1. Haberler
  2. Manşet
  3. MEDİNE-İ MÜNEVVERE

MEDİNE-İ MÜNEVVERE

featured

 

 

 Eski adı Yesrip olan Medine’ye, Hz. Peygamberimiz’in 622 yılındaki hicretinin ardından, “Peygamber Şehri” manasına “Medinetü’n- Nebi” denmiştir. Rasü-lüllah’ın nuruyla aydınlandığı için , “Medine-i Münevvere” (Nurlu Şehir) de denir.
Uğur İpekçi’nin ifadesiyle: “Bir arzudur, bir sevdadır, bir vuslattır Medine… Önceden gidenlerin gözünde gönlünde tüten, gidemeyenleri derinden yakan bir sevdadır Medine. Medine’yi sevgili kılan, gönüllerde kor ateş eyleyen, âlemlere rahmet Hz. Muhammed’in (sav) aziz hatıralarının ve pâk-i vücutlarının orada bulunmasıdır.” 
Allah Rasülü Hicret esnasında Kuba’dan hareketle Medine’ye girerken Hz. Nuh’un yaptığı duayı yapıyor ve şöyle diyordu: “Rabbim beni mübarek bir menzile kondur. Şüphesiz konaklatanların en hayırlısı Sensin” (Mü’minün, 29)
“Fahri Kâinat, Medine’ye teşrif ettikleri sırada şehrin nüfusu yaklaşık 10 bin civarında iken, vefat ettiğinde 30 bine ulaşmıştı. Mescid-i Nebevi bir külliye gibi çalıştı. Medine aynı zamanda önemli bir ilim merkezi olmuştu. Medine, Yavuz döneminde, Osmanlı idaresine geçti. İbn Suud ve taraftarlarının ortaya çıkışına kadar, Medine huzurlu bir dönem geçirdi.”  
Medine-i Münevvere,  Mekke ile birlikte iki haram şehirden biridir. Çünkü Peygamberimiz: “Hz. İbrahim Mekke’yi Harem yaptığı gibi, ben de Medineyi Harem kıldım” buyurmuştur. 624 yılında Bedir savaşına giderken Sukya Mescidi yanında, bir mucize olarak kendi matarasından bütün askerlerin mataralarını dolduran Allah Rasülü: “Allah’ım!  Sen Mekke’yi bereketli kıldığın gibi, Medine’yi iki katlı bereketli kıl.  
 
 
Allahım! Mekke'yi sevdiğimiz gibi, bize Medine'yi de -üstelik fazlasıyla- sevdir” diye dua etmiştir.
  Rasülüllah’ın Medine’ye gelişinde devesinin çöktüğü yer, Neccaroğullarından Sehl ve Süheyl isimli iki yetim çocuğa aitti. Arsa, 10 misgal altına satın alınarak Mescid-i Nebevi inşa edildi ki, Allah Rasülü bu mescidin inşasında bizzat çalışacak ve 623 yılı Nisan ayında mescidin tamamlanmasına kadar, İstanbul’da bağrımızda misafir ettiğimiz, Ebâ Eyyub El-Ensâri Hazretlerinin evinde kalacaktır. Mescidin Kıblesi Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya dönüktür ve Mescidin kıble tarafında namazlar kılınmaktadır. Arka cephesinin Güney Doğu köşesinde ise kimsesiz ve bekar Müslümanların eğitim gördüğü “Ashâb-ı Suffa”  Okulu vardır. Güney Doğu köşesinde de, Hz. Aişe ve Hz. Sevde analarımıza ait iki odacık yapılmıştır. 
Bu odalar çok mütevâzidir. Malum olduğu üzere Rasülüllah her gece teheccüt namazına kalkıyordu. Hz. Aişe validemiz: “Peygamberimiz (sav) namaz kılarken ben ayaklarımı kıvırırdım”  diyor. Düşünün ki, bir kişi ayağını uzatmış yatarken, diğeri secdeye gidecek kadar yer bulunmayan küçük bir oda. 
İlk yapılan bu Peygamber Mescid’i, 30×35 ebadındadır. 628 yılında Hayber Kalesi’nin fethinden ve Müslümanların sayılarının artmasından sonra, 50 x 55 ebadında genişletilecektir. 
Yaklaşık 1,5 yıl kadar kıble, Mescid-i Aksa’ya doğru iken, Bakara süresinin “fevelli vecheke şatral-mescidil-harâm-(Ey Habibim!) Yüzünü dosdoğru Mescid-i Haram’a çevir” ayeti nazil olunca, 180 derece dönüş yaparak kıble güney tarafa alınmış, Ashab-ı Suffa’ da Mescid’in kuzey tarafına çekilmiştir. Bu değişiklikte Hz. Peygamber’in eşlerine ait odalar 
oldukları yerde bırakılmıştır. 
  Kıblenin bu değişikliğinden sonra, Allah Rasülü kısa bir süre namazlarını  “Aişe Sütunu”nun olduğu yerde kıldırmış ve bilâhere “Muhallaka Sütunu” nun olduğu yerde kıldırmaya devam etmiş ve  “Mihrab-ı Peygamberi” de buraya yapılmıştır.
Biz bugünün Müslümanları, Rasülüllah’ın bu uygulamalarından mesajımızı en iyi şekilde almak durumundayız. Görüyoruz ki, Allah Rasülü önce mabedi inşa ediyor ve ardından da, yanıbaşına okulu “Ashâb-ı Suffa” yı konduruyor. Suffa, gölgelik demektir. Fakir, bekar ve kimsesiz Müslümanların eğitim gördüğü yer. Kızgın kumların üzeri hurma lifleriyle kaplı mütevazi bir medrese. Ama bu okuldan 5374 hadis rivayet eden Ebu Hureyre gibi büyük muhaddisler ve âlimler yetişebilmiştir. 
Öyleyse, biz de bu keyfiyetten bir mesaj çıkartabiliriz.  Nasıl mı? Şayet imam iyi bir imam olursa, öğretmen iyi bir öğretmen olursa, asker iyi bir asker olursa, böyle mütevazı mekânlarda da, iyi bir eğitim öğretim yapılabilir. Savaş taktikleri öğrenilip harp meydanlarında parlak zaferler kazanılabilir. İlim adamları, mucitler, hafızlar, muhaddisler ve fakihler de yetişebilirmiş. Bugün, memleketimizin de ideal sahibi özverili öğretmenlere, Rasülüllah’ı kendisine örnek alan fedakâr ve kültürlü imamlara,  askerlik mesleğinden başka şeyler düşünmeyen yiğit ve mert askerlere, dünyaya açılan ve rasyonel yatırımlar yapan dürüst iş adamlarına, yalan ve entrikadan sıyrılmış medya mensuplarına, çalışmayı ibadet şuuru içinde yapan memur ve işcilere daha çok ihtiyaç bulunmaktadır.
 
İslam Tarihi’nde Müslümanların sayılarının sürekli artmasıyla,  Mescid-i Nebevi’de zaman zaman tamir ve genişletme faaliyetleri, günümüze kadar süregelmiştir. Şu kadarını da söyleyelim ki, Hz. Peygamber zamanındaki Medine şehrinin tamamı, bugün Mescid-i Nebevi sınırları içinde kalmıştır. 
Mescid-i Nebevi de en devasa genişletme, 1984 ila 1994 yılları arasında Suudlar tarafından yapılmıştır. Buna göre, Mescid’in alanı yaklaşık 100.000 m. kareye ulaşırken, çatısında da 67.000 m. Karelik namaz kılma alanı oluşturulmuş ve Mescid’in avlusu da tam 235.000 m. kareye genişletilmiştir. Minarelerin sayısı ise, 10’a çıkarılmıştır. Artık bugün için Mescid-i Nebevi’de 700 bine yakın Müslüman, aynı anda namazlarını kılabilmektedir.  
Mescid, Hz. Ömer, Hz. Osman, Emeviler, Abbasiler, Memlüklüler, Osmanlılar ve Suud yönetimi tarafından genişletilmiştir. Ancak mescidin kıble tarafına olan son genişletmeyi, Hz. Osman yaptırmıştır. O günden bugüne mescid doğuya, batıya ve kuzeye doğru genişletilmiştir. Lakin kıble tarafı olan güneye doğru genişletilmemiştir. Nitekim bugün imamın namaz kıldırdığı mihraba da, “Mihrâb-ı Osman” denir. 
Sonraları mezhepler Kâbe’de ve Mescidi-i Nebevi’de namazlarını ayrı ayrı kıldılar. İşte Peygamberimiz’in mihrabının sağ yanında bir mihrap daha vardır ki, ona da “Hanefi Mihrabı”  denir. Kanuni, tamir ettirdiğinden bu mihrab, Süleyman Mirabı diye de anılır. 
Şu andaki mimberi ise, 1590 yılında Osmanlı Sultanı III. Murat İstanbul’da yaptırmış ve çok değerli taşlarla süsletmiş ve tezyinatını da tamamlattıktan sonra Mescid-i Nebevi’ye göndermiş, Memlüklüler tarafından yaptırılan eski mimber ise,  Kuba Mescidi’ne konulmuştur. Mescid-i Nebevi, Ravza-i Mutahhara ve Hücre-i Saâdet, çok kullanılan ve zaman zaman da birbirine karıştırılan bu kavramları kısaca izah edelim. Mescid-i Nebevi, Paygamber Mescidi anlamına geliyor ki, 622 yılında Peygamberimiz’in kendi eliyle yaptığı ve genişleye genişleye bu güne gelen mescittir.
Ravza-i Mutahhara ise, Cennet Bahçesi anlamına geliyor.  Peygamberimiz’in evi ile mimberi arasındaki yerdir. Burası ile ilgili Allah Rasülü şöyle buyurmuştur: “Evim ile mimberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir.”
Bir başka hadisinde de : “Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram dışında, diğer mescidlerde kılınan bin namazdan (sevap yönüyle) daha hayırlıdır.”
  Artık bu müjdeyi aldıktan sonra bir Müslüman, Medine-i Münevvere’de olduğu sürece, uzak doğu’nun kıblesi haline gelmiş cadde ve sokaklarda, çarşı ve dükkânlarda vaktini zayi eder mi? Otelin lobisinde geyik muhabbeti yapar mı? Her fırsatta bire bin veren bu bereketli mekanda,  taat ve ibadetle meşgul olur. Zikir, fikir ve şükürle zamanını değerlendirir. Rasülüllah’ın yanıbaşından hiç ayrılmaz. Hücre-i Saâdet de, Peygamberimiz’in medfun bulunduğu yerdir. 
Yani Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in kabirleriyle birlikte,  kendi kabri şerifleridir. Burayı ziyaretle ilgili Peygamberimiz’in iki hadisi şerifi mevcuttur: “Kabrimi ziyaret edene şefaatim vacip olur" ; “Kim ki, beni vefatımdan sonra ziyaret ederse, hayatımda ziyaret etmiş gibidir.” 
“Medine’ye girer girmez, bir yüzüğün ana taşı halinde ilk göze çarpan, Allah Rasülü’nün mescidi ve ravzasıdır. Cephesinde dörder şerefeli iki büyük minarenin nöbet tuttuğu mekan. Fakat asıl harika onun mana ifadesindedir… 
Elmecmuatü’z-Zühdiyye Fi’l-Ahkâmu’d-Diniyye, Esseyyid Ahmet Zühdi’nin ( bu eserinde belirtildiği gibi) Bu, icma derecesinde kuvvetli tespite göre:
1-Peygamber kabrinin yeri, dünyanın her nokta-
sından ve arş ve kürsüden de üstündür. Müthiş!
2-Kâbe ise, mukaddes kabir(Hücre-i Saâdet) hariç tutulmak şartıyla Medine’den üstündür.(Yani Kâbe, mukaddes kabirden üstün değildir. Müthiş!
3- Mekke ile Medine’den hangisinin üstün olduğu ihtilaflı, fakat bu iki belde, bütün dünya şehirlerinden üstün. Bu bilgiler önceden malumum olarak Nurlu Medine’ye girer girmez ne hissetmem gerektiğini takdirinize bırakırım.”  
Fakat “Medine, Mekke şehrinden bazı yönleri ile ayrılıyor. Bir kere Mekke gibi dağlık bir yapıya sahip değil. Dümdüz bir alan üzerine kurulmuş. Mekke’de çorak bir toprak var. Fakat Medine öyle değil. Havası daha yumuşak olduğu gibi, etrafı da daha yeşillik.”  
Medine Münevvere ve Mescid-i Nebevi ile ilgili bu genel malumatı verdikten sonra, yarınki sohbetimizde Mescid-i Nebevi’ye gidip Rasülüllah’ı ziyaret edebiliriz.