1. Haberler
  2. Manşet
  3. Dördüncü dönem “Türklük kavramı”yla başladı

Dördüncü dönem “Türklük kavramı”yla başladı

featured

“Türkleşmek bir eylem halidir”

Konuşmasında yerelleşme, Türkleşme, küreselleşme arasında Türklük' kavramı üzerinde duran İlgen, sözlerine Türkleşme kavramını fiil olarak kullandığını yani Türkleşmenin bir eylem hali olduğunu belirterek başladı.

İlgen şunları aktardı:

“Sizinle bir anekdot paylaşmak istiyorum. Bizim İktisadi Düşünce Tarihi'ni anlattığımız öğrencilerimizde bir tanesi bana ''iktisat teorisini kim icat etti?'' diye bir soru sormuştu. Benim ona verdiğim cevap, Adam Smith isminde biri banyoda duş alırken başına bir elma düşmüş, ''Evraka,Evraka!'' diye sokağa fırlamış ve böylece iktisat teorisi icat olmuş. Tabi öğrenci şöyle zannediyor, bu iktisat teorisi denilen şey öz halinde, doğada keşfedilmeyi bekleyen bir şey zannediyor. Oysa iktisat teorisi veya diğer şeyler doğada sabit bulunan şeyler değil, tuğla tuğla inşa edilen bir süreçtir. Bu Türklük dediğimiz hadise de aslında doğada öz halinde olan bir şey değil, an be an inşa edilen bir hadise.

Hacı Bayram Veli, ''Nagihan bir şara vardım, Ol şarı yapılır buldum, Ben bile yapılır oldum, Taş ile toprak arasında'' derken aslında Anadolu'ya gelen dağınık Türkmen gruplarının taş ile toprak arasında coğrafyayı şekillendirirken şekillenmesinin çok veciz bir hikayesi gibi gelir bana. Biz buraya dağınık vaziyette geldik. Daha sonra uzun bir macera içinde bir sosyalleşme sürecinden geçtik. Bu millet olma denen şey aslında bir sosyalleşme süreci. Bu sosyalleşme süreci etrafında benim size anlatacağım iki kavram var; geçmişte ve Cumhuriyetin başlangıç yılarında ve bugün yaşadığımız bir süreci anlatacağım.

“ İslam dünyasında sosyalleşme merkez ile çevre arasında devam eden bir süreçti”

Klasik çağda, mesela Avrupa'da, Napolyon çağına gelinceye kadar sosyalleşme denirken Batının nazarında sosyalleşme Katolik Hıristiyanlık etrafında oluyordu. İlkel kavimler merkeze entegre olurken aslında süreç bir tür Romalılaşma, Katolikleşme anlamındaydı. Batıda durum bu minval üzerinde cereyan ediyordu. Doğuda yine bir Hıristiyanlaşma, Ortodoks Hıristiyanlaşma anlamında bir sosyalleşme vardı. Yani kurucu norm batıda Katolik Hıristiyanlık, doğuda Ortodoks Hıristiyanlıktı. Bir adam barbar dünyadan medeni dünyaya geldiği zaman şehrin normuna uyar, sosyalleşme derken kurucu normlar var, toplumun kabul ettiği normlar vardır. İslam dünyasında sosyalleşme süreci merkez ile çevre arasında devam eden bir süreçti, uzun bir hikayedir bu. Bizde, Anadolu'da bu sosyalleşme süreci daha çok Sünnileşme şeklinde olmuştur.

Anadolu'ya gelen dağınık Türkmen gruplarının macerası nasıl yaşandı?

Pekala Anadolu'ya gelen dağınık Türkmen gruplarının macerası nasıl yaşandı? Bunlar, mesela Yunus Emre'nin şiirleri bence çok enteresandır, İslam'ın Türkçe algılanış biçimi. Aslında bizim millet olma sürecimizde en önemli enstrümanlardan bir tanesi Yunus Emre'dir. Cemal Kafadar'ın kitabında 14.yüzyılda bölgede tutsak olmuş bir Macar'ın hatıraları bize Anadolu'nun çoğu yerlerinde Yunus Emre'nin ''Şol cennetin ırmakları, akar Allah deyu deyu'' mısralarının yaygın biçimde kullanıldığını gösteriyor. Bir zaman rektör bey hocamız Yunus Emre için bir tabir kullanmıştı, ''Türk milletinin vicdanı'' demişti, ''hafıza kaybı olsa neredeyse sıfırdan Yunus Emre'nin ortaya koyduğu eser üzerinden kimliğimizi yeniden inşa edebiliriz'' manasında bir şey söylemişti.

“Milli kimlik şizofreni meydana getirebilir”

Milliyetçilik çağı dediğimiz bu çağa gelinceye kadar Anadolu coğrafyasında kendiliğinden oluşan bir millet realitesi var mıydı yok muydu? Yani millet nedir? Mesela bir nesnel kimlik vardır bir de öznel kimlik vardır. Nesnel kimlik dediğimiz zaman dışarıdan birileri baktığı zaman bu Rus'tur, Türk'tür, Fransız'dır, İngiliz'dir dediği zaman bu nesnel bir kimliktir. Öznel kimlik, kişinin kendini ait hissettiği kimliktir. Bazen nesnel kimlik ile öznel kimlik arasında çatışma pekala olabilir. Yani adam gerçekte Türk'tür; ama kendini mesela Amerikalı hissediyordur. Bu, kendinin parçalanması gibi bir şeydir ki uzun vadede şizofreni gibi bir kişilik bozulması meydana getirebilir, tehlikeli bir süreçtir. Bizim tarihimizde kısmen de olsa bunlar yaşandı. Cumhuriyetin başlangıç yıllarında bizde millet olma, yeniçağın modern milliyetçiliği gibi bir süreç başladı. Fakat bunun öncesi vardı. Demin benim yaptığım klasik ayrım neydi? Batıda Katolik Hıristiyanlık insanların sosyalleşme sürecinde katıldıkları ana gövde, biz buna ana aks diyelim. Bu Napolyon çağında özellikle birlikte, modernite dediğimiz çağ arkasından Aydınlanma, Fransa Devrimi, Sanayi Devrimi vardır. Biz Napolyon çağını düşünelim. 18000’lü yılların hemen başı,  o dönemde hemen bir kavram getirildi. O kavram medeniyet kavramıydı. Medeniyet kavramı dinin yerine getirilmiş seküler bir kavramdır. Pozitivist bir kavramdır. Medeniyet Napolyon çağında ve yüz yılın başında tekil bir kavram olarak kullanılmıştır. Medeniyet derken hali hazırdaki yegâne gerçeklik, olgusal gerçeklik anlamında bir kavram olarak medeniyet kavramı kullanılmıştı. Bir adamın ilkellikten gelişişliğe ulaşması için izlemesi yegâne geçerli yol anlamında kullanılmıştı. Bu aslında şöyle bir şeydi. Batıların izlediği gelişmişlik sürecinde insanlar izlemesi gereken yegâne ilerleme yolu. Başka yollar batılıların geçirdiği süreç standartsa diğer yollar standarttan sapma olarak algılanabilir. Buna göre değerlendirilebilir. Dolayısıyla bu çağdan sonra medeni olmak, adam olmaktı Medeniyet deyince Fransa örnek alınıyordu”

Program Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü Azmi Özcan tarafından İlgen’e bir anı tabağı verilmesiyle sona erdi.