Bilecik’e bir saatlik mesafade bulunan Eskişehir’in tarihi mekanları ve termal sularıyla ünlü Sarıcakaya ilçesi ziyaret muhteşem bir tatil ile dinlenme fırsatı sunuyor.
Paleolitik (Eskitaş) dönemine dayanan geçmişi, onlarca yçresel ürünü, sımsıcak hamamları ve Değerli Taş “Kalsedon”gibi kültürel değerleriyle öne çıkan ilçe özellikle hafta sonları şehir dışından binlerce ziyaretçiyi ağırlıyor.
Sarıcakaya
Sarıcakaya tarihi; Sarıcakaya İlçesinde; yerleşik hayata geçişin zamanı kesin olarak bilinmemekle beraber, gerek tarih öncesi, gerekse tarihi devirlerde bölgenin çeşitli uygarlıkların etkisinde kaldığına dair ipuçları bulunmuştur. Eskişehir çevresinde yapılan araştırmalar; bölgede Paleolitik (Eskitaş) döneminde yerleşmeler olduğunu ortaya çıkarmıştır. Hitit ve Firigler döneminde de bölgede yerleşim olduğuna dair izler vardır. Daha sonra bölgede, sırasıyla Lidya (M.Ö: 676-546), Pers (M.Ö:546-331), Helenler (M.Ö.:331-281), Galetler (M.Ö.:280-189) ve Roma İmparatorluğu (M.Ö.: 189-395) dönemleri yaşanmıştır.
Roma ve Bizans dönemlerinde sadece İstanbul’dan Anadolu ve Suriye’ye geçen ana yolun uğrak yeri durumunda olan Eskişehir (Dorylaion), VI. yüzyıldaki sosyal hareketliliğe bağlı olarak önem kazanmaya başlamıştır. Bizanslar döneminde de Orta Sakarya Vadisi etkin olarak yerleşilen yerlerdendir, VIII. yüzyıl başlarında Arap saldırılarına uğramaya başlamış ve 708’de Abbas Bin Velid burayı işgal etmiştir. Ancak yörede Arap egemenliği kısa sürmüş ve Bizanslılar Eskişehir’i yeniden ele geçirmişlerdir.
Araplardan sonra bölge, Türk akınına uğramaya başlamış ve Miryakefolon Savaşının (1176) ardından yapılan antlaşma uyarınca Bizanslılar, Eskişehir’i boşaltmışlardır. Ancak Türklerin yöreye tamamen hakim olmaları 1196’dan sonra gerçekleşmiştir.
XII. yüzyılda Konya’yı merkez yaparak bütün Anadolu’da kalkınma haraketi meydana getiren Anadolu Selçukluları, Marmara tarafına yapılan akınlar için Eskişehir’i kışlak yeri olarak kullanmışlardır. Bu nedenle Eskişehir ve çevresindeki araziler Sultanönü olarak anılmaya başlanmıştır.
Eskişehir bölgesi; Anadolu’nun Moğol hakimiyetine girişi sırasında, Moğol baskısından kaçan binlerce Türkün yerleşme yeri durumundaydı. Bu yıllarda bölge Moğol Valilerinden Coraoğlu Nurettin’in idaresi altındaydı ve oldukça imar görmüştü.
Selçuklular döneminde Eskişehir Selçuklu Türkiyesi’ nin uluslararası ticaretten büyük kazançlar sağladığı ticaret yolları üzerindeydi. Bizans sınırları boyunca uzanan yerler bu dönemde “Uç” olarak adlandırılmaktaydı. Bu uç bölgesinde Türkmen gruplarının kalabalık oluşu burada yeni bir beylik olan Osmanlıların doğuşuna yol açmıştır.
Bu dönemde Akarsu çevresindeki düzlükler; verimli tarım alanları olduğu için kır yerleşmesinde önemli rol oynamışlardır. Bu nedenle Sultanönü Sancağında köy yerleşmeleri oldukça fazla idi. Nitekim bu gün Sakarya nehri boyunca yerleşen ve Eskişehir İlinin kuzey sınırını oluşturan köylerin varlığı 1460’daki tarihlerden beri bilinmektedir. Özellikle Orta-Sakarya Vadisinin ana yollardan uzak olup asayiş bozukluklarından etkilenmemesi buradaki yerleşmelerin çoğunun (Beyköy, Küplü, Laçin, Bozaniç, Gümele, Ilıca, Alpagut) hiç bozulmadan günümüze dek gelmelerine sağlamıştır.
Söğüt ve Göynük dağlarında yaşayan konar-göçer aşiretlerinin XVIII. yüzyılın 2. yarısında sade hayata geçmeye başlamalarıyla, Orta Sakarya’da hem mevcut yerleşmelerin nüfusu artmış, hem de yeni yerleşmeler ortaya çıkmıştır.
Ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte Sarılar ve Baraklar aşiretlerinin bugünkü Sarıkaya ve Camikebir Mahallelerinin bulunduğu mevkilerde kurulup daha sonra bunların birleşmesiyle oluştuğu sanılan Sarıcakaya (Burnaklar Köyü) Tanzimattan önce İzmit Sancağının Göynük Kazasına bağlı iken, daha sonra 1884 yılında Söğüt’e bağlanmıştır.
Cumhuriyet döneminde de Eskişehir’in 1925 yılında vilayet statüsüne kavuşmasının ardından. 17 Nisan 1957 tarih ve 7033 sayılı kanunla adı değiştirilen Sarıcakaya (Eski adı Burnaklar) 1 Nisan 1958 yılında Eskişehir’e bağlı bir ilçe merkezi olmuştur.
Kuşkonmaz Vadisi’ nden Yerli Üretim Kuşkonmaz
Folik asit, vitamin içeriği ve afrodizyak özelliğiyle nam salmış; antik çağlardan günümüze insanlar tarafından bilinen ve tüketilen değerli bir besin olan kuşkonmaz, sofraların yeni vazgeçilmezi… “Asparagus officinalis” çalı bitkisinin baharda toprak yüzeyine uzattığı sürgünleri olan kuşkonmaz, yerli ve taze üretim Sarıcakaya Kuşkonmaz Vadisi markasıyla sofralara konuk oluyor. Sarıcakaya şu anda 350 dekar alanda yapılan üretimiyle Türkiye’de kuşkonmazın merkezidir. İlçemizde üretilen kuşkonmaz hem iç pazara sunulmakta hem de 2020 itibariyle 6 ülkeye ihraç edilmektedir.
Eskişehir’in Sarıcakaya ilçesinin de içinde bulunduğu Sakarya Nehri vadisi kuzeyi ve güneyi sıra dağlarla kapalı olduğundan her ne kadar Orta Anadolu sayılsa da bu korunaklı ve çukur vadi erkenci ve uzun dönem bir üretime izin veriyor. Bölgemizde kuşkonmaz yetiştiriciliğinde uluslararası Globalgap standartlarında üretim yapılmakta.
Kuşkonmazın sarmaşık, avronyes, izvinye, aspariçe, asfaraca, tilki kuyruğu, dilkimen, tilkişen, ayrelli gibi halk arasında farklı isimlerle bilinen yabani türleri aslında geleneksel mutfağımızın bir parçası. Türkiye’de de özellikle büyük şehirlerde yetiştirme kuşkonmazın da tüketici nezdinde bilinilirliği oldukça yüksek.
Kuşkonmazın aslında iki cinsi vardır, bunlar yeşil ve mor kuşkonmazlardır. Ancak bu iki türün herhangi birinin ışık görmemiş toprak altı sürgünlerinin hasat edilmesiyle “üçüncü tür” Beyaz Kuşkonmaz elde edilmiş olur. İlçemizde 3 renk kuşkonmazın da üretimi yapılmaktadır.
Kısaca kuşkonmaz
Antik Yunan ve Roma imparatorluğunda kuşkonmaz besin değeri ve şifalı özellikleri sebebiyle yetiştirilmiştir. 16. yy’dan itibaren Fransa ve İngiltere’de popülaritesi artmıştır. İlk yerleşimcilerle de Amerika’ya kadar ulaşmıştır. Avrupa’da kuşkonmaza “kralların yemeği” denir. Fransa Kralı 14.Louis daha uzun bir süre kuşkonmaz yiyebilmek için ilk özel ısıtmalı seraları yaptırmıştır. Günümüzde kuşkonmaz neredeyse tüm dünyaya yayılmıştır.
Doğal sağlık kaynağı kuşkonmaz
Vücut sistemlerinde detoks görevi gören, anti-aging karşıtı özelliğiyle dikkat çeken, kemik erimesi ve kireçlenmeye karşı etkili, afrodizyak kaynağı kuşkonmaz, son zamanlarda sofraların vazgeçilmezi oldu. Çok yıllık otsu bir bitki olan kuşkonmaz; magnezyum, sodyum, demir, bakır, fosfor, selenyum, çinko, kalsiyum ve mangan gibi mineraller açısından zengindir. C vitamini, K vitamini, B6 vitamini, A vitamini, tiamin ve niasin gibi vitaminler de içerisinde yeterli miktarda bulunuyor. Mineral ve vitamin yönünden oldukça zengin olan kuşkonmaz vücudun ihtiyacı olan maddelerin temininde önemli bir besin maddesidir. Mucize bitkilerden biri olarak kabul edilen; vücudu ve hayatı sağlıklı bir hale getirmek isteyenlerin tercihi kuşkonmaz, bu içeriğiyle güçlü bir idrar söktürücü ve kum döktürücü etkiye sahip. Kalbi güçlendirme ve kanı temizleme özelliği olan kuşkonmaz, sindirimi kolaylaştırıyor. Ayrıca göz sağlığı için de etkili olduğu biliniyor. Lifli yapısı özellikle kabızlık çeken hastalar için bağırsakları çalıştırması yönüyle tavsiye ediliyor.
Anne adayları için folik asit deposu
Folik asit gebelik öncesi ve gebelik döneminde tüketilmesi oldukça önemlidir. Yüksek folik asit ve vitamin içeriği ile kuşkonmaz özellikle hamile ve hamilelik için hazırlık yapanlar için önemli besin kaynağı… Kuşkonmaz, folik asit ihtiyacı için hamileler ve yeni doğum yapan annelerin bilhassa tüketmesi gereken yiyeceklerdendir. Ayrıca kuşkonmazda, emziren annelerin süt üretimi için gerekli hormonlar bulunduğu için yenmesi özellikle öneriliyor.
Türkiye’de ilk kuşkonmaz üretimi
Kültüre alınmış kuşkonmazın ülkemizde ilk kez yetiştirilmesi Cumhuriyet’in kuruluş döneminde olmuştur. Mustafa Kemal, muhtemelen ataşe-askerlik yıllarında Orta Avrupa’da tanıdığı kuşkonmazı sevip peşine düşmüş ve İlk kuşkonmaz yetiştirme girişimi Atatürk’ün isteği üzerine Avrupa’dan kuşkonmaz tohumu getirilmesiyle Yalova Devlet Çiftliği’nde yapılmış.
Kuşkonmaz üretimi
Kuşkonmaz tohumundan elde edilen kuşkonmaz fideleri tarlalara dikilir. Fideler 2 yıl bakımdan sonra üç yaşlarında azar azar ürün vermeye başlarlar. Her bahar toprağın belli bir ısı derecesine ulaşmasıyla uyanan kuşkonmaz kökleri sürgün vermeye başlar. Daha çok Avrupa’da kültürü yapılan kuşkonmazın çeşitleri doğal olarak oraların iklimine göre ıslah edilmiş çeşitleridir. Avrupa’da sezonu ve kısadır, yaklaşık 2 ay sürer, Türkiye’de ise yazların daha uzun olması sebebiyle daha uzun bir dönem ürün alınabilir.
Kuşkonmaz pişirme püf noktası
Beyaz kuşkonmazları ucu dışında tamamı, yeşil kuşkonmazın ise alt 1/3’lük kısmının kabuğu soyulur. Diplerinden 2 cm kadar bir kısmı kesilerek atılır. Kuşkonmazlar tuzlu kaynar suda 4 dakika haşlanır. Daha sonra suyu süzülüp, soğuk veya buzlu suya alınarak pişme süreci durdurulur. Mor kuşkonmazların şeker içeriği daha fazla olduğundan çiğ tüketime daha uygundur veya çok az pişirilebilir.
Değerli Taş “Kalsedon”
Eskişehir’de kalsedon yataklarından binlerce yıldır taş çıkarılmaktadır. Kalsedon Hitit ve Urartu dönemleri boyunca buradan çıkarılıp kullanılmıştır.
Daha sonra Romalılar döneminde ise taşın ihracı çok yüksek seviyelere ulaşmıştır. Romalılar döneminde taşın bugünkü İstanbul Kadıköy’deki limandan ihracat için sevkiyatı yapılmaya başlanmıştır. O dönemlerde Kadıköy küçük bir Antik Yunan kasabasıdır ve adı da Chalkedon’dur. Kalsedon taşı, adını bu küçük liman kasabasından almıştır.
Eskişehir “süs taşı” ve “mavi altın” olarak bilinen Kalsedon madeni bakımından da çok zengindir. Eskişehir’in ve yöresinde özellikle Sakarya Nehri’nin oluşturduğu Sakarya Vadisi ve çevresinde kalsedon, süt opal, dentiritli opal, krisopras, japer, yeşil opal, agat ve benzeri süs taşları bol miktarda bulunmaktadır. Sarıcakaya, Seyitgazi ve Bolu sınırında mavi kalsedon, Sarıcakaya ilçesinde mor kalsedon ile pembe kalsedon, bantlı kalsedon ve gröna taşı bulunmaktadır
Eskişehir’de en çok Mayıslar köyündeki Mayıslar Dağı’ndan çıkarılmaktadır. Dozer yardımı ile kazılan ocaktan çıkarılan kalsedon taşı, işçiler tarafından toprağın içinden toplanıp kalitesine göre ambarlanmaktadır. Ardından işlenmek üzere Uzak Doğu’ya gönderilmektedir.
Huzur verici mavi rengiyle tanınan bir taştır. Tansiyon düzenleyici etkisi çok meşhurdur. Eski kültürlerde kalsedonun ruhu ve inancı olumlu şekilde etkilediğine, uyku sorunlarını tedavi ettiğine inanılırdı. Bunun dışında her kalsedon çeşidine farklı bir tedavi edici güç ve önem atfedilmiştir.