“KÖY ENSTİTÜLERİ “KAPANMASAYDI TÜRKİYE DAHA İYİ YERLERE GELEBİLİRDİ”
Köy Enstitülerinden mezun olan 82 yaşındaki emekli öğretmen Celalettin Demir o yılları gazetemize anlattı.
Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı’nın da Demirköy ilkokulundan müdürü olan Demir, Arifiye’deki Köy Enstitüsüne Bilecik merkeze bağlı Dereşemsettin köyünden üç arkadaş yazıldıklarını, birinin köydeki vedalaşma sırasında annesinden ayrılamadığı, bir diğer arkadaşının ise okula başladıktan belli bir süre sonra terk ettiğini, kendi babasının da okuldan almak için geldiğini ancak kendisinin okulu bırakmak istemediğini ve devam ettiğini belirtti. Demircilikle uğraşan bir ailenin çocuğu olan Celalettin Demir Köy Enstitülerinde her şeyden önce sevgi ve saygıyı öğrendiklerini ve bunu da öğrencilerine yansıttıklarını belirterek Arifiye’deki okulun 1 numaralı öğrencisinin merhum Mehmet Beyazıt, 2 numaralı öğrencisinin ise merhum Hasan Öz olduğunu kaydederek;”Bilecikliler bu konuda biraz uyanık davrandılar” dedi.
MARANGOZLUK, DEMİRCİLİK, SIVACILIK GİBİ…
1940 Yılı 17 Nisan’da kurulan Köy Enstitülerinin 17.Bin küsur öğretmen yetiştirdiğini,bunların beş bine yakınının bayan olduğunu kaydeden Demir;bu okullarda okuma-yazma haricinde de bir çok konularda eğitim aldıklarını ve bu aldıkları eğitimleri de köylerde hem öğrencilere hem de vatandaşlara öğrettiklerini ifade etti.Aşık Veysel’in köy Enstitülerinde öğretmen adaylarına Müzik kursu verdiğini,bağlama çalmayı öğrettiğini anlatan emekli öğretmen Celalettin Demir,bunun yanında Marangozluk,Demircilik,sıvacılık gibi mesleklerin yanında domates,patlıcan,biber gibi sebzeleri ekmeyi,meyve ağaçları dikmeyi,sütten peynir ve yoğurt yapımına kadar bir çok konularda öğrencileri eğittiklerini söyledi.Köy Enstitülerinin kapanmasına karşı olduğunun altını çizen Demir,şimdiki eğitim sistemini de beğenmediğini söyleyerek şimdiki gençlerin deyim yerindeyse;”Boş” olduğunu üzülerek söyledi.
“NABİ AVCI BAŞARILI VE EFENDİ BİR ÖĞRENCİYDİ”
Milli Eğitim Bakanı Pof.Dr.Nabi Avcı’nın Demirköy ilkokulunda okuduğunu,1964 yılında mezun olduğunu, başarılı ve efendi bir kişiliğe sahip olduğunu,derslerinin iyi olduğunu,babası merhum bakkal Abdullah Avcı’nın da iyi bir insan olduğunu anlatan Celalettin Demir Bakan Avcı ile hala görüştüklerini,her yıl 24 Kasım öğretmenler gününde kendisini aradığını ve çok memnun olduğunu kaydetti. Evli 1 çocuk ve 2 torun sahibi emekli öğretmen Celalettin Demir’in Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı açıklama:
“O YILLARDA TÜRKİYE’NİN DURUMU ÇOK KÖTÜ!”
“Ben Celalettin Demir. Arifiye Mezunuyum. 1947’de Arifiye’ye gittim, 1950-51,52’den sonra da öğretmen okulunu Arifiye’den bitirdim. Meslek hayatım 28 sene 3 ay öğretmen olarak çalıştım, ondan sonra emekli oldum. Ben daha önce okuldan önceki durumu anlatayım. Köy Enstitüleri açılmadan önce, İstiklal savaşından sonra Türkiye’nin durumu çok kötü. Durum her yönüyle ekonomik yönünden olsun, her yönünden çok zayıf.
Milli Eğitim’deki yöneticiler o zaman Maarif Vekili Saffet Arıkan, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve Eğitmen Kurslarıyla ilgili arkadaş Süleyman Edip Adıvar görüşüyorlar. Diyorlar ki “Ne yapalım Türkiye’nin durumu çok kötü, köylerde okuma, yazma bilen yok. Ne yapalım?” Kendi aralarında konuşuyorlar. Diyorlar ki “Köylerde okuma yazma bilen yok” Hatta ben okurken köylerden mektup gelir mektubu okuyacak kimse yok. Üçü arasında Milli Eğitim Bakanı ile Genel Müdürler konuşuyorlar “Ne yapalım” diye.
“ASKERDEKİ ÇAVUŞLAR, ONBAŞILAR OKUMA-YAZMA BİLİYOR”
Askerdeki çavuşlar, onbaşılar okuma yazma biliyor. “Bunlar da köylerde gezelim, bulalım. Bunlara bir eğitmen kursu açalım. Altı- yedi ay bunları eğitim-öğretimde çalıştıralım. Onları köylere gönderelim.” O zaman oradaki eğitmen kurslarından yetişen eğitmen adayları köylerde 3 sene 1-2-3. sınıfları okutur, ondan sonra mezun ederlerdi, üçüncü sınıftan diploma alırlardı. Ama bunların parası da az, herkesi kendi köyüne veriyorlar. Başka yerlere giderlerse aldıkları maaş yetmeyecek. Ama kendi köyünde olunca masrafı karşılıyorlar. Böyle devam ediyorlar derken bu azınlıkta kalıyor. Ondan sonra herkes de biz okuyacağız diye geliyorlar köylerdeki gençler. Bu sefer okul yok ne yapacağız? Köylü okul yapıyor el birliğiyle. Derken 3. sınıfa kadar çalışılıyor.
“ÖĞRETMEN TEK BAŞINA ÖĞRENCİYE DİPLOMA VEREMEZDİ”
Tekrar düşünüyorlar. Ne yapalım? Bunları geliştirelim. Ondan sonra da yine Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, İlköğretim Genel Müdürü, onlar kendi aralarında toplanıyorlar. Diyorlar ki köylerde 5. sınıfa kadar okuyan öğrencilerden başarılı olan öğrencileri Köy Enstitülerine alalım. O şekilde 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri açılıyor. Açılan Köy Enstitülerinden başarılı öğrenciler 3-5 kişi kız veya erkek olunca götürülüyor. Mesela ben kendime göre konuşayım. O zaman köylerde diploma almak bile dışarıdan gelen öğretmenler olurdu. Öğretmen tek başına öğrenciye diploma veremezdi.
“BU ŞEKİLDE KARAR VERDİK ARİFİYE’YE GELMEYE”
Dışarıdan gelen Köy Estitüsü mezunu öğretmen arkadaş öğlen zamanı biz okuldayız 5 sınıfta. Eve geldik babama dedi ki “Arif amca Celalettin’i Arifiye Köy Enstitüsüne gönderelim.” O zaman dediler “Arifiye Köy Enstitüsünde ne olacak? Oraya giderse 5 sene okuyacak, 5 sene sonra da öğretmen olacak. İstediği yerde de öğretmenlik yapacak.” Annem de var yanımda. “Oğlum dedi çok iyi gönderelim, gitsin” dedi. Velhasıl bu şekilde karar verdik Arifiye’ye gelmeye.
“BİZ İKİMİZ ARİFİYE YOLUNU TUTTUK”
Köyden 3 kişi aday öğretmen okuluna gideceğiz. Aşağıköy’ün yanına indik. Artık orada bizi büyüklerimiz gönderecekler bizi Dereşemsettin Köyü’nde. Babam benimle gelecek, annemin elini öptüm. Diğerlerinin de elini öptüm, iki arkadaş daha var. Onlar da annelerinin, babalarının ellerini öptüler. Bir tanesinin annesi çocuğunu sımsıkı kavradı. Ben dedi “çocuğumdan ayrılamam, onu bırakamam.” Neden bırakamazsın dedik. Ben oğlum olmadan yapamam. Bırakmadı ve velhasıl biz ikimiz Arifiye yolunu tuttuk.
“BİZ İYİ NOT ALARAK 1.SINIFA KAYDOLDUK”
Buraya geldik, Milli Eğitime gittik, Milli Eğitimde bizi bir deneme yaptılar. Sen öğretmen olmak istiyor musun? Evet. Okuma yazman var mı? Bir şey söylediler bize. Yaz bakalım şunu. Yazdık. Bir de bazı şeyler sordular. Onları bildik. Tamam dediler olabilir. Burayı kurtardık. Ondan sonra Arifiye’ye gittik. Orada da yine dışarıdan gelenleri zeki öğrenciler ama imtihansız olmuyor. Yemekhane var büyük bir Yemekhane. Oraya bizi sıralayıp koydular, birer kağıt, birer kalem verdiler. 5 tane soru sordular. Bu soruları yazdırdılar. Dediler ki “Size bir saat müddet” 1 saat içerisinde bu soruları cevaplandıracaksınız. Cevaplamada iyi not alan da 1. sınıfa yazılacak. Başaramayanlar geçememiş olacak. Velhasıl biz iyi not alarak 1. sınıfa kaydolduk. Arkadaşlardan bazıları cevapları doğru dürüst veremeyince onlar kaldı ama onlar da tekrar köye gönderilmediler. Altı ay kursla onları da 2. sınıftan mezun olacak bilgiye getirildikten sonra onları da birinci sınıfa kaydettirdiler.
“BIRAKTI GİTTİ Mİ BEN KALDIM YALNIZ”
Okula başladık. Biz bizim köyden 2 kişiyiz ama benim babam demirci. Biz köyde erkenden kalkarız, işimize başlarız. Öbür arkadaşım da evde tek annesi var, o istediği zaman kalkar. Onun keyfi çok iyi. Arifiye’ye gittik sabah 6:30,07:00’da kalkıyoruz, okula geliyoruz. Yemek yiyoruz. Sabah 08:30-09:00’da derse başlıyoruz. O zaman bir hafta ders, bir hafta bahçede veya herhangi bir yerde inşaat varsa onlara da yardımcı oluyorduk. Bu arkadaşımın ağırına gitmiş, zor gelmiş. 15 gün sonra arkadaş bana “ben gideceğim. Ben burada yapamayacağım, bana zor geliyor. Erken kalkıyorlar bir de 200 metre mesafede yola gidiyoruz yatmak için. Ondan sonra bunun yazı var kışı var.” Velhasıl bıraktı gitti mi ben kaldım yalnız.
“GİTMEM EFENDİM,BEN OKUYACAĞIM DEDİM”
Şimdi arkadaş köye geliyor. Babam soruyor ne oldu diye. “Ya diyor orada iş çok zor. Bizi çalıştırıyorlar, sabah erken kaldırıyorlar. Gece yatakhane zor.” Velhasıl “ben orada okuyamadım” diyor. Okulun aleyhinde konuşmaya başlıyor. 20 gün sonra okulda bir anons 1 C’den Celalettin Demir Eğitim Baş odasına gelsin. “Allah Allah ben daha çocuğum, yeniyim ne oldu acaba?” Korka korka gittim. Şapkada var kapıyı çaldım, şapkayı çıkardım. Eğitim Baş Odasında Hüseyin Kaya. Bir baktım babam oturuyor. Gittim elini öptüm. Eğitim başı dedi ki “baban niye geldi biliyor musun?” Ben de “bilmiyorum” dedim. “Baban seni almaya gelmiş” dedi. Hiç öyle bir soru beklemiyordum. “Neden?” dedim. “Gitmem efendim,ben okuyacağım” dedim. Eğitim başı babama baktı babam bana baktı. Dedi ki “Arif bey dedi bu çocuk okur. Sen hiç onu götürmeye kalkma. Sana güle güle” dedi. Velhasıl orada öyle kaldık. 5 sene devam ettim. Bu benim Köy Enstitüsü maceramdı, hikayemdi.
“DOMATESİ KENDİMİZ EKERDİK, PATLICANI, MEYVESİNİ…”
Biz Köy Enstitülerinin son mezunlarıyız. Biz okula geldiğimizde okullar yeterli kadar vardı ama ilk gidenler var ya eskiden okul yok. Bunlar okul yaparken harcını karmış, tuğlasını işlemiş, duvarını örmüş, çatısını yapmış. Bunlar bize göre çok daha iyi yetişmişler. Ama son olarak biz geldiğimiz için onlara göre biraz daha hazırız. Yine bizim Arifiye’de Ziraat Bahçemiz vardı. Orada domatesini kendimiz ekerdik. Patlıcanı, ağaçlarını, meyvesini, fidanı dikilip yetiştirilir onları kazardık ve orada öğrendiklerimizi marangozu, demircisi, arıcılığı var. Bunların hepsini bize öğrettiler. Köylere gittiğimiz zaman bizim de bunları öğretmemiz gerekiyordu. Ve aklımızın erdiği kadar da bunları köylüye öğretmeye, faydalı olmaya çalıştık.
“YALNIZ EĞİTİM-ÖĞRETİM DEĞİL KÖYLÜYÜ DE BU YÖNDE AYDINLATMAKTI”
Bizim Enstitülerinden mezuniyetimiz yalnız eğitim-öğretim değil köylüyü de bu yönden aydınlatmaktı. Umarım ki muvaffak olduk diye düşünüyorum.
Köy Enstitüleri 1951-52 ders yılında kapandı. Biz köylere gittiğimiz zaman köylerde biz bazı yanlışları söyledik. Bu yanlıştır dedik. Bizim bu yanlıştır sözlerimiz bazı kişiler tarafından herhalde pek kabul edilemedi. Biz doğruları söyledik. O bakımdan belki tepki aldık. Ondan sonra velhasıl 1951-52 ders yılında okulu kapattılar. Ondan sonra Köy Enstitüleri Öğretmen Okulu diye devam etti. Ama bir daha köyden çocuk, öğrenci alınmadı. Köy Enstitülerine hiç vilayetlerden, illerden öğrenci yok. Çünkü köye gittiği zaman köy çocuğu köyde nasıl yaşanır onu bildiği için zorluk çekmedi. Onun için bizi o şekilde aldılar ve yetiştirdiler.
“KÖY ENSTİTÜLERİ KAPANMASAYDI TÜRKİYE DAHA İYİ YERLERE GELEBİLİRDİ”
Ondan sonra da kapandı. Kapanması yönetimin kendi düşünce tarzıydı ve kapattılar. Bize göre kapanması çok kötü oldu. Köy Enstitüleri Kapanmasaydı bence Türkiye daha iyi yerlere gelebilirdi.
Nabi Avcı benim öğrencim değil ama okul müdürüydüm. Nabi Avcı’nın okuldaki çalışmaları gayet başarılı ve iyi bir öğrenciydi. Babasını tanırım, bakkal dükkanı vardı Abdullah. Beyefendi birisiydi.
“NABİ HEMEN AYAĞA KALKAR SAYGISINI GÖSTERİRDİ”
Nabi okuldan sonra Eskişehir’e okula gittiği zaman devamlı görüşüyorduk ben bakkal dükkanına falan girdiğim zaman. Nabi hemen ayağa kalkar saygısını gösterirdi. Ara sıra görüşüyoruz. Geldiği zaman öğretmen günlerinde ziyaretime geldi görüştük.
“KÖY ENSTİTÜLERİNİN AÇILMASINI CANI GÖNÜLDEN İSTERİM”
Ben tekrar Köy Enstitülerinin açılmasını isterim. Köyde görev yapacak kişiler köyü tanıdığı için o bakımdan köyden giden Köy Enstitüleri öğretmenlerinin daha faydalı olacağına inanıyorum. Böyle oldu zaten, o bakımdan biz daha başarılı olduk. Mesela o zaman şehirde bizim gibi arkadaşlarla beraber okumuş olsaydı bizim gibi başarılı olamazdı. Neden? Çünkü köye ayak uyduramazdı. Köylü ile şehirli arasındaki yaşantı farkı değişik. O bakımdan ben Köy Enstitülerinin tekrar açılmasını canı gönülden isterim.
Ben 1980’den itibaren köylerden ayrıldım. Şu andaki köy okullarının durumlarını bilmiyorum ama o zaman da çok başarılıydı köylerde. Dedim ya 5. sınıf diplomasını dahi kendimiz öğretmen olarak veremiyorduk. Dışarıdan gelen öğretmenler öğrencileri imtihan yapıyorduk, ona göre notlarını verip diplomasını öyle veriyorduk. O bakımdan köylerde Köy Enstitülerinin açılmasını canı gönülden isterim.
“MEHMET BEYAZIT’IN NUMARASI 1,HASAN ÖZ’ÜN NUMARASI 2”
Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940’ta açıldı. 1951-52’den sonra kapandı. 12 senelik bir hizmet verdi. 18 tane Köy Enstitüsü vardı, açıldı Türkiye’de. Bizim Marmara bölgesi olarak Arifiye’ye bağlı 5 vilayet var. Bunlar Bilecik, Bursa, İstanbul, İzmit, Bolu. Marmara Bölgesinin Köy Enstitüsü mezunları bu bölgedeki bütün köy okulları Arifiye’ye giderdi. Bilecik’ten Arifeye’ye giden çok oldu. Yapan olmanın verdiği durum bir de demek ki köylerdeki kişilerin daha uyanık olması. Örneğin Bilecik’ten Arifiye’ye ilk gidenler 1 ve 2 numarayı almıştır. Demek ki Bilecik’te bir uyanıklık var. Gidenler Mehmet Beyazıt rahmetli oldu ve bir de Hasan Öz. Beyazıt’ın numarası 1, Hasan Öz’ün numarası 2. O bakımdan Bilecik’imizi Köy Enstitüleri olarak 1. sıraya koyabiliriz. Benim Köy Enstitüsü numaram da 648. Ama biz son zamanda gittik.
“OKULDAKİ YETİŞME TARZIMIZ ÇOK ÖNEMLİYDİ”
Bizim Köy Enstitülerindeki yetişme tarzımız örneğin Bursa bize yakın. Biz Bursa’yı kardeş kabul ediyoruz. Oradaki öğrenci arkadaşlarla beraber sanki aynıymış gibiydik, büyüklere saygılıydık, küçükleri severdik. Ablalarımız varsa onlar sanki bizim ablamız gibi bakardık. Velhasıl okuldaki yetişme tarzımız çok önemliydi. Okulda bizim son sınıf öğrencileri sanki biz onları 1. , 2. sınıf değil de onlara biz öğretmen gözüyle bakardık. Biz öğrenci olarak okulun içerisine bir çöp dahi atamazdık. Attığımız zaman büyük sınıflar bizi uyarırdı. O şekilde yetiştik.
“BEN DIŞARIYA HALA ÇÖP ATAMAM, KENDİMİ SUÇLU HİSSEDERİM”
Ben dışarıya hala çöp atamam. Kendimi suçlu hissederim. Yetişme tarzımız bu oldu. O bakımdan biz öğretmenlerimizden çok çok bilgiler aldık. Şimdi ki eğitim-öğretim sistemini yeterli bulmuyorum. Diyor ki arkadaş ben üniversite mezunuyum. Bir şey soruyorsun bilgisi yok. Yani yeterli bulmuyorum. Biz öğrencilere hayatta neyle karşılaşacaksa problemleri ona göre öğretirdik. Şimdi ki öğrencilerin ders durumlarını görmedim ama ben yeterli bulmuyorum inşallah sistemde bir değişiklik olur.”