Yandı da Lefke Türküsüne konu olan ve o dönem dünyada da büyük yankı uyandıran Bilecik/Osmaneli’ndeki büyük yangına ilişkin Sakarya Nehri’nin İncisi kitabında geniş bilgilere yer verildi. Osmaneli’ndeki Sığırlık Mahallesi sakinlerinden Kara Timur Oğlu’nun başından geçenler şu şekilde anlatıldı:“Böyle bir zamanda Sığırlık Mahallesi sakinlerinden Kara Timur oğlu hanesinde toplanan afyon bağların ev sahibi, süprüntü ve mezbeleden evini temizlemek düşüncesiyle afyon bağlarına ateş bırakınca bunlar derhal yanmaya başladı. Kısa bir süre sonra kıvılcımlar yakınlarda bulunan dut yapraklarına sıçradı ve Kara Timur oglu hanesini birdenbire ateş sardı. Bunu gören ahali hemen yardıma koştu ve büyük bir gayretle yangını söndürmeye girişti. Ne var ki o gün ikan rüzgârın şiddet ve kuvveti, her bir tarafa kıvılcımları saçmaya devam etmekte ve yangın da bir evden diğerine yayılmaktaydı. Yukarıda söylendiği üzere, her evde dağlar gibi yiğit duran afyon bağları ve dut yapraklarından dolayı adeta bir cephanelik hükmünde olan kasabanın muhtelif kısımlarına sirayet eden yangın, artık kontrol edilemez bir hale geldi.”
Durum içler acısı hal aldı
Yangının tüm ayrıntılarının anlatıldığı kitapta, o dönemki insanlar için durumun ne kadar içler acısı bir hal aldığı gözler önüne serildi.
11 Temmuz 1875 yılında meydana gelen Osmaneli(LEFKE) yangına ilişkin şu bilgilere yer verildi:
“13 Temmuz 1875 Salı günü Basiret Gazetesinin ilk sayfasında, Lefke’ den 12 Temmuz’da gazeteye çekilen söyle bir telgraf yer almaktaydı: “Bilecik kazası dahilinde Lefke nahiyesinde dünkü gün harik vuku bulup dört yüz hane ve kâffe-i çarşısı muhterik olmuştur.” Bu kısa haber Osmanlı döneminde sıkça rastlanan yangıları anımsatıyor olsa da dört yüz hane ile bütün çarşının muhterik yani yanmış olduğunun söylenmesi, adeta o günkü Osmaneli’nin büsbütün yandığı anlamına gelmekteydi.
Böyle bir sonucu doğuran 11 Temmuz 1875 tarihli yangın, Osmaneli tarihinde adına felaket denilebilecek en önemli hadisedir. Öyle ki, bugün aradan bir buçuk asır geçmesine rağmen kasabada hemen herkes son derece canlı bir şekilde yangını hâlâ anımsamakta ve yangınla ilgili tevatürler dilden dile aktarılmaktadır. Ayrıca Osmaneli hakkında yazılan küçüklü büyüklü nerdeyse bütün yazışmalarda bu hadiseden az ya da çok ama muhakkak bahsedilmektedir. Hatta büyük Lefke yangını denilen bu felakete dair türküler de yakılmıştır. Bütün bunlara rağmen yangının nasıl başladığı, verdiği zararın boyutları, yangın esnasında ve sonrasında alınan tedbirler ile konut mimarisine etkisi yeterince incelenmemiştir. Bu araştırmada arşivlerdeki tarihi kayıtlar ile yerli ve yabancı başına yansıyan haberler üzerinden yangının Osmaneli’ne etkisi farklı açılardan ele alınacaktır.
Yangının Sebep-i Zuhuru
13 Temmuz 1875 tarihli Basiret Gazetesinde yayımlanan ve içeriği yukarıda verilen kısa bir haberle İstanbul kamuoyu Lefke’ deki yangından haberdar olmuştu. Ancak yangınla ilgili detaylar zaman geçtikçe ortaya çıkacaktı. 19 Temmuz tarihli Basiret gazetesinde yangının kamu binalarına verdiği zararla ilgili bir haber yer almaktaydı. Buna göre Hükümet Konağı ile telgrafhane yanmıştı, ancak resmi defterler ve evrak kurtarılabilmişti. Birkaç gün sonra ise yine aynı gazeteye Lefke’den gönderilen başka bir mektup yaşanan yangınla ilgili pek çok detayı içermekteydi. 21 Temmuz 1875 tarihli gazete nüshasında “Musibet-i didegân-t ahali” imzasıyla neşredilen mektup, daha önce haber verilen yangınla ilgili “harekin sebep-i zuhuru şöyledir” denilerek başlıyordu.
Kaleme alınan mektuba göre, Lefke havalisinin başlıca mahsulü afyon ve ipekten ibaret olduğundan yaz aylarında herkesin evi ve bahçesi afyon bağları ve dut yapraklarıyla doludur. O yıl ise bereketli geçtiğinden herkesin evinde her zamankinden çok mahsul bulunmaktadır. Böyle bir zamanda Sığırlık Mahallesi sakinlerinden Kara Timur oğlu hanesinde toplanan afyon bağların ev sahibi, süprüntü ve mezbeleden evini temizlemek düşüncesiyle afyon bağlarına ateş bırakınca bunlar derhal yanmaya başladı. Kısa bir süre sonra kıvılcımlar yakınlarda bulunan dut yapraklarına sıçradı ve Kara Timur oglu hanesini birdenbire ateş sardı. Bunu gören ahali hemen yardıma koştu ve büyük bir gayretle yangını söndürmeye girişti. Ne var ki o gün ikan rüzgârın şiddet ve kuvveti, her bir tarafa kıvılcımları saçmaya devam etmekte ve yangın da bir evden diğerine yayılmaktaydı. Yukarıda söylendiği üzere, her evde dağlar gibi yiğit duran afyon bağları ve dut yapraklarından dolayı adeta bir cephanelik hükmünde olan kasabanın muhtelif kısımlarına sirayet eden yangın, artık kontrol edilemez bir hale geldi. Buna rağmen halk yine de yangına müdahale etmeye devam etti. Fakat bir taraf söndürülürken diğer taraf tutuşmaktaydı. Lefke ahalisini iyice korkutan ve umutsuzluğa düşüren yangın karşısında kimse duadan başka yapacak bir şey bulamamıştı?
Basiret gazetesinde yayımlanan mektubun devamında ise yangının 11 Temmuz Pazar günü, ezani saate göre gündüz saat dört sularında başladığı ve gece saat bire kadar devam ettiği kaydedilmekteydi. Yaklaşık on saat devam eden yangın kontrol altına alındığında, 580 hane ve 15 dükkân bulunduğu Lefke kasabasında, 330 hane ile bütün dükkanlar tamamen yanıp kül olmuştu. Bu hesaba göre neredeyse beste üçü yanan şehirde hayat büsbütün durmuş ve kasaba kelimenin tamamlanasıyla harabeye dönmüştü.
1870 yılında Lefke kaymakamlığı yapmış olan ve Aralık 1874 te Bilecik kaymakamı olarak atanan Zühtü Efendi de yangının sönmeye yüz tuttuğu sırada yetişerek söndürme faaliyetlerine katıldı. Ayrıca kaymakam o gece Hüdavendigar vilayetine yazarak Vali Ali Riza Paça’yı yangından haberdar etti ve acil ihtiyaçların karşılanması için yakın yerlerden yardım talebinde bulundu.
Musibetten zarar gören ahali adına yazılan mektubun son kısmında gazeteden bir yardım kampanyası başlatılması talep ediliyor ve “Keyfiye-tin ceridenizle bit-tekrar ilanına himmet ve ol babda iane defterinin tanzim ve cem olunacak mebaligin her ne türlü esbaba mütevakkif ise bu tarafa irsalini temenni eyleriz” deniliyordu. Bu mektubun alt kısmına bir not düşen gazete Lefke’ deki yangından kendilerinin de müteessir olduğunu, bu tür musibetler yaşandığında yardım yapmak gerektiğini, bütün herkesi yardıma davet ettiklerini ve yardım etmek isteyenlerin “akeyi” gazetenin matbaasına getirmelerini talep ve ilan etmekteydi.
13 ve 21 Temmuz’ da Basirette yer alan haberler, yangının boyutlarını ağır bir şekilde göstermekteydi. Aynı zamanda Basiret, bu haberlerle konuyu dünya gündemine de taşındığından anlaşılıyordu. Hem yangın büyük bir tahribata yol açması hem de Lefke’nin, Rum ve Ermeniler basta olmak üzere Gayrimüslim nüfus barındırmasından dolayı Basiret’ in haberleri uluslararası basın tarafından da dikkat çekici bulunmuştu. Örneğin 21 Temmuz’ da Basiret gazetesinin ilk haberine atıfta bulunan Le Levant Herald gazetesi, Lefke’de 400 kadar evin tamamen yandığını kaydetmekteydi. Ayrıca Fransa’nın önemli gazetelerinden La France, 23 Temmuz tarihli haberinde “Bir şehrin yok oluşu” (Destruction d’une ville) olarak nitelendirdiği yangını, 20 Temmuz tarihinde İstanbul’dan gelen bir telgrafla öğrendiklerini aktarıyor ve Lefke de çikan yangının bütün şehri yok ettiğini belirtiyordu. Bu yayınların yan sıra pek çok yabancı mecmua ve ajanslar da yangından bahseden ve içeriği neredeyse aynı olan haberler yayımladı.
Alınan Tedbirler
Yangın devam ederken alınan tedbirlerin çok bir ise yaramadığı Basiret gazetesine gönderilen uzun mektupta açık bir şekilde ifade edilmekteydi. Ancak bir şehri yok edecek kadar geniş çaplı bir yangının yaşanması, hemen sonrasında bazı tedbirler almayı zorunlu kılmaktaydı. Söz
konusu mektupta belirtildiği üzere Bilecik Kaymakamı Zühtü Bey, hemen o gece Hüdavendigar vilayetine haber vererek yârdim talebinde bulundu.
Hüdavendigar valisi Ali Riza Paça, yangından sonraki günün sabah -12 Temmuz 1875 [30 Haziran 1291]- Sadaret’e çektiği telgrafta “Bilecik kazasına tabi Lefke nahiyesinde zuhur eden herikte üç yüzden mütecaviz hane ile çarşının kamilen muhterik” olduğun haber vererek Söğüt ten 400 adet çadırın redif binbaşı nezaretinde Lefke ye getirilmesi talebinde bulundu. Telgraf kaydının yer aldığı defter sayfasına ayrıca yangının tafsilatına dair yazı yazıldığı notu düşülmüştü. Aynı gün Hüdavendigar vilayetine Sögüt’teki çadırların Lefke ye gönderilebileceğine dair cevabi bir telgraf çekildi.”
Birkaç gün sonra -17 Temmuz’da- Lefke ye gönderilecek ve şehrin yeniden imarında kullanılması planlanan kerestelerin vergiden muaf tutulmaması talebine dair Hüdavendigar valisi Ali Riza Paça Sadaret’e bir telgraf daha çekti.
Ne var ki alınan kararlar ve verilen emirler ayni süratle hayata geçmiyordu. 7 Ağustos tarihinde Bursa vali vekili tarafından Sadarete çekilen telgrafta Söğüt’ten istenilen ve getirilmesine karar verilen çadırların hâlâ Lefke’ye ulaşmadığından bahsedilmekteydi. Hatta Bilecik kaymakamlığının bildirdiğine göre, Söğüt’te bir kol Agassi çadırlara el koymuştu. Vali vekiline göre bundan dolay ahali meydanda kalmaktaydı.’
Sadaret her halde konuyu Söğüt redif dairesine sormuş olmalı ki 12 Agustos’ta kaleme aldığı değerlendirmede bu çadırlara Sögüt’te daha çok ihtiyaç duyulduğuna kanaat getirdi. Bunun üzerinde Lefke’de ne kadar çadıra ihtiyaç duyulduğun Bursa valisine sorarak çadırlar gelinceye kadar zarar gören ahaliyi barındırma yolunun bulunmasını istedi.
Yangının yaşandığı mevsimin yaz aylarına, dolayısıyla sıcak havalara tesadüf etmesi en azından halkın dışarıda barınmasını mümkün kılmaktaydı. Lefke ahalisinin bir kısmı da kasabadaki yanmamış evlere ve civar köylere sığınmıştı.
İstanbul’a bu kadar yakın olmasına rağmen bir ayı aşkın süredir çadır meselesini bir türlü çözemeyen Bursa valiliği, 14 Ağustos’ta nihayet bir çözüm bulabildi. Bursa vali vekilinin 12 Ağustos tarihli Sadaret telgrafına yazdığı cevapta, Bandirma’da bulunan 250 çadırın 200’üne ihtiyaç olmadığını ve bunların Bursa üzerinden Lefke’ye ulaştırılacağı bildirilmekteydi. En azından çadır ihtiyacının gecikmeli de olsa bu şekilde karşılanmasıyla nihayet yangında zarar gören yerlerin tamirine sıra geldi. Kasabada yanan hane ve diğer yerler yeniden inşa edilirken kullanılacak kerestelerden vergi alınmaması talebine dair yangından hemen sonra (17 Temmuzda) Hüdavendigar Valisi Ali Riza Pasa sadarete bir telgraf çekmişti.
Valinin bu talebi bir ay sonra karara baglandı. Sadaret’ in, Maliye Nezareti ile yaptığı yazışmalardan sonra Hüdavendigar vilayetine bildirdiğine göre Lefke nahiyesine gönderilecek kerestelerden iki ay müddetle gümrük vergisi alınmayacaktı. Ancak bu süre katiyen geçilmeyecek, gümrük ve orman vergileri kerestelerin mahrecinde alındıktan sonra satan kişinin eline bir senet verilecek ve Lefke’ ye vardığında yeniden vergiye tabi tutulmayacaktı.”
Diğer taraftan Lefke’ deki yangında en çok zarar gören yerlerden biri olan Rüstiye mektebi için de çareler aranmaktaydı. Her şeyden önce süratle uygun bir yer bulunarak burasının mektebe dönüştürülmesi ve öğrencilerin bir şekilde eğitimlerine devam etmesi gerektiğine karar verildi.
Bir süre sonra rüştiye mektebi hocalarından birisi, bir medrese dershanesini mektep yaparak öğrencilere burada ders vermeye başladı. İsmi zikredilmeyen bu muallim, mektebe dönüştürülen yerin çok dar olduğuna ve mevcut öğrencilerin buraya sığmadığına dair Hüdavendigar vilayetine hitaben bir şikâyet dilekçesi kaleme aldı. 20 Kasım 1875 tarihli dilekçe-sinde muallim efendi, mektebi yeniden inşa etmek için mühendisin yaptığı ön keşiflere göre on sekiz bin kuruş gerektiği de hatırlatıyor ve mektebin bir an önce inşa edilmesini talep ediyordu.
Aradan bir hayli zaman geçmesine ve birçok yazışma yapılmasına rağmen mektebin inşasında da kayda değer bir ilerleme sağlanamadı! Bu süreçte yukarıda bahsedilen muallim, öğrencileri “gayet dar” dershanesine peyderpey alarak onlara ders vermeye çalışmaktaydı. Fakat muallimin, 60’ı geçen öğrenci miktarına ve ders verdiği mahallin mektep şartların sağlamadığına dair ardı ardına şikâyetleri kesilmeyince Maarif Nezareti bir an önce mektebin inşasına başlanması gerektiğini Hüdavendigar vilayetinden talep etti. Yine de inşaatın tamamlanacağı zamana kadar uygun bir yerin mektebe dönüştürülmesi ve burada eğitime devam edilmesi talep edilmekteydi.
Bütün bu iyi niyet ve temennilerin somut adıma dönüşmesi ayni derecede hızlı olamıyordu. Aradan neredeyse bir yıldan daha uzun bir zaman geçmesine rağmen mektebin hâlâ inşa edilemediği anlaşılmaktaydı.
Yangın ve deprem gibi felaketlerin uzun süren etkilerinin olacağı göz önünde bulundurulursa ihmale dayalı gecikmelerin, söz konusu etkileri daha da derinleştireceğine şüphe yoktur. Kaldı ki Bilecik ve çevresinde bu tarihlerde başka yangınlar da yaşanmaktaydı.
Örneğin büyük Lefke yangınından kısa bir süre sonra Bilecik’e bağlı karyelerden biri olan Küplü’de de büyük bir yangın çıkmıştı. Sabah gazetesi Küplü yangınını “Geçende Hüdavendigar vilayetinde Küplü kasabasında vuku bulan yangında 338 ev, 154 dükkân, 2 büyük han, 1 çarşı, 2 medrese, 1 cami, 1 hamam, 2 İslam ve 3 Hristiyan mektebi ve Hükümet konağı yanmıştır.” sörleriyle aktarmaktaydi.
Küplü’de 1890’larda 3.000’i Müslüman olmak üzere yaklaşık 7,000 kişinin yasadığı kabul edilecek olursa yangının burayı da büyük ölçüde tahrip ettiği görülecektir. Bu çalışmanın sınırlarını aştığı ve ayrı bir araştırma gerektirdigi için Küplü yangını üzerinde fazla durmaya gerek yoktur. Her halükârda Lefke ve yakınlarında arkası sıra meydana gelen büyük yangınlar, bölgede yaşayan insanların zihinlerinde derin ve kalıcı izler bıraktığı gibi bölgenin tarihi geçmişine de önemli ölçüde zarar vermiştir.”
Yandı da Lefke türküsünün sözleri ise şu şekilde:
Şu Lefke’nin üstünü duman bürüdü
Zaptiyeler kol kol oldu yürüdü
Herkes sevdiğini aldı aldı yürüdü
Yandı da Lefke cayır cayır evleri
Bize de mesken oldu çadır evleri
Şu Lefke’nin alt yanında bahçeler
Emine hanım bohçasını bohçalar
Senin için kazanılmış akçalar
Yandı da Lefke cayır cayır evleri
Bize de mesken oldu çadır evleri