyesine getirmeye çalışalım. Bayram sabahları, işte bu anlamda bir ara karne dönemidir.                

Gelin şimdi geri dönelim ve bir ara karne mesabesinde olan Ramazan-ı Şerif karnemize ibret gözü ile bir bakalım. Bu karnede oruç vardı, mukabele vardı, zekat vardı, fitre vardı, teravih vardı,  tevbe istiğfar vardı… ve daha sayamadığımız başka birçok güzel şeyler vardı. Bu sayılanların ve sayılamayanların her biri, adeta birer ders idi. Bu dersleri hallederek ve hakkını vererek, bu karneyi güzel notlarla doldurmak suretiyle iyi bir karne almaya hak kazandık mn?

Hz. Ömer bir sözünde; “Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekin” der. Eğer bir insan hesap vermeden evvel hazırlık yaparak hesaba çıkarsa, hesabını kolay verir. Öyleyse biz de geride bıraktığımız Ramazan-ı Şerif için hesaba çekilmeden evvel kendimizi bir hesaba çekelim. Ramazan-ı Şerif’te bize bahşedilen ve her biri bir cennet tubası olabilecek salih amel tohumlarını nasıl değerlendirdik?  Mesela, Kur’an’a tanımadığımız bir yabancı muamelesi yapıp yaprağını açmayarak, hiçbir mazeretimiz olmadığı halde orucumuzu yiyerek, elimizdeki varlığın emanetçisi değil de sahibi gibi davranıp zekatımızı vermeyerek, bu rahmet çeşmesi sanki bizim için sonsuza kadar akacakmış gibi bir zühulun, bir yanılgının içine düşüp günahlarımıza tevbe etmeyerek, bu gibi salih amel tohumlarını gaflet bataklığında zayi mi ettik?             

Ramazan-ı Şerif,  bir ekim zamanı idi. Oruç, mukabele, fitre, zekat ve daha başka salih ameller de gönül toprağına ekilecek birer tohum idi. Bir fasulye tohumu toprağa dikilir, salih ameller de gönül toprağına ekilir. Ramazan, birlerin binler ile karşılık bulduğu muazzam bir bereket mevsimi idi.  Bu bereket mevsiminde oruç tutmak, Kur’an okumak, fitre ve zekat vermek, teravih coşkusuna katılmak gibi bize verilmiş olan cennet çekirdeği mesabesindeki salih amel tohumlarını gönül toprağına ektik mi? Onları Ramazan’ın rahmeti ile sulayıp Kur’an’ın güneşi ile besledik mi? Bunları yaptı isek, “elhamdülillah”  diyelim, tevazu ile boynumuzu bükelim,  Cenab-ı Hakk’ın sonsuz kereminden ve eşsiz rahmetinden ibadetlerimizin mükafatını birer cennet tubası olarak bekleyelim.                                                                            

Sabah güneş doğduğunda,  herkesin kapısına gelir. Bir yere yağmur yağdığında, herkesin bağına yağar.  Ramazan-ı Şerif de rahmet oldu, herkesin gönlüne yağmak istedi, güneş oldu her sineyi ısıtmak istedi.  Ancak “buyur”  diye yüreğini ve sinesini kim açtıysa, açanın yüreğine yağmur oldu yağdı, sinesine güneş oldu ısıttı. Biz, Ramazan’ın rahmetine bağrımızı, güneşine sinemizi ne kadar açtık?       

Ramazan-ı Şerif’e hakkıyla ev sahipliği yapan, onun bütün güzelliklerine sinesini açan, feyzinden kana kana bereketinden doya doya istifade eden kullardan olmanız dileği ile Ramazan Bayramınız mübarek olsun efendim.

Mevlüt Güder

Bilecik İl Vaizi