Anadolu Tarih Öncesi Dönemlerine Yeni Katkılar sağlayan İnhisar Gedikkaya Mağarası MÖ 14500-4500 yıllarına dayanıyor.
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Arkeoloji Bölümü Deniz Sarı’nın belleten.gov.tr sitesinde yer alan kayıtlarda mağaranın tüm gizemi yer alıyor.
Bilecik İnhisar’da yer alan ve Orta Sakarya Vadisi’nin yerleşime elverişli mağaralarından olan Gedikkaya Mağarası’nda gerçekleştirilen çalışmalar bugüne dek bilinen tarihöncesi dönemlerdeki insan hareketliliğine sahne olan Kilikya-Konya Ovası-Eskişehir-Bozüyük hattı gibi yaygın ana güzergahlara ek olarak Orta Sakarya Vadisi üzerinden, Kuzey Anadolu Fay hattı boyunca ve/veya Karadeniz’in kuzey kıyısı boyunca da bir hareketlilik ve kültürel etkileşimin varlığına işaret etmektedir, Doğu Akdeniz ve Orta Anadolu kültürleri ile Kuzey Ege, Balkan ve Avrupa kültürleri arasındaki ilişkileri ortaya koymak bağlamında yeni veriler sunmaktadır. Gedikkaya Mağarası, Epi-paleolitik, Neolitik ve Kalkolitik olmak üzere üç farklı dönemde kısmi olarak iskân edilmiştir. Mağarada, şimdilik bilinen ilk yerleşim Epi-paleolitik Dönem’e denk gelen MÖ 14500’lere aittir. Mağaranın iskân edildiği en geç tarih ise Orta Kalkolitik Dönem’e denk gelen MÖ 4500’lerdir. Gedikkaya Mağarası’nda iskân büyük oranda iklim olayları ile ilişkilendirilen ama yine de tam olarak kesinleşmemiş sebeplere bağlı “kültürel kırılmaların” olduğu dönemlere denk gelmektedir.
GÖ 50000-42000 yılları modern insanın Afrika Kıtası’ndan çıkarak Levant ve Anadolu üzerinden Avrasya’ya ulaştığı süreçtir. Bu hareketliliğe sahne olan güzergahlar üzerinde yer alan yerleşmeler veya buluntular Yakındoğu Ahmarian veya Avrupa Aurignacian kültürel gelişimi içinde değerlendirilmektedir. Türkiye’de en geç GÖ 28000’e tarihlendirilen Üst Paleolitik Dönem’de, Akdeniz Bölgesi’nin batısında Karain Mağarası Aurignacian kompleksinde değerlendirilirken, bölgenin doğu ucunda yer alan Üçağızlı Mağarası Ahmarian kültür kompleksinde değerlendirilmektedir. Marmara Bölgesi’nin Karadeniz kıyı şeridi üzerindeki yüzey araştırmaları ile saptanmış bazı merkezler, bu bölgede Üst Paleolitik Dönem’in sadece erken evrelerini içeren bir Aurignacien kültürünün varlığını ortaya koymuştur[1] . Gedikkaya Mağarası’nda Epi-paleolitik Dönem tabakaları altındaki dolgularda bu sürecin temsil edilmiş olma ihtimali yüksektir; hayvan kemiğinden elde edilen yaş tayini analizi sonucunda, GÖ >48618 olan Karbon 14 yaşı elde edilmiştir[2] . Mağarada karışık dolgularda ele geçirilen bazı malzeme grupları bu tarihi desteklemekle beraber, söz konusu dolgunun bir kültür tabakası olup olmadığı, diğer bir deyişle modern insanın Afrika’dan Avrupa’ya yayılım sürecinde Gedikkaya’nın bir durak olup olmadığı daha geniş alanda yapılacak kazı çalışmaları ile netlik kazanacaktır.
Yakındoğu’da, ilk yerleşik hayata geçen avcı toplayıcı toplulukları temsil eden süreç, Paleolitik Çağ ile Neolitik Çağ geçişinin kesintisiz bir şekilde takip edilebilmesinden dolayı Epi-paleolitik Dönem olarak tanımlanır ve kabaca MÖ 20000 ile MÖ 9500 yılları arasına tarihlendirilir. Epi-paleolitik Dönem’in geç aşaması olan MÖ 12500-9500 yılları, Levant’ta Natuf kültürü ile temsil edilmektedir. Epi-paleolitik Dönem, bölgelere göre bazı farklılıklar göstermekle beraber en genel şekli ile mikroburinler ve ince düzeltili dilgiciklerden sırtlı dilgiciklere ve sonrasında geometrik mikrolitlere evrilen bir yontma taş endüstrisinin yanı sıra havan, havan eli ve el taşı taşlarından oluşan sürtme taş aletler, diş ve deniz kabuklarından süsleme objeleri ile karakterize olmaktadır[3] .
Türkiye’de, Epi-paleolitik Dönem içeren buluntu yerlerinin çoğu mağaralar, kaya altı sığınakları, açık hava yerleşimleri ve işlik alanlarından oluşmaktadır. Akdeniz Bölgesi’nin batısında, Antalya’da, sistematik kazılar sonucunda Karain B, Öküzini ve Kızılin gibi mağara yerleşmelerinden elde edilen buluntu grupları, radyokarbon tarihleri ile Epi-paleolitik Dönem’in baştan sona tüm aşamalarını ortaya koymuştur[4] . Yoğun olarak Öküzini’nden bilinen, iç yüzeylerinde düzeltisi olmayan, yoğun yarımaylar ve geometrik mikrolitler ile temsil edilen Anadolu’ya özgü yerel mikrolitli endüstriler olarak tanımlanan grup bölgenin Epi-paleolitik kültürünü temsil eder[5] .
Geç Epi-Paleolitik Dönem’e denk gelen kabaca MÖ 14000/12000’lerde ise Ege’de ve Akdeniz Bölgesi’nin batısında Ballık ve Girmeler Mağaraları, doğusunda Direkli Mağarası, Eşek Deresi, İç Anadolu’da Pınarbaşı B, Kuzeybatı Anadolu’da Yarımburgaz ve bu makalenin konusunu oluşturan Gedikkaya gibi mağaralar ve kaya sığınakları yeniden veya ilk kez iskân edilmiştir. Girmeler Mağarası geometrik mikrolitleri ile Antalya Bölgesi ile ilişkilendirilirken, Direkli Mağarası, Eşek Deresi ve İç Anadolu’da Pınarbaşı B çoğunluğunu yarımayların oluşturduğu mikrolitler, dentalium boncuklar, öğütme taşları ile temsil edilen Epi-paleolitik Dönem buluntuları Natuf kültürüyle ilişkilendirilmektedir[6] .
MÖ 11000’lerde, Ege ve Akdeniz Havzalarında avcı toplayıcı göçebe topluluklar hakimken, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ise kültür tarihimizdeki önemli gelişmelerin ve kırılmaların izi sürülebilmektedir. Yukarı Dicle Vadisi’nde, Batman Hallan Çemi yerleşmesi avcılık ve toplayıcılık yapan, tam yerleşik bir köy yerleşiminin en erken örneğini temsil eder. Yontma taş alet endüstrisi, havan elleri gibi buluntulardan yola çıkarak, burası Toros-Zagros yayı üzerinde yer alan kültürel oluşum içinde değerlendirilmiş ve Epi-paleolitik Natuf kültüründen ziyade Şanidar ve Zawi Çemi gibi yerleşmelerle temsil edilen Zarzi kültürü ile ilişkilendirilmiştir[7] .
MÖ 9500’lerde yaşanan önemli sosyal ve kültürel gelişmeler Yakındoğu’da Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’in başlangıcını tayin eder. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, avcı toplayıcı geçim devam ederken, yoğun bir yerleşik yaşam söz konusudur. Dicle Havzası’nda Çayönü, Körtiktepe ve Fırat Havzası’nda Göbeklitepe, Karahantepe, Sayburç gibi ileri düzeyde mimarlık barındıran yerleşmeler, farklı ölçüde anıtsallıkta dikilitaşlar, kült alanı, özel yapılar ile karakterize olur. Yırtıcı ve yabani hayvanların ve zamanla insanların betimlendiği sembolizm içeren ritüel uygulamaları bu yerleşmelerde gelişkin kültüre ve karmaşık yapıya sahip bir toplumun yaşadığını ortaya koyar[8] .
MÖ 8500’lerde Yakındoğu’da çiftçiliğin ilk aşamaları başlar. İç Anadolu’da ise Aşıklı, Boncuklu, Can Hasan, Aşıklı Höyük ve Musular gibi yerleşmelerde yapılan kazılar, önceleri sadece Bereketli Hilal üzerinde saptanan Üretimciliğe Geçiş Aşaması’nın (PPNB) Konya Ovası ve doğusundaki dağlık bölgede de büyük oranda temsil edildiğini göstermiştir[9] . Neolitikleşme olarak tanımlanan bu süreç, MÖ 7000’lerden itibaren Konya Ovası’nda Çatalhöyük ve Kapadokya Bölgesi’nde Tepecik Çiftlik gibi yerleşmelerde üst üste birçok tabaka ile temsil edilen Erken Neolitik Dönem ile gelişerek devam eder[10].
Ege ve Marmara sahil kesimlerinde ise Üst Paleolitik Dönem yerleşimlerine -her ne kadar deniz sevilerinin yükselmesiyle batan kıyı şeridi sebebiyle yerleşimlere ulaşılamama ihtimali yüksek olsa da- rastlanmamıştır. Bunun yanı sıra Neolitik yaşam biçiminin gelişkin öğeleri ile ortaya çıkmasından dolayı Üst Paleolitik ve Neolitik Dönemler arasındaki söz konusu zaman dilimi çoğunlukla Epi-paleolitik yerine Mezolitik Dönem adı ile anılmaktadır[11]. MÖ 8200-7600’lere tarihlendirilen Fethiye Girmeler Erken Holosen tabakaları ile Bozburun ile Karaburun yüzey araştırmalarında saptanan yontma taşlar içinde ise bu defa Ege ilişkilerine işaret eden yonga-dilgicik endüstrisi hakimdir[12]. Girmeler Mağarası’nda, MÖ 9. bin yılın sonuna tarihlenen, kireç tabanlı yapılar, ocaklar ve kil silolar ile yabani arpa gibi bitki kalıntıları, yaban domuzu, kızıl geyik, ala geyik ve yaban tavşanı gibi hayvan kalıntıları burada İç Anadolu ile eşzamanlı, avcılık ve toplayıcılık yapan yerleşik toplumların varlığına işaret etmektedir[13]. Kireç taban uygulaması ve bölgenin Mezolitik geleneğini yansıtan yonga teknolojisinin MÖ 7. binyıl boyunca da devam etmesi, İç Anadolu yerine Melos obsidyeninin kullanılması gibi ölçütlere dayanarak güney Ege sahil kesiminin Neolitikleşmesinin, bölgede yer alan yerel toplulukların etkisiyle gerçekleşmiş olabileceği düşünülmektedir[14].
Kuzeybatı Anadolu’da Ağaçlı, Gümüşdere ve Domalı gibi yüzey araştırmalarına dayanan yerleşmeler ile temsil edilen Epi-paleolitik kültürü ise silindirik veya prizmatik dilgi çekirdekleri, sırtlı dilgicikler, mikro ön kazıyıcılar ve çok az sayıda geometrik mikrolit ile karakterize olmaktadır[15]. Söz konusu grup, MÖ 9 ve 8. binyıllara tarihlendirilen Epigravetien geleneği içinde tanımlanmaktadır. Bulgaristan’ın güneyinden Marmara Denizi’nin kuzey kıyılarına ve Karadeniz’in batı kıyılarına kadar olan bölgede ortak bir yontma taş tipolojisinin varlığından bahsedilirken, çekirdek işleme süreçlerindeki farklılıklardan dolayı, Ağaçlı-Domalı Epi-paleolitik geleneği Epigravetien[16] endüstri içinde ‘Karadeniz Havzası Doğu Gravette’ geleneği olarak da adlandırılan yerel bir alt grup olarak tanımlanır[17].
Kuzeybatı Anadolu’da, Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’in bir süreç olarak yaşanmış olabileceğini, diğer bir deyişle yerel avcı toplayıcılığa dayalı yaşam biçiminin besin üretimine dayalı yaşam biçimine evrildiğini gösteren veriler henüz yeterli değildir[18]. Marmara Denizi’nin güneyinde, Musluçeşme ve Çalca gibi yerleşmelerin yanı sıra İç Kuzeybatı Anadolu’da, Eskişehir bölgesinde yer alan Keçiçayırı, Kalkanlı ve Asarkaya’da ele geçirilen ve Epi-paleolitik Ağaçlı geleneğinden farklı bir geleneğe sahip, makro dilgiler ve makro deliciler ile karakterize olan yontmataş endüstrisi Konya Ovası’nın -özellikle doğu kesiminde uzun bir geleneğe sahip olan- Çanak Çömleksiz Neolitik kültürü ile ilişkilendirilmektedir[19]. Neolitikleşmenin ilk izlerini taşıyan bu yerleşmeler, çiftçilikten çok avcılığa ve hayvancılığa uygun ve dağlık olarak nitelendirilebilecek yüksek kesimlerde yer almaktadır[20]. Musluçeşme’de ele geçirilen yontma taş endüstrisinin yanı sıra Ağaçlı kültüründe saptanmamış olan sürtme taş balta parçalarının varlığına dayanarak bu süreç yeni yeni ortaya çıkan Neolitik topluluklarla ilişkiler içinde olan Mezolitik yerel gelenekli bir yerleşim olarak tanımlanmıştır[21]. Bölgede, MÖ 8. binyıla dair bulgular Yarımburgaz 6[22] ve Gedikkaya 2C gibi mağara yerleşmelerinde ise yoğun bir malzeme grubu ile temsil edilmese de özellikle sürtme taş buluntular üzerinden sürecin izleri takip edilebilir. Yoğun bir insan hareketliliğine sahne olan bölgede, bu oluşum sürecinde mağaraların da yeniden iskân edildiği anlaşılmaktadır.
MÖ 8. binyılın çok sonunda ise kabaca Erken Neolitik Dönem’in ilk aşaması olan zaman diliminde ise (MÖ 7100-7050), Bilecik’te, İnhisar’da Gedikkaya Mağarası 2B2’de ve Merkez ilçede Bahçelievler’de çok az miktarda da olsa erken çanak çömlek saptanmıştır. Bahçelievler’de MÖ 7. binyılın tamamında iskân izlerine rastlanırken[23]; MÖ 6600’lere dek, Kuzeybatı Anadolu’da yerleşik köy statüsünde yerleşmelere dair veriler yok denecek kadar azdır.
MÖ 6600’lerde, İç kuzeybatı Anadolu’da Keçiçayırı, Demircihöyük ve Barcin Höyük’te ilk yerleşmeler kurulmuştur[24]; Gedikkaya Mağarası’nda geçici süreyle konaklanılmıştır (MÖ 6600-6450). Söz konusu yerleşmelerde tam bir yerleşik yaşama işaret etmeyen ve sınırlı alanlarda saptanmış taban altı veya taban üstü yuvarlak yapı ve ahşap dikme deliklerinden oluşan belli belirsiz mimari izler, çanak çömlek buluntuları, Gedikkaya Mağarası’nda saptanan aykırı bazı gömü uygulamaları gibi bulguları içeren süreç, Ege, Balkan, Orta ve Kuzey Anadolu arasında geçiş bölgesi konumunda olan ve gelişli-gidişli insan hareketliliğine sahne olan Kuzeybatı Anadolu’da, dışarıdan gelen topluluklar ile yerel toplulukların bir araya geldiği bir yapılanma süreci ile temsil ediliyor gibi gözükmektedir.
MÖ 6300’ler ile Gedikkaya Mağarası’nda ise yerleşim izlerine rastlanmazken, Marmara Bölgesi’nde yoğun yerleşim söz konusudur; Menteşe, Aktopraklık C, Fikirtepe, Pendik’te ilk kez yerleşilir. Çiftçilik, avcılık ve de balıkçılık ile geçinen köy yerleşmelerinin hâkim olduğu bölge MÖ 5800’lere dek Fikirtepe Kültürü ile karakterize olur[25]. Çatalhöyük VII-IV. katlarda Orta Gelenek olarak tanımlanan çanak çömlek ‘pervaz dudaklı kaseler, s-profilli kaseler, basık boyunlu çömlekler ve ip delikli tutamaklar’[26] gibi belirleyici özellikleri ile Arkaik Fikirtepe çanak çömleğinin de tanımlayıcı unsurlarını yansıtır. Kabaca MÖ 6200’lerden itibaren ise Arkaik Fikirtepe’den farklı olarak daha canlı yüzeylere sahip koyu yüzlü malların, az da olsa kırmızı astarlı malların, tüp tutamakların ortaya çıkması, çizi bezemenin yaygınlaşması gibi özellikler gösteren Klasik Fikirtepe kültürü hakimdir[27]. Kuzeybatı Anadolu’da bu süreçte kültürel bir kırılma yoktur. Bununla beraber Menteşe ve Barcın’da yerleşim son bulurken Ilıpınar’da ilk yerleşim başlar. Gedikkaya Mağarası ise yeniden iskân edilmiştir.
Aynı süreçte Konya Ovası’nda kültürde bir kesinti olmazken mimari ve ölü gömme geleneklerinde önemli bir değişiklik görülür. MÖ 6200-6000’lerde, Çatalhöyük’te 0-I katlarda, bölgede 2000 yıllık geleneğe sahip kümelenmiş mahalle düzenlemesi son bulur, kapı, cadde ve sokaklar ortaya çıkar ve artık birbirinden bağımsız sosyal kimlikleri olan haneler söz konusudur. Ölü gömme geleneklerinde ise Gedikkaya Mağarası’nda biraz daha erken bir aşamada rastlanan uygulamalarla ilişkiler kurulabilir; Çatalhöyük’te önceki gibi gömmek yerine zemin üzerine, kafatasları ve diğer kemikleri ayrıştırılarak yerleştirilen ve üzerleri kireç kaplanarak yakılmış, hayvan ve insan iskeletlerinin yığın hâlinde bir arada bulunduğu yeni uygulamalarına rastlanır[28].
MÖ 6000-5800 arası, Gedikkaya Mağarası’nda 2A tabakasında ele geçirilen çanak çömlek içinde Fikirtepe Kültürü’nden farklı, Balkanlar, Trakya, Kafkaslar ve bir yandan da Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu kültürleriyle ilişkilendirebileceğimiz yarımay, kurtçuk, yumrucuk kabartma bezeme, baskı, baskı-bant bezeme, içi beyaz dolgulu çizi ve nokta bezemeli gibi öğeler yer almaktadır. Bu süreçten sonra mağarada MÖ 5300’lere dek iskân olmamıştır.
8.2 ka olayı olarak anılan ve günümüzden yaklaşık 8200 yıl önce yaşanmış hızlı iklim değişikliği iki evreli (MÖ 6600-6300 ve 6300-6000) olarak tanımlanmıştır. Bu süreçte, Güneydoğu Anadolu’da ve Doğu Akdeniz’de alçak bölgeleri ve sahil kesimindekiler dâhil tüm yerleşmeler terk edilmiştir[29]. Yakındoğu’da çok sayıda yerleşimin son bulduğu söz konusu bu iklim olayının erken evresinde, Orta Anadolu’da önceki dönemden evrilen bir kültüre ve yeni bir yapılanmaya işaret eden yukarıda bahsedilen gelişmeler olurken, geç evresinde Güney Ege ve Göller Bölgesi’nde Geç Neolitik Dönem’in başlangıcını belirleyen unsurlardan olan ve Hacılar Kültürü olarak tanınan geleneği temsil eden kırmızı boya bezemeli çanak çömlek ortaya çıkar.
MÖ 6000’den itibaren ise Konya Ovası’nda bazı höyüklerde yerleşim hemen yakınına taşınırken (Batı Çatalhöyük ve Can Hasan I Höyüklerinin iskân edilmesi), bazıları ilk kez iskân edilir (Köşk Höyük). Göller Bölgesi’nde ve güney Ege sahil kesiminde, kabaca MÖ 5800 ile tarımcı köy topluluklarını barındıran bölgede iskân son bulur[30]. Hacılar kültürünü temsil eden kırmızı/beyaz boya bezemeli çanak çömleğin Karain ve Latmos‘da yer alan mağaralarda saptanması[31], bölgedeki gruplardan bir bölümünün tepelik alanları ve mağaraları iskân ettiğini göstermektedir. Güneybatı Anadolu’da yerleşmelerin son bulmasıyla buradaki insan gruplarının bir kısmı yakın bölgedeki yüksek alanlara yerleşirken bir kısmı da sahilden Trakya’ya veya İçbatı Anadolu platosu üzerinden Eskişehir’e gelerek boyalı çanak çömlek öğesini getirmiş gibi gözükmektedir. MÖ 5800’den sonra MÖ 5300’lere dek Gedikkaya Mağarası’nın iskân edildiğine dair veri yoktur; buna karşın MÖ 5800’lerde, Porsuk Vadisi’nde, Porsuk Kültürü olarak tanınan kültürü temsil eden baskı, nokta, kazıma, yiv bezemeli koyu yüzlü çanak çömlek ile Hacılar Kültürünü karakterize eden kırmızı boya bezemeli çanak çömleğin bir arada bulunduğu Kanlıtaş ve Orman Fidanlığı gibi tepeüstü yerleşmeleri kurulmuştur[32]. Eş zamanlı olarak, Marmara Bölgesi’nin batısında Yarımburgaz Mağarası’nda IV. tabakada iskân izlerine rastlanırken, Trakya’da Aşağı Pınar gibi yeni yerleşmeler kurulur[33].
MÖ 5800’lerden sonra, Marmara Bölgesi’nde yerleşme yoğunluğu Balkan etkilerinin ilk görüldüğü MÖ 5500/5400’lere kadar devam eder ve sonrasında Güney Marmara sahil kesiminde MÖ 4. binyıla dek bir yerleşim boşluğu olur; Trakya, Gelibolu ve Marmara Denizi’nin kuzeyinde ve Gedikkaya Mağarası’nın yer aldığı Orta Sakarya Vadisi’nde ana hatlarıyla kültürel bir bütünlüğün oluştuğu Toptepe ve Kumtepe IA olarak tanımlanan kültürler hakimdir. Gedikkaya Mağarası’nda kabaca 5300-4800 yıllarında iskân izlerine rastlanır; Kanlıtaş ve Orman Fidanlığı I-IV’ün hemen arkasından gelen bu zaman dilimde, bölgenin sakinlerinden bazı gruplar yeniden mağarayı iskân etmiş gözükmektedir; boynuz kulpların yanı sıra görülen boyalı çanak çömlek bu defa daha ince çizgisel motiflerle kahverengi ve siyah üzerine beyaz boyama şeklinde uygulanmıştır. Bunun yanı sıra mermer kaplar ve Kilia figürini aynı kontekstte ele geçirilmiştir.
Gedikkaya Mağarası’ndaki tarihöncesi dönemlerdeki son iskân izleri MÖ 4750- 4500 arasındadır; monokrom çanak çömleğin yoğunluk oluşturduğu, boyalı çanak çömlek ile nokta ve çizi bezemeli çanak çömleğin yok denecek kadar çok azaldığı bu zaman diliminde, bu defa Orta Sakarya Vadisi’nden Karadeniz Bölgesi’ne doğru bir hareketlilik gözükmektedir. Siyah üzerine beyaz boyama, boynuz kulp gibi uygulamalar Sivrihisar dağlarının doğu kesiminden (Yazır), Batı ve Orta Karadeniz’e (İnönü Mağarası V, İkiztepe, Dündartepe Tekkeköy) ve Kuzey Orta Anadolu’ya dek (Çadır Höyük, Alişar, Alaca Höyük, Büyükkaya) yayılım alanı bulur[34], bölgede Orta/Geç Kalkolitik Çağ’ın başlangıcını tayin eder ve bu özellikler MÖ 3. binyıl içlerine dek devam eder.
Gedikkaya Mağarası Konumu ve Araştırma Tarihçesi
Gedikkaya Mağarası, Bilecik ili İnhisar ilçesinin yaklaşık 1 km güneydoğusunda, Gedikkaya Mevkii’nde yer alan Gedikkaya Nekropolü içerisinde bulunmaktadır. İn Mağarası olarak tescillenmiş olan mağara İnkaya olarak adlandırılan kayalık tepenin kuzeye bakan yamacında, tamamen Sakarya Vadisi’ne hâkim bir konumda yer alır (resim 1). Mağaranın hemen önündeki yamaçlar üzerinde yoğun olarak klasik dönemlere ait yapı kalıntıları bulunmaktadır. Mağaranın yaklaşık 500 metre kuzeyinde ise Tekyönlü olarak anılan mevkide, çalılıklar arasında Orta Çağ yapıları yer almaktadır. Bu yapılara ait kalıntılar içinde bir çukur açılmıştır; atılan toprak yığınında MÖ 3. binyıl sonu-MÖ 2. binyıl başları için karakteristik olan çanak çömleğe rastlanmıştır.
Mağara güney yönünde dağın içine girer. Mağara ağzı kuzeye açılmaktadır. Mağaranın ağzı 6 metre genişliğinde ve 3,5 metre yüksekliğindedir; deniz seviyesinden yüksekliği 354 metre, kuzeyinden akan Sakarya Nehri’nden yüksekliği ise 180 m ve yol seviyesinden yüksekliği ise 125 metredir. Mağaranın tüm uzunluğu yaklaşık 180 metre kadardır; içinin seviyesi ise yak. 15-20 metre yüksekliğe ve genişlik ise 30 metreye ulaşmaktadır. Gedikkaya Mağarası, Üst Jura-Alt Kretase yaşlı Bilecik kireçtaşları içinde gelişmiştir[35]. Büyük bir çöküntü mağarası olan ve ana galeriyi oluşturan iç kesimde ise yer yer 10 metreden fazla kalınlığa sahip kalker blokları tavandan koparak oda zeminini kaplamıştır. Mağara kireçtaşındaki çatlakların aşındırıcı genişlemesiyle oluşmuştur; iki veya birkaç tektonik kırılma yönü geçirmiştir. Mağaradaki kalkerler tektonik bakımdan şiddetle yarılmıştır. Yeraltı suyunun aşındırıcı etkisiyle tabakalı alanlar oluşmuştur. Bu kesim yarasaların doğal yaşam alanını oluşturmaktadır. Ana galeride, bugün büyük oranda kapanmış olmakla beraber ışığı ve havalandırmayı sağlayan doğal bir baca açıklığı yer almaktadır. Üst ve alt mağaralar olmak üzere üç kesimden oluşan mağarada alt kesimde yer alan damlataş oluşumlar son derece ilgi çekicidir. Mağarada 1960 yılında Karl Heinz Rupprecht fosforit araştırmaları kapsamında MTA adına çalışmalar gerçekleştirmiş, mağaranın planını çizip raporlamıştır[36]. 2001 yılında ise MTA adına Lütfi Nazik başkanlığında bir ekip Orta Sakarya Havzası doğal mağaraları projesi kapsamında mağarayı ziyaret etmiş ve raporlamıştır[37]. Bununla beraber tüm bu araştırmalar sırasında mağaranın içinde yer alan arkeolojik malzemenin varlığından bahsedilmemiştir. Gedikkaya Mağarası içerisinde çok yoğun bir Prehistorik Dönem kültür dolgusunun yer aldığı, Deniz Sarı başkanlığında yürütülen “Bilecik İli ve İlçelerinde Kültürel Mirasın Belgelenmesi” konulu Bilecik İli Arkeolojik Yüzey Araştırmaları sırasında 2017 yılı sezonunda ilk kez saptanmıştır[38]. Araştırmalar sırasında, mağaranın içinde ve etrafında film çekimi, kaçak kazı gibi çok çeşitli sebeplerden yoğun bir tahribat tespit edilmiştir. MTA’nın 1960 yılı raporunda “Tünel biçimindeki giriş yeri 4 m’den fazla kalınlıkta koyu gri renkte killi toprakla dolmuş olup, bu tabakanın üstünde yer yer sulp açık gri toprak (75 cm kadar kalın) yer almaktadır” ifadesi yer almaktadır[39]. Bu bağlamda mağaradaki tahribatın boyutu oldukça büyüktür ve Geç Kalkolitik Çağ tabakaları büyük oranda kesilmiştir.
2019-2022 yılları arasında T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilecik Müzesi’nin başkanlığında ve Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Deniz Sarı’nın bilimsel danışmanlığında bir ekip tarafından yürütülen kazı çalışmaları gerçekleştirilmiştir[40]. Söz konusu çalışmalar T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi ve İnhisar Belediyesi’nin destekleri ile gerçekleştirilmiştir.
Tabakalanma
Gedikkaya Mağarası’nda bugüne dek Paleolitik, Neolitik ve Kalkolitik olmak üzere üç farklı dönemde yerleşilmiştir; bunun yanı sıra düzensiz bir şekilde Hellenistik Dönem’e ait az sayıda ele geçirilen malzeme; mağaranın ön kesimlerinde yer alan yerleşim sakinlerinin zaman zaman belli amaçlarla mağarayı ziyaret ettiğine işaret etmektedir.
Mağarada, Paleolitik ve Neolitik Dönem tabakalarından elde edilen kemik ve kömür örneğinden alınan Karbon 14 yaş tayini analizlerinin[41] kalibre edilmiş sonuçlarına göre şimdilik bilinen en eski kültür tabakası 3. Tabakadır. 3. Tabakaya ait kalibre edilmiş Karbon 14 tarihlendirmesi Epi-paleolitik Dönem’e denk gelen MÖ 13309-13023, MÖ 14495-14121 ve MÖ 11227-11131 yıllarını vermiştir.
Neolitik Dönem’e tarihlendirilen 2. tabaka ise en azından üç evre içermektedir (2A, 2B, 2C). Gedikkaya Mağarası’nda Neolitik Dönem’e ait en erken tarihler MÖ 8. binyıla denk gelmektedir. Karbon 14 analizlerinden MÖ 7946-7641; MÖ 7520-7319 kalibre edilmiş tarihleri elde edilmiştir. Bununla beraber, MÖ 8. binyılın ikinci yarısına tarihlenen 2C tabakası konteksti henüz stratigrafik bir alanda açığa çıkarılmamıştır; mağaradaki çeşitli tahribatlardan dolayı üst dönem dolguları ile karışık bir şekilde saptanmıştır.
2B tabakası Neolitik Dönem’in erken evresine denk gelmektedir. Eldeki kalibre edilmiş MÖ 7187-7046 tarih aralığı, Mağarada, Ön Neolitik Dönem’de (2B2) ve yine MÖ 6591-6542; MÖ 6593-6451; MÖ 6246-6077 tarihlerinde Erken Neolitik Dönem’de (2B1) yerleşilmiş olduğunu göstermektedir. Neolitik Dönem’e ait en yoğun buluntular kalibre edilmiş MÖ 5990-5831 tarihlerini veren Geç Neolitik Dönem tabakasına aittir. Geç Neolitik Dönem’e denk gelen 2A tabakasında, platform olarak adlandırdığımız birimin hemen önünde Epi-Paleolitik Dönem’e ait killi dolgu kesilmiş ve içine yaklaşık 60-70 cm derinlikte ve 4 m çapında bir çukur açılmıştır.
Kalkolitik Dönem ise mağarada 1. tabaka ile temsil edilmektedir. Mağarada prehistorik tabakalara ait en geç tarih ise MÖ 4416-4456 aralığını vermiştir. Erken Kalkolitik Dönem olarak kabul edilen 1B tabakasına ait Karbon 14 tarihlendirmesi MÖ 5316-5212 ile MÖ 5041-4879 tarihlerini vermiştir. Orta Kalkolitik Dönem’e tarihlendirilen 1A tabakasına ait iki adet kalibre edilmiş Karbon 14 tarihi bulunmaktadır. Bunlar MÖ 4729-4584; MÖ 4616-4456’dir.
Mağaranın mutlak ve göreli tarihlendirmeler esas alınarak oluşturulmuş tabakalanması aşağıdaki gibidir:
Paleolitik/Epi-Paleolitik Dönem (3. Tabaka)
Epi-Paleolitik Dönem bulguları mağaranın batı duvarı boyunca ve duvarda oluşmuş doğal nişler içerisinde saptanmıştır (resim 2a.1-3). Mağara girişinden yaklaşık 20 metre ileride mağaranın giriş zeminini oluşturan killi sarı dolgu üzerine tavandan koparak oturmuş, ‘platform’ olarak adlandırdığımız kalker bloklarının altında Pleistosen sonlarına tarihlenen dolgular başlamaktadır. Söz konusu alanın hemen önünde 2×2 metre boyutlarındaki alanda yaklaşık 15 cm kalınlığında yanık bir dolgu saptanmıştır; herhangi bir malzeme içermeyen yanık dolgunun hemen altında ise blok levha şeklinde yassı taşlardan oluşan bir döşeme açığa çıkarılmıştır (resim 2a.4). Bilinçli olarak yapılmış izlenimi veren bu döşeme mağara duvarında yer alan nişlere eğilimli bir şekilde dayanmaktadır. Nişlerin içinde öbek hâlinde hayvan kemiklerine ve yontma taş aletlere rastlanmıştır (resim 3b). Söz konusu buluntular içinde, kalkerden yontulmuş olup bir düzeltiye sahip olmayan yontma taşlar ile çakmaktaşı ve kuvarstan yapılma yontma taş aletlerin yanı sıra kalsedon çekirdek, omurga, alt çene kemikleri, kaplumbağa kabuğu ve boynuzların dikkat çekici bir şekilde göze çarptığı hayvan kemikleri sayılabilir. Bu kemik grubu içinde omurlar, boynuzlar, pelvis kemikleri, yırtıcı bir kuşa ait pençe şamanik bir ritüelin parçası olarak buraya konmuş izlenimi vermektedir. Nişin içinde boynuzlar dikey bir şekilde duvara aplike edilmiştir (resim 2b). Nişlerin hemen kuzeyine, platforma yarımay şeklinde birleşen küçük taş dizileri ile oluşturulmuş yaklaşık 1×1 metre genişliğindeki bir birimde (Resim 3b) ise Epi-gravettian özellikleri gösteren sırtlı dilgicikler, mikro uç ve yarımaylardan oluşan 70 adet yontma taş alet bir arada açığa çıkarılmıştır (resim 4). Söz konusu aletler ile turna kuşuna ait olduğu düşünülen kemikten tüp biçiminde işlenmiş bir nesne ele geçirilmiştir. Bu alanı özel kılan bir başka buluntu ise nişlerin önünde, taş döşeme üzerinde devrilmiş bir şekilde saptanan hayvan heykelidir. 45 cm yüksekliğinde ve 40 cm genişliğinde olan, yer yer tahrip olmuş heykel iki bacağı üzerine yatmış olan stilize bir hayvan heykelidir; bacak kısmı düzleştirilmiş ve sol ayağındaki pençeler yivlerle belirtilmiştir (resim 2a5, resim 5).
Epi-Paleolitik Dönem’e tarihlendirilen bir başka önemli bulgu ana mağara odasına geçiş noktasında, girişten yaklaşık 40 metre içeride saptadığımız ve adak çukuru olarak tanımladığımız birimdir. Bu birim mağara duvarına dayalı, iç içe geçmiş ve yarımay şeklinde düzenlenmiş iki taş dizisi ile sınırlandırılmıştır. İç halkadaki taşlar yassıdır ve özenle seçilmiştir (resim 6). Çukurun içinde ilk aşamada çok büyük olasılıkla alt mağaradan yükselen çok büyük ve kalın bir dikitin üst kısmı saptanmıştır. Stel olarak adlandırdığımız bu dikitin üst kısmı bilinçli olarak düzleştirilmiştir. Kenarlarında ise kullanım izleri ve aşınmalar mevcuttur. Mağaranın doğal bir oluşumu olan bu dikit Epi-Paleolitik Dönem mağara sakinlerinin dikkatini çekmiş olmalıdır ki, dikitin etrafı taşlarla örülmüş ve içindeki buluntularla beraber burası özel bir alan olarak kullanılmıştır. Söz konusu çukur sonradan kademeli olarak kapatılmıştır. Yaklaşık 1,20 metre genişliğindeki çukurda bugüne dek ulaşılan ilk taban 1 metre derinliğindedir.
Adak çukuru içerisinde kumtaşından ve kemikten çeşitli objeler bulunmuştur (resim 7). Bunlar arasında en önemli buluntu ise stilize olarak şekillendirilmiş kumtaşından oturan bir heykelciktir. Ünik bir eser olarak kabul edebileceğimiz söz konusu heykelcik erken Prehistorik Dönem sanatı açısından çok önemli bir buluntudur. Stilize olarak şekillendirilmiş ve çok fazla işlem görmemiş olan heykelciğin arka ve alt kısmı düzleştirilmiştir; üste doğru sivrilen kesim baş olarak stilize edilmiştir. Bacaklar iki yana açık, oturur pozisyonda şekillendirilmiştir (resim 7b). Anadolu’da Epi-paleolitik Dönem’e tarihlendirilen en erken stilize insan heykelcikleri Akdeniz Bölgesi’nde Kızılin Mağarası’ndan kumtaşı bir örnekten[42] ve Direkli Mağarası’ndan ise pişmiş toprak bir örnekten[43] bilinmektedir. Marmara Bölgesi’nde ise İstanbul Beykoz ilçesi yüzey araştırmalarında çok sayıda taştan stilize heykelcik ele geçirilmiştir. Üst Paleolitik Dönem’e tarihlendirilen ve “taşınabilir kaya sanatı” tanımlaması ile değerlendirilen taştan heykelcik ve objeler Gedikkaya adak çukurunda ele geçirilen kumtaşından objelerle yakından ilişkili gözükmektedir[44]. Avurupa’da ise bu formda betimlenen Venüs heykelciklerinin Gedikkaya örneğine en yakın benzeri Çekya Moravia’da yer alan Gravettian yerleşimi olan Dolní Věstonice’den bilinmektedir. Mamut fildişinden şekillendirilmiş küçük boyutlu bu kadın figürinleri meme biçimli boncuklar (breastshaped beads) olarak da yorumlanmaktadır[45].
Heykelcik, Yakındoğu Neolitik kültürleri için karakteristik olan ana tanrıça heykelciklerinin taştan ve stilize erken bir örneği izlenimini vermektedir. Söz konusu eser bir yandan Avrupa Paleolitik Dönem sanatından bilinen “Venüs” heykelcikleri diğer yandan Yakındoğu’da Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’den itibaren görülen ve nihayetinde Çatalhöyük ile karakterize olan Erken Neolitik Dönem ana tanrıça heykelcikleri arasında bir bağ oluşturmaktadır.
Adak çukurunda rastlanan kemik objeler fazla işlem görmemiş; bir delik açılmak veya yiv yapmak suretiyle idol veya alet hâline getirilmişlerdir (resim 7a). Bu grubun en yakın benzerleri 1800’lerin sonundan itibaren bâton de commandement /bâtons percée olarak anılan[46] ve Avrupa Üst Paleolitik kültürlerinden bilinen, işlevleri tam olarak netlik kazanmamış olan komuta asası olarak anılan delikli asalardır. Gedikkaya’da ele geçmiş yabani öküze ait parmak kemiğine şekillendirilmiş, sadece göz bebeği kısmında işlem görmüş yırtıcı bir kuş figürünün en yakın benzerleri yine Avrupa Üst Paleolitik Magdelenian kültüründen bilinmektedir (resim 7b4). Fransa’nın Dordogne bölgesinde yer alan Roc de Marcamps yerleşiminde ele geçirilen bir örnek, insan veya kartal veya baykuş türü bir kuş betimi olarak yorumlanmıştır[47]. İlginç bir şekilde bu tip kuş betimleri birkaç binyıl sonra Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’de Körtik Tepe[48], Nemrik[49], Hallan Çemi[50] gibi yerleşmelerde bu defa taştan şekillendirilmiş örnekleri ile Anadolu ve Mezopotamya’da karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu buluntuların yanı sıra mağarada adak çukurunun merkezinde yer alan dikit anlayışı Güneydoğu Anadolu Bölgesi Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem tapınak mimarisinde Hallan Çemi, Nevali Çori, Göbeklitepe, Karahantepe gibi yerleşimlerde bilindiği üzere basit ve karmaşık örnekleri ile karşımıza çıkmaktadır.
Gedikkaya Mağarası’nda bulunan adak çukuru ve içindeki buluntular Epi-paleolitik Dönem’de tanımlı bir çukur ritüelinin varlığını ortaya koymaktadır. Adak çukuru, dikit ve içindeki buluntular, İnsanoğlunun doğaya bağımlı yaşadığı tarihöncesi dönemlerde, başlarda hangi şartlarda ve ne zaman karşılaşacağını bilemediği yıldırım, deprem, sel ve vahşi hayvan saldırısı gibi baş edemediği doğa olayları ile ilgili nedensellik zinciri oluşturamamış olması ve dolayısıyla korkularının üstesinden gelmek için zaman içinde yaratmış olması muhtemel tinsel uygulamalar ve ritüellerin mağara yerleşmelerinde şekillenmiş olabileceğine işaret etmektedir. İlerleyen zamanla birlikte kültürel bir seyir izleyen bu süreç Güneydoğu Anadolu Bölgesi Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem kültürlerinde görüldüğü üzere toplumsal bir olguya dönüşmüş ve çeşitli uygulamaların gelişmesine yol açmış gibi görünmektedir.
Neolitik Dönem (2. Tabaka)
Gedikkaya Mağarası’nda Neolitik Dönem’e ait en erken tarihler MÖ 8. binyıla denk gelmektedir. Karbon 14 analizlerinden MÖ 7946-7641; MÖ 7520-7319 ve MÖ 7187-7046 kalibre edilmiş tarihleri elde edilmiştir. Bununla beraber, MÖ 8. binyılın ilk yarısına tarihlenen kontekst henüz stratigrafik bir alanda açığa çıkarılmamıştır; mağaradaki çeşitli tahribatlardan dolayı üst dönem dolguları ile karışık bir şekilde saptanmıştır. Neolitik Dönem’e ait en yoğun buluntular 2A tabakasına, MÖ 6246-6077 ve MÖ 5990-5831 tarihlerine denk gelen zaman dilimine aittir.
Geç Neolitik Dönem’e denk gelen 2A tabakasında, platform olarak adlandırdığımız birimin hemen önünde Epi-Paleolitik Dönem’e ait killi dolgu kesilmiş ve içine yaklaşık 60-70 cm derinlikte ve 4 m çapında bir çukur açılmıştır. Bu çukurun içine düzgün bir hat oluşturan iki sıra taş ve aralarına yerleştirilmiş somon biçimli kil topaklarından oluşturulan bölme duvarı yapılmıştır (resim 3c).
Neolitik Dönem’e ait diğer bir kontekst ise CD 8 plankaresinde, doğal oluşum olan bir odağın içinde açığa çıkarılmıştır. Mağaranın batı duvarında odaya açılan ve yine doğal olarak oluşmuş yuvarlak bir açıklık vardır. Söz konusu alan esasında mağarayı genişleten derivasyonlardan bir tanesi olmakla beraber Epi-Paleolitik Dönem sonrasındaki bir süreçte odacık hâlini almış olmalıdır. Odanın girişi tamamen kapanmış bir şekilde saptanmıştır. Girişi kapatan dolgu toprağı, mağara sularının damlaması neticesinde bu kesimde taşlaşmaya yüz tutmuştur; söz konusu dolguyu mağara duvarından ayırt etmek çok güçtür. Bu durumdan ötürü, odanın varlığı kazıların ilk iki kazı sezonunda fark edilememiştir. 2021 yılında odanın girişinin önünde yer alan tabanda derinleşme çalışmaları sırasında burada içi toprakla dolmuş bir oda girişi olduğu anlaşılmıştır. Odanın açığa çıkarılan kısmı 3.5×2 metre boyutlarındadır; iç kısımda tavan seviyesi yaklaşık 10 metredir. Odanın içinde yaklaşık 70 cm kalınlığında bir toprak dolgusu birikmiştir. Odaya giriş güneydendir (resim 2c, resim 3c). Bu odacıkta üst evrede Hellenistik Dönem’e ait çok az sayıda buluntu ele geçmiştir. Bunlar içinde en önemlisi ise Afrodit ve Eros’un betimlendiği bir terakota figürin parçasıdır. Büyük olasılıkla bunlar mağara kapandıktan sonra yandaki pencereden atılmış olmalıdır (resim 10g).
Odadaki dolgular Neolitik ve Kalkolitik Dönem’e aittir. Oda içindeki farklı seviyelerde saptanan hayvan kemiklerine yapılan analizler MÖ 5990-5831, MÖ 5041- 4789 tarihlerini ve insan kemiklerine yapılan analizler sonucunda kalibre edilmiş mutlak tarihler MÖ 6591-6442 ile MÖ 6593-6451 tarihlerini vermiştir. Bununla beraber, Oda içindeki dolgular söz konusu birimin en azından Epi-Paleolitik Dönem’den itibaren kullanıldığına işaret etmektedir. Zamanla odanın içi dolmuş, odaya giriş daralmış ve kullanımı kısıtlanmış gibi gözükmektedir.
Oda içinde çok yoğun olarak çeşitli hayvanlara ait çene kemiklerinin yanı sıra insana ait kemikler, çene kemikleri, iki insan kafatası ele geçirilmiştir. Odanın dip kısmında, üst üste en az beş katmandan oluşan bir taş yığını saptanmıştır. Bu yığının en üstünde bir kafatasına rastlanmıştır. Her katmanın altında ise dağınık şekilde tüm buluntu alanına yayılan kemiklere rastlamıştır. Odanın batı duvarında yer alan bir nişin önünde ise yine insan ve hayvan kemikleri karışık bir kemik yığını açığa çıkarılmıştır. Bu grupta ise en altta çitlembik kabukları ve kuşlara ait kemiklerinden bir yatak üzerinde insan kafatası parçası konulmuştur.
Oda içinde aşı boyası yumruları, taştan şekillendirilmiş stilize insan figürinleri, bir koç figürini, dilgi, kimisi yanmış olmakla beraber çok sayıda vurgu taşı ve bakır iğne ele geçirilmiştir (resim 8). İnsan başı heykelciğinde, göz çukurları sivri bir aletle minik vurgularla delikler açılarak şekillendirilmiştir (resim 9). Odadan gelen, insan kemikleri üzerindeki çalışmalar Hacettepe Üniversitesi İskelet Biyolojisi Laboratuvarı’nda Yılmaz Selim Erdal tarafından yürütülmektedir. Kendisinin ilk değerlendirmelerine göre buradan ele geçen insan kalıntıları en az altı-yedi bireyden oluşmaktadır. İncelenen 70 kadar insan kemiği parçasında kesik izleri saptanmıştır. Bir yetişkin bireyin kafatasında ölümcül delici ve küt silah yaralanmaları saptanmıştır. İnsan kemikleri üzerindeki kesik izleri ilgili; bunlar bir ritüelin parçası mı? yoksa bölgede yaşanan bir kıtlık sonucunda beslenme amacı ile mi yapıldı? veya şiddetin izi mi? ya da her ikisi mi? gibi soruların yanıt bulması için henüz erkendir. Yılmaz Selim Erdal tarafından yapılan ilk değerlendirmeler mağarada çarpıcı bir şekilde kanibalizm varlığını ortaya koymuştur. Hacettepe İskelet Biyolojisi Laboratuvarındaki (Husbio_L) çalışmalar devam etmektedir. Bu çalışmalardan elde edilecek verilerle insan kalıntılarında antik DNA (Human_G) analizleri yapılması planlanmaktadır. Söz konusu çalışmalar sonlandığında daha somut verilere dayalı yorumlar yapmak mümkün olacaktır.
Kalkolitik Dönem (1. Tabaka)
Kalkolitik Dönem’in geç evreleri mağarada yoğun olarak tahrip edilmiştir. MÖ 5000-5500 yılları arasına denk gelen Erken Kalkolitik Dönem mimarisi 1B tabakasında açığa çıkarılmıştır. Söz konusu kalıntılara yoğun olarak mağara girişinden dağın içine doğru yaklaşık yirmi beş metre ileride yer alan kesimde rastlanmıştır. Mağaranın artık tamamen loştan karanlığa döndüğü bu kesimde ocaklar alanı yer almaktadır. Mağara ağzından 40 metre içerde, giriş koridorunun son bulduğu kesimde ise doğal bir baca açıklığı yer almaktadır. Bacanın ön kesiminde ocak yerleri ile ilişkili birkaç taş sırasından meydana gelen oval biçimli silolar yer almaktadır (resim 2d, resim 3a). Ocaklar arasında yaklaşık 2,0 metrelik bir mesafe bulunmaktadır; ocaklar etrafında çeşitli sürtme taş aletler ele geçirilmiştir. Bacanın tam altında ise bir işlik alanı açığa çıkarılmıştır. Bu kesimde mağara duvarı ile yukarıdan düşen kalker bloğu arasına taş sırası örülmüştür. Mağaranın ana galerisine geçişin yer aldığı bu kesimde mağaranın karanlıkta kalan ve dağın içine doğru devam eden kullanıma elverişli olmayan kesimden işlik alanını izole etmek ve sınırlandırmak amacıyla söz konusu taş sırası örülmüş olmalıdır. Bacanın yer aldığı bu alanda küçük bir ocağın yanı sıra, çok sayıda kemik, kemik alet, öğütme taşı, vurgu taşı, dilgi, çanak çömlek parçaları, metal iğne, amulet ve ağırşakların yer aldığı buluntu grubuna rastlanmıştır (resim 10a). Yine kırmızı ve sarı aşı boyası ile, üzerinde aşı boyası kalıntıları korunan öğütme taşı parçası bu alandan ele geçmiştir (resim 10c). Mağaranın kuzey duvarı boyunca çok sayıda hayvan kemiği saptanmıştır. Büyük olasılıkla mağaranın birçok kesiminde rastladığımız üzere burada da duvar dipleri çöp alanı olarak kullanılmaktaydı.
Küçük Buluntular
Küçük buluntuların çoğunluğunu dioritten ve serpantinden yassı baltalar, vurgu taşları, öğütme taşları, el taşları, mermer kap parçaları, aşı boyaları, ağırşaklar, delikli keramikler, tığ, delici, mablak gibi çeşitli kemik aletler oluşturmaktadır (resim 10). Söz konusu buluntular mağarada gerçekleştirilen taş işçiliği, ahşap işçiliği, dokumacılık gibi zanaat kollarıyla ilgili önemli veriler sağlamaktadır. Bakırdan iğneler, malahit bir külçe ve malahit boncuk Erken Kalkolitik Dönem’e tarihlenmektedir ve Anadolu madenciliği ile ilgili erken buluntular arasında yer almaktadır (resim 10b). Mağarada farklı evrelerde sık sık aşı boyası kullanılmıştır. Aşı boyasının kırmızı yoğun olmakla beraber sarı örneklerine de rastlanmıştır. Kalkolitik Dönem’e tarihlendirilen işlik alanında in situ olarak ele geçirilen bir öğütme taşı üzerinde boya kalıntıları çok iyi korunagelmiştir (resim 10c). Büyük olasılıkla mağaranın ana galerisinden getirilen aşı taşları buradaki gibi öğütme ve vurgu taşlarının yardımı ile toz hâline getirilmekte ve boya pigmenti elde edilmekteydi. Mağarada ele geçirilen bir diğer önemli buluntu grubu mermer kaplar ve mermerden bir figürin başı oluşturmaktadır (resim 10 e-f). Söz konusu figürin başı Kilya tipi olarak literatüre geçmiş figürin grubuna aittir.
Çanak Çömlek
Mağaradan bilinen en eski çanak çömlek, 2B tabakasına ait olan ve MÖ 7100’e tarihlenen kontekstlerde az sayıda bulunmuştur. Mağaranın bu en erken çanak çömleği açık kahverengi bir yüzeye, beyaz kum katkılı homojen bir hamura, çok düşük bir pişme derecesine, kumlu bir dokuya ve çok kırılgan bir yapıya sahiptir (resim 11).
Geç Neolitik Dönem 2A tabakasında bulunan çanak çömleğin birçoğu, şaşırtıcı bir şekilde, Kuzeybatı Anadolu’yu karakterize eden Fikirtepe kültüründen farklı özellikler içermektedir (resim 12-14). Bunların arasında Balkanlar, Kafkaslar, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu kültürleriyle ilişkilendirebileceğimiz çanak çömlekler bulunmaktadır. 2A tabakasında ve devamında Erken Kalkolitik 1B tabakasında, koyu yüzlü malların ağırlıkta olduğu kahverengi ve kırmızı açkılı çanak çömlek söz konusudur. Parlak kırmızı ve siyah açkılı ince cidarlı mallar yoğun olmamakla beraber ele geçirilmiştir (resim 12:1). Bunlar içinde yer yer siyah ağız kenarlı (black-topped) kaselere rastlanmaktadır (resim 12: 2, resim 13:1-5). Bezeme uygulamaları içinde baskı bezeme (resim 12: 3-8, resim 14:43-45) ve çizi ve kabartma bant bezeme (resim 12: 21-26, resim 14:30, 31, 33-34) içeren çanak çömleğin yanı sıra yoğun mikalı, astarsız ve kaba görünümlü bir mal grubuyla temsil edilen çizi ve baskı bezemeli (resim 12: 11-14, resim 14:32), kabartma kurtçuk ve yumrucuk bezemeli çanak çömlek (resim 12: 9-10, resim 14:26, 28, 29) Gedikkaya’da MÖ 7. binyıl sonu-MÖ. 6 binyıl başında görülür. Gedikkaya’da gövde ve ağız kenarı altında görülen memecik bezemenin (resim 12: 9-10, 15-16,19-20, resim 14:27) benzerlerine Çayönü’nde Halaf öncesi döneme tarihlendirilen II. Tabaka’da ele geçirilmiştir ve Keban bölgesi Erken Koyu Yüzlü Açkılı Malları (DFBW) ile ilişkilendirilen çanak çömlek içinde rastlanılmıştır. Bununla beraber bu kontekstte görülen memecik bezemenin Koyu Yüzlü Açkılı Mallardan farklı olarak Çayönü için ünik olduğu vurgulanmıştır[51].
Gedikkaya’da rastlanan mika katkılı, astarsız, koyu yüzlü kabartma ve yumrucuk bezemeli bu grubun (resim 12: 9-10; 15-20) en yakın benzerlerine birbirlerine uzak mesafelerde yer alan Çayönü II’de[52], Azerbaycan’da yer alan Göytepe’de[53], Gürcistan’da yer alan Arukhlo’da MÖ 5770-5660’ye tarihlenen Neolitik tabakalarda[54], Ege’de Latmos Beşparmak Dağlarında yer alan alan Malkayası Mağarası’nda[55] rastlanmıştır. Bunun yanı sıra aynı mal grubunda üretilmiş çizi bezemeli örneklere (resim 12: 11-14) ise Trakya’da Aşağı Pınar 7-8. Tabakalarda[56], Hocaçeşme IV’te[57], Latmos Malkayası Mağarası’nda[58], Mersin’de XXVII ve XXVI. tabakalarda rastlanmaktadır[59]. Görüldüğü üzere bu çanak çömlek, Neolitik Dönemin sonlarında, Batı Asya ve Avrupa’nın birçok bölgesinde önemli kırılmaların yaşandığı bir zaman diliminde, kabaca MÖ 6. binyıl sonunda, Trakya ve Ege’den, Kafkaslara, Fırat havzasından Doğu Akdeniz’e dek çok farklı bölgelerde MÖ 6. binyıl boyunca yayılım alanı bulmaktadır.
Mağarada ele geçirilen çanak çömlek içinde en yoğun grubu ise beyaz boyamalı çanak çömlek oluşturmaktadır. Kahverengi ve siyah yüzeylere uygulanmış olan beyaz boyamalı çanak çömleğin gelişimi mağarada Geç Neolitik Dönem’den Kalkolitik Dönem sonuna dek izlenebilen uzun bir aralıkta görülmektedir (resim 14:1- 16). Geç Neolitik 2A tabakasında az sayıda örnekle temsil edilen beyaz boyama 1B tabakasında çok yoğun olarak ele geçirilmiştir. Beyaz boyama uygulamasının temsil edildiği çanak çömlek çok ince cidarlı ve parlak açkılı mallardan orta kalitede açkılı mallara değişkenlik göstermektedir. Açkı bezeme uygulamasına Geç Neolitik Dönem’de rastlanmazken, bu uygulamaya Kalkolitik Dönem tabakalarında az sayıda olmakla beraber beyaz boyama uygulamasının bir türevi olarak rastlanır (resim 13). İçten kalınlaştırılmış dudaklı (rolled-rim) kaseler (resim 14:20- 22), omurgalı kaseler (resim 14:23-24), mantar biçimli (resim 14:47) ve memecikli (resim 14: 35-37) kulplar ise bu dönemde tüm Batı Anadolu’da olduğu gibi, ortak bir özellik[60] olarak Gedikkaya’da da görülmektedir.
Arkeozoolojik Veriler
Gedikkaya Mağarası hayvan kemik kalıntılarının arkeozoolojik çalışmaları Can Yümni Gündem ve ekibi tarafından yapılmaktadır[61]. Kendisinin ön değerlendirmelerine göre; Neolitik ve Kalkolitik tabakalara ait toplamda yaklaşık 3500 adet (26.2 kg) çalışılan hayvan kemiği içinde Neolitik Dönem malzemesinin hesaplamaları devam ederken, Kalkolitik Dönem için tanımlanan faunanın yarısını küçükbaş geviş getirenler (koyun/keçi) oluşturmakta; onları sığır ve domuz kalıntıları takip etmektedir. Çok renkli bir yabani memeli hayvan faunasına sahip olan mağarada tanımlanan türler arasında vaşak, kurt, ayı, tilki, tavşan ve farklı geyik türleri yer almaktadır. Gündem’in ön değerlendirmesi, memeli yabani hayvan kalıntılarının yoğunluğu ve kemik ağırlıkları Kalkolitik Dönem’de kırmızı et tüketiminin 1/4’nin yaban eti olduğu, dolayısıyla bu dönem sakinlerinin doğaya hâlâ ne kadar bağımlı olduğu şeklindedir. Yine, mağarada ele geçirilen koyun ve keçilere ait eklem ve diş yaşlandırmaları hesaplandığında, bu bireylerin önemli bir bölümünün ölüm yaşlarının, mağaradaki yoğun iskânın bahar aylarının sonu ile yaz aylarında olduğuna işaret ettiği yönündedir[62].
Genel Değerlendirme ve Sonuç
İnsanlık kültür tarihinde, modern insanın Afrika kıtasından çıkıp Avrupa kıtasına ulaşması insanoğlunun göç hafızasının ilk adımı gibi görünmektedir. Sonraki aşamalarda çok büyük oranda buzulların erimesi ve buzullaşmaya bağlı çevresel şartlar farklı zaman dilimlerinde (Son Buzul Maksimumu/LGM, 8.2 ka olayı gibi) birçok topluluk yaşadığı çevreyi değiştirip kendine yeni yaşam alanı bulmak için belli gidiş ve geri dönüşler içeren ana güzergâh örüntüleri oluşturarak göç etmiştir. Üst Paleolitik Dönem’de Afrika’dan Levant-Anadolu-Avrupa yönünde bir insan hareketliliği söz konusuyken, arkeolojik malzeme, Epi-paleolitik Dönem’de, buzulların erimesiyle Avrupa’dan Anadolu-Levant yönünde bir hareketliliğe işaret etmektedir. Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem sonunda bu defa Levant’dan Kıbrıs ve Anadolu üzerinden Avrupa’ya giden topluluklar ilk tarımcı köylerin ortaya çıkmasına etki etmiştir.
Pleistosen sonlarında, Batı Avrupa Üst Paleolitik kültürlerinin Balkanlar, Kafkasya ve Akdeniz’e yayıldığı süreçte, söz konusu kültürün temsilcisi insan grupları, mağara ve kaya sığınakları gibi yaşamaya uygun yerlerde belli bir süre konaklayıp Anadolu’yu kuzeyden (Kuzey Marmara -Batı Karadeniz-Orta Anadolu) ve güneyden (Akdeniz Bölgesi) katederek uzun bir süreç içerisinde ideal çevresel şartları barındıran Yakındoğu’ya ulaşmış gibi gözükmektedirler. Ana Tanrıça heykelcikleri ve kemik objeler, etrafı taşla çevrili dikitler/dikilitaşlar gibi birtakım semboller ve ritüel uygulamaları kökeni Avrupa Üst Paleolitik kültürlerine dayanan kültürel hafızanın farklı zaman dilimleri ve coğrafyalarda tekrar etmesi şeklinde yorumlanabilir. Bu süreçte bir durak olarak iskân edilmiş Gedikkaya Mağarası’nda Epipaleolitik tabakalarda (MÖ 14500-13500) ele geçirilen antropomorfik ve zoomorfik heykelcik ve objeler Avrupa Üst Paleolitik kültürleri ile Doğu Akdeniz-Anadolu Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem kültürleri arasında bir bağa işaret etmektedir.
Gedikkaya Mağarası Erken Neolitik Dönem başlarında ve Geç Neolitik Dönem sonlarında kısmi iskân edilmiştir. MÖ 7. binyılın ilk yarısı 8.2 ka olarak bilinen iklim olayına ve küresel soğumanın zirve yaptığı sürece denk gelmektedir. Bu süreçte Yakındoğu’da birçok yerleşme terk edilmiştir. Bir ihtimal bu iklim olayının yol açtığı yeni yaşam alanları bulma kaygısı ile hareket hâlindeki insan topluluklarından bazıları Gedikkaya Mağarası’nda bir süreliğine konaklamış olmalıdır. Neolitik yaşam biçiminin çekirdek bölgeler dışına yayıldığı ve zamanla ilk çiftçi toplulukların yapılandığı, uzak bölgeler arası dolaşımın yaşandığı bu süreçlerde Gedikkaya’nın da içinde yer aldığı geniş bir coğrafyada yoğun mikalı, kabartma ve baskı bezemeli farklı özellikleri ile yayılım alanı bulmaktadır. Tam bu evrede zaten korunaklı bir konumda yer alan Gedikkaya mağarasında da kuytu ve çukur alanlarda yerleşilmesi, küçük buluntuların az sayıda olması, geçici ama hayatta kalma adına sorunlu bir sürece işaret etmektedir.
Kalkolitik Dönem’de Gedikkaya Mağarası, dokumacılık, ahşap işçiliği, hayvancılık ve madencilik faaliyetlerinin yapıldığı, bir yerleşimdir ve Geç Neolitik Dönem yerleşimine kıyasla daha güvenli bir ortama işaret etmektedir. Gedikkaya’da bu süreç mimarisi ile daha uzun süreli ama sezonluk iskanın olduğu bir zaman dilimidir. Arkeozoolojik buluntular, mağaradaki yoğun iskanın bahar aylarının sonu ile yaz aylarında olduğuna işaret ettiği yönündedir. İnhisar’ın bugün olduğu gibi tarih öncesi dönemlerde de bahar aylarından itibaren aşırı sıcak ve nemli olması ve mağaranın içinin son derece serin olması; buranın birkaç ailenin barındığı yayla yerleşimi olarak kullanılmış olabileceği izlenimini vermektedir. Bununla beraber yakın bölgede bu dönem izlerini taşıyan bir höyük veya düz yerleşme saptanamamıştır; mağaranın önünde yer alan tepelik alanda Orta Çağ yapılarının altında erken dönemler içeren bir yerleşme olasılığı söz konusudur. Bu dolguların en azından MÖ 3. binyıl sonuna kadar gittiğini kaçak kazı çukurundan çıkan toprak öbeğinde ele geçirilen çanak çömlek buluntularından anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak, Anadolu’daki diğer mağara yerleşmeleri gibi Gedikkaya’daki iskân büyük oranda iklim olayları ile ilişkilendirilen ama yine de tam olarak kesinleşmemiş sebeplere bağlı “kültürel kırılmaların” olduğu dönemlere denk gelmektedir. Dolaysıyla, barınma, yeni yer arayışı, güvenlik, konaklama gibi çeşitli sebeplere bağlı bölgeler arası insan hareketliliğinin yaşandığı süreçlerde mağarada yerleşilmiştir. Gedikkaya’nın bulunduğu İnhisar, Akdeniz iklim özellikleri gösteren bir mikroklima alanında yer almaktadır. Bu nedenle gerek kültürel kırılma süreçlerinde gerekse yaz aylarında burası uzun veya kısa süreli konaklamaya çok elverişlidir. Bu sayede Gedikkaya gibi mağara yerleşmelerinde farklı zaman dilimlerinde yerel topluluklar ile uzak veya yakın bölgelerden gelen yeni topluluklar ve dolayısıyla kültürler çekişmeli ve veya çekişmesiz bir şekilde kaynaşıp, yeni kültürel oluşumların ortaya çıkmasına yol açmış olmalıdır.