“Çanakkale’den Eğer İmanı Çıkarırsanız, İzah Edemezsiniz”

Gerçekleşen konferansa, Bilecik Valisi Ahmet Hamdi Nayir, Bilecik Belediye Başkanı Selim Yağcı, Bilecik eski milletvekili Tayfur Ün, Bilecik Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Fevzi Uzun, Geyve Müftüsü Ali Erhun, Gölpazarı Belediye Başkanı Vedat Kazıcı, MHP Gölpazarı Belediye Başkan Adayı Sinan Özkeskin, CHP Bilecik Belediye Başkan Adayı Sungur Turan, MHP Bilecik Belediye Başkan Adayı Hüseyin Şensoy, Saadet Partisi Bilecik Belediye Başkan Adayı Mehmet Turgut, Demokrat Parti Bilecik İl Genel Meclisi Üyesi Adayı İsmail Cinoğlu, CHP İl Başkanı Çağatay Karaahmet, ilçe Başkanı Gültekin Çalışkan, MHP İl Başkanı Sabri Erarslan, İlçe Başkanı Mahmut Özbekar, Saadet Partisi İl Başkanı İbrahim Meral, Demokrat Parti Merkez İlçe Başkanı Mustafa Sarı, Gölpazarı AK Parti İlçe Başkanı İsmail Kara, Ankara Bilecikliler Derneği Başkanı Üzeyir Yıldırım, Atıf Bilir, Şehit Aileleri ve Gaziler Derneği Başkanı Hayati Durak ve gaziler, CHP Gölpazarı İl Genel Meclisi Üyesi Turgay Yılmaz, Bilecik Erzurumlular Derneği Başkanı Lütfi Akyüz ve çok sayıda konuk katıldı.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’yla başlayan gecenin açılış konuşması Bilecik Gölpazarını Tanıtma ve Kültür Derneği Başkanı Mehmet Ergün tarafından yapıldı. Ergün konuşmasında, “Asr-ı saadetten sonraki hiçbir savaş hakkında bu kadar çok yazılmadı. Hiçbir savaş bu kadar destan olup dünya milletlerince söylenmedi. Hiçbir savaşta bu kadar çok anne-baba evladını, kadın eşini, yavru babasını, kardeş abisini kaybetmedi. Toprak hiçbir savaşta bu denli kan kırmızısı olmadı. Almadı bağrına bu kadar çok şehidi. Hiçbir savaşta insanlık onuru bu denli vahşice çiğnenmedi. Hiçbir savaşta insanlık dersi bu kadar açık verilmedi. Bu savaş yiğidin harman, cesaretin meydan, dostun hayran, düşmanlarının da pişman olduğu bir savaştır. Hükümdarın kaleminde şehitliğe ferman, şairin kaleminde kahramanlığa destandır. Askerin karavanasında yokluk, düşman sayısında çokluk, bir şahadet menzili mesafede yolculuktur. Siperlerde kımıl kımıl okunan dualar Allah Allah diye savaş meydanını inleten sayhalar, her daim bir inilti her daim bir acı olarak yaralı dilinde feryatlardır. Bu savaş kemiğin çeliğe, etin demire, imanın küfre galip geldiği bir savaştır.” dedi.

Dernek hakkında da bilgi veren Ergün sözlerini şöyle sonlandırdı:

“1999 yılında Sadık Kaya başkanlığında kurulan derneğimize bu güne kadar başkanlık eden yönetim kurulu başkanlarına, yönetim kurulu üyelerine ve bu etkinliğin düzenlenmesini sağlayan derneğimiz üyelerine, bu salonu bizlere tahsis eden ve her zaman yanımızda olan Bilecik Belediye Başkanı Sayın Selim Yağcı’ya ve bugüne kadarki bütün etkinliklerimize maddi manevi destek sağlayan Gölpazarı Belediye Başkanı Vedat Kazıcı’ya da sizlerin huzurunda teşekkür ediyorum.”

 

 

“Ne zaferlerimizi anlatmakla bitirebiliriz ne de kahramanlarımızı saymakla bitirebiliriz”

 

Turan,  Çanakkale zaferi ile ilgili ‘ yüksek bir ruhun zaferi’ olduğunu vurgularken, katılımcılara Çanakkale destanının anlam ve önemini tekrar hatırlatan konuşmasında şu sözleri aktardı:

“Milletler ve devletler zaferleriyle yücelirler, kahramanlarıyla yükselirler. Zaferi ve kahramanı olmayan milletlerin ve devletlerin tarihi sığ bir göl gibidir. Oysa zaferleri ve kahramanları bol olan milletlerin ve devletlerin tarihi engin bir deryaya benzer. Tıpkı bizimki gibi, tarihimiz ne zaferlerimizi anlatmakla bitirebiliriz ne de kahramanlarımızı saymakla bitirebiliriz. Adeta sıradağlar gibi geçit yaparlar. Bunlar içinde birisi var ki diğerlerine hiç benzemez. Hem Türk milletinin hafızasında, gönlünde ve kalbinde hem de dünya tarihinde abideleşen, ebedileşen,  efsaneleşen, heykelleşen bir zaferdir ki o da Çanakkale’dir. 

Çanakkale’ye ne kadar gidip geldiğimi hatırlamıyorum ama herhalde yaşımdan daha fazla Çanakkale’ye gittiğimi söyleyebilirim. Ancak ne zaman Çanakkale’ye gitsem, Çanakkale’den dönerken soğuk bir demir düşünün, bu demiri kızgın bir ateşin içerisinde koyun, kıpkırmızı bir hal alacaktır. Ardından bunu bir suyun içersinde sokarsak nasıl cız diye bir ses çıkarırsa her Çanakkale’den dönerken kalbimde ve gönlümde böyle bir cız sesi hissederek dönmüşümdür.

 

“Şehirliklere içtikleri boş bira şişelerini atan gençler var”

 

253 bin şehidimizin kefensiz yattığı şehitler bölgesinde gezip dolaşıyorlardı, biraları içmiş boş şişeleri atmışlardı. Ben daha da kötüsünü gördüm. Çanakkale şehitler abidesinde aşk sloganı yazan Türk gençleri gördüm. Eğer bir Türk genci bunu yapabiliyorsa ya gaflet, dalalet veya hıyanetten yapıyordur ya da cehaletten yapıyordur. Ben birinci alternatifi kabul etmek dahi istemiyorum. Cehaletten yapıyor olmalılar. Maalesef başta biz tarihçiler olmak üzere Çanakkale’nin ruhunu ve yüksek manasını ve muhtevasını öğretememişiz nesillerimize. Şöyle bir söz var; ‘ Çanakkale’nin ne olduğunu Türk milletini öğrenmesi ardından nesillerine öğretmesi bir şeref borcudur.’ Diyor. Eğer bir tarihçi olarak ben bunu anlatmazsam bu bana vebaldir. Ben de 20 günde 40’a yakın konferans verdim Türkiye’nin çok değişik yerlerinde. Topyekûn millet olarak Çanakkale’yi genel anlamda bütün zaferlerimizi, ecdadımızı, nesillerimize kavratmak zorundayız.

Ben Çanakkale’ye yaklaştığım zaman gönlümde ve kalbimde çok büyük depremler yaşarım. Diken diken olur benim tüylerim. Gözyaşlarıma hâkim olamam ve o toprağa basarken hicap duyarım, acaba o toprakta 253 bin şehidimizin kefensiz yattığı bu toprağa basmaya ben layık mıyım diyerek. Akif öyle diyordu ‘Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı. Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı.’ Diye Akif haykırırken çocuklarımızın meseleden habersiz Çanakkale’de gezdiklerini görünce, bir tarihçi olarak bundan 10 sene önce Çanakkale hakkında bir araştırma yapmaya karar verdim ve Çanakkale bölgesine gittim.

Atatürk, Çanakkale’yi yüksek ruh olarak ifade ediyor. Çanakkale savaşlarının iki boyutu vardır; birincisi, deniz boyutudur, ikincisi kara boyutudur.

 

“Ecdadımız, Çanakkale geçilmez ibaresini tarihin bağrına altın harflerle yazdırdı”

 

Bundan 99 yıl önce, 18 Mart 1915 tarihinde düşman Çanakkale Boğazından harekâta geçti, Çanakkale Boğazını geçmek ve İstanbul’a ulaşmak için. Ancak o gün saat 18.00 sularında Çanakkale’de deniz zaferini kazandık ve düşman geriye çekilmek zorunda kaldı. Denizden düşman geçemeyince 24 Nisan’ı, 25 Nisan’a bağlayan gecenin sabah saat 04.30’unda karaya asker çıkardı ve 8,5 ay süren kara savaşları başladı. Bu savaşların neticesinde de ecdadımız kandan, irinden deryalar geçti. Göğsünü düşmana siper etti ve Çanakkale geçilmez ibaresini tarihin bağrına altın harflerle yazdırdı.

 

“1930’lu yılların ortalarına doğru yağmur yağdığı zaman topraktan kan çıkardı”

 

Çanakkale’nin Gelibolu yarım adasındaki köylerine gittim, köylülerle konuştum. Köylüler bana dediler ki ‘ Hocam, biz 1930’lu yıllardan Bulgaristan ve Romanya’dan getirilerek buralara yerleştirildik. 1930’lu yılların ortalarına doğru yağmur yağdığı zaman topraktan kan çıkardı’ dediler. Savaş, 1915 yılında cereyan etmiş ve savaştan yaklaşık 20 yıl sonra hala yağmur yağdığı zaman topraktan kan çıkıyorsa, ecdadımızın orada ne kadar kan döktüğünü anlayabiliriz. Aynı köylüler bana şu bilgiyi de verdiler. ‘ Biz 1930’lu yıllardan 1970’li yıllara tam 40 yıl boyunca sadece savaştan geri kalan bomba parçaları, mermi parçaları ve şarapnel parçalarını toplayıp, hurdacılara satarak geçimimizi sağladık’ dediler. Eceabat İlçesi var orada, onlarca köyümüz var, binlerce insanımız var. Binlerce insanımız 40 yıl boyunca sadece savaş artıklarını toplayıp, satarak geçimlerini sağlayabildilerse, siz düşünün ne kadar çetin savaşlar yapıldığını.

 

“Dünya tarihinde hiçbir savaş yoktur ki bir metrekaresine 5 litre insan kanı akmış olsun”

 

Dünya tarihinde hiçbir savaş yoktur ki bir metrekaresine 5 litre insan kanı akmış olsun. Çanakkale savaşlarında 1 metrekatreye5 litre insan kanı akmıştır ve yine dünya tarihinde hiçbir savaş yoktur ki, metrekaresine 6 bin mermi düşmüş olsun. Çanakkale savaşlarında, bir metrekareye 6 bin mermi düşmüştür, dile kolaydır bu. Zaten Çanakkale’yi görenler kıyametin koptuğunu zannederlermiş, öyle dehşetli bir manzara ki, hani Akif diyor ya ‘ Ölüm indirmede gökler, ölüm püskürtmede yer, o ne müthiş tipidir, savrulur enkaz-ı beşer.’ Diyor. Gökyüzü ölüm indiriyor, yeryüzü ölü püskürtüyor.’Kafa, göz, gövde, çene, parmak, el, ayak boşanır sırtlara, vadilere sağnak sağnak’ Gökyüzünden insan parmakları yağıyor, elleri, ayakları, kulakları yağıyor. Gelibolu yarımadasındaki ormanlar tutuşmuş, alev alev yanıyor. Gökyüzü kara bulutlarla kaplı. Çanakkale Boğazı adeta kaynıyor. Batan gemilerden kurtulmaya çalışan askerler, ölenler, kurtulma mücadelesi verenler, her tarafı barut kokusu almış, kan kokusu kaplamış. O kan kokusuna sinek orduları oluşmuş ve o bombaların düştüğü yerde 8,5 metre genişliğinde, 5 metre derinliğinde devasa kuyular açılıyor. Adeta 6 şiddetinde Gelibolu yarımadasında zelzele meydana geliyor. Bu manzarayı görüp de aklı muhafaza etmek dahi mucizedir. İşte ecdadımız, bu kadar zor şartlar altında Çanakkale’yi kazandı.

 

“Ben bir tarihçi olarak hakkında 100 kitabın yazıldığı hiçbir savaşa rastlamadım”

 

Bölgede, Kanlı sırt denilen bir yer var. Araştırmamı yaparken, o Kanlı sırt’a neden Kanlı sırt dendiğini öğrendim. Dediler ki ‘ Hocam, askerlerimizden akan kanlarla Gelibolu yarımadası adeta bir gelincik tarlası haline dönüştüğü için, buraya Kanlı sırt adı verilmiş. Dünya tarihinde, ben bir tarihçi olarak hakkında 100 kitabın yazıldığı hiçbir savaşa rastlamadım. Çanakkale savaşları hakkında, yerli ve yabancı 2 bin’den fazla eser kaleme alınmıştır. Bu da Çanakkale savaşlarının ne kadar önemli olduğunu anlatmaktadır, gerek Türk tarihi açısından, gerekse dünya tarihi açısından.

Savaş sırasında ortada öyle bir ceset yığını oluşuyor ki komutanlar ‘ Bu cesetler yüzünden rahat savaşamıyoruz, cesetleri bir kaldıralım, bir ateşkes yapalım, ondan sonra savaşa devam ederiz.’ Diyorlar. Ve ateşkes yapılıyor, onlar ölülerini kaldırıyorlar, biz şehitlerimizi kaldırıp defnediyoruz, ardından bir start veriliyor, savaşa devam ediliyor, yok dünyada. Dünyada böyle bir savaş örneği yok. 8,5 ay boyunca, böyle devam etmiş. Havada, mermiler çarpışmış, mermilerin havada çarpışma ihtimalini matematikçilerimiz hesaplasın, kaç milyonda birdir? Ama mermiler yağmur gibi yağıyor.

 

“Bizim askerimiz boş kum çuvallarından elbiselerine yama yapıyorlardı”

 

Düşman 500 bin askerle Çanakkale’ye dayandı. İngilizlerin 400 bin askeri var, Fransız’ların 80 bin askeri var. Akif öyle diyor ya ‘ Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela’ Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan asker getirmişler. Hatta Mısır’dan, Tunus’tan, Senegal’den Müslüman askerleri İngiliz askerler Çanakkale’ye getirmiş ve m Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmışlardır. Şimdi baktığımız zaman dünyanın en güçlü orduları, Çanakkale’ye saldırmışlar. O güne kadar İngilizler hiç yenilmemiş. Ya bizim halimiz nicedir? Atacak barutumuz yok, haki elbise verememişiz askerimize, köyünden, kentinden nasıl geldiyse cepheye sivil elbise ile gitmiş. Bizim askerimiz, aç savaşıyor. Bir dilim ekmek yiyorlar. Allah aşkına 19-20 yaşında genç bir insan bir dilim ekmekle doyar mı? Bizim askerimizin ayağında ayakkabı yok, çarık var. Çarığı rahmeti babam anlatıyordu, ayağınıza bir deri parçası sarıyorsunuz, üzerini iple bağlıyorsunuz. Pek çok askerimizin ayağında çarık da yoktu, yalın ayak savaşıyordu. Daha da kötüsünü söyleyeyim sizlere; Devlet, İstanbul’dan Çanakkale’ye kum torbası gönderiyor. Normalde, bizim askerlerimiz kum torbalarına kum dolduracaklar, üst üste koyacaklar, geriye çekilip düşmana ateş edecekler. Bizim askerlerimiz kum torbalarına kum doldurmuyor. Yırtıyor kum torbalarını, yırtık elbiselerine yama yapıyorlar. Bu kadar zor durumdayız. Eğer biz meseleyi maddi açıdan inceleyecek olursak düşmanlar bu kadar kuvvetleriyle bir günde, bilemediniz bir haftada Çanakkale’den bizi silindir gibi ezip geçmeleri gerekiyordu. Fakat 8,5 ay boyunca çakıldılar kaldılar. Ecdadımız, göğsünü düşmana siper etti ve Çanakkale geçilmez ibaresini tarihin bağrına altın harflerle yazdırdı. İşte bu noktada bizim askerimizin volkan gibi iman gücü devreye giriyor.

 

“Çanakkale’den eğer imanı çıkarırsanız, Çanakkale’yi izah edemezsiniz”

 

Çanakkale’den eğer imanı çıkarırsanız, Çanakkale’yi izah edemezsiniz. Çanakkale’de iman, tekniği yenmiştir. Çanakkale’de öyle esrarengiz olaylar meydana gelmiştir ki insan bunları okuduğu zaman, öğrendiği zaman hafısalası ve muhakemesi sarsılıyor. 26 Türk mayını var. Almanlar, patlamaz bunlar diyor, paslı küflü mayınlar. Biz Almanlar ile aynı safta savaşıyoruz. Almanların patlamaz dedikleri, beğenmediği 26 mayını General Cevat Paşa, Peygamber Efendimizden işaret alarak, boğaza paralel döşetmiştir ve paralel döşenen bu mayınların hepsi patlayarak düşman gemisini batırmıştır. Bir İngiliz General’i şunu itiraf ediyor ‘ O kahrolası Türk mayınları Çanakkale’de bize savaşı kaybettirmiştir’diyor. Ve yine o dönemlerde Gelibolu yarımadasında korkunç aslanlara ve kaplanlara rastlandığı şaiyası çıkmış. Düşman askerleri cephe gerisinde korkudan uyuyamıyorlar. Daha sonra bir araştırma yapılıyor ve Gelibolu yarımadasında tarihin hiçbir döneminde ne bir aslana rastlanmış ne de bir kaplana. Ama şair öyle diyor ya ‘ Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur’ diyor ya. Rabbim isterse bu olmaz. Rabbim isterse Mehmetçik düşmanın gözüne kükremiş aslan gibi de kesilebilir, nitekim bununla ilgili pek çok itiraflar da var.

 

Generel Hamilton, “Biz Türklere gökten yardımcı kuvvetler geldiğini gördük”

 

General Hamilton var.  ‘Sadece bugün Türk mevzilerine bin 800 şarapnel fırlattık, aylardır gemilerimiz Türk mevzilerini bombalıyorlar. Son derece sarsılan Türk’leri koruyan Allah’larından ayırabilmek için başka ne yapılabilir’ sorusunu sorduktan sonra General Hamilton şöyle devam ediyor ‘ Biz biliyorduk ki Türklerin atacağı barutu dahi kalmamıştı. Fakat biz Türklere gökten yardımcı kuvvetler geldiğini gördük’ Bütün kaynaklarda vardır, Hamilton’a aittir bu söz. Bir başka İngiliz Generalinin de itirafı şudur; ‘ Attığımız bombalarla, mermilerle Türk mevzilerini delik deşik ettik. Adeta bir kalburun sırtı gibi birbiri ne temas eden daireler haine getirdik. Artık akıl, bilim kesinlikle kabarttığımız bu toprağın altında canlının mevcudiyetine inanmazdı. Fakat bir süre sonra kabarttığımız bu toprağın altından elinde silahıyla beraber ‘Ya Allah’ diye fırlayan Mehmetçiği gördükten sonra biz zaferden ümidimizi kestik diyor.

 

Churchill, “ Biz, Çanakkale’de Türklerle savaşmadık. Allah ile savaştık, tabi ki yenildik”

 

Churchill, İngiliz Deniz Bakanı, Çanakkale Savaşlarını planlayan ve ircaa eden o. Yenilmişler, gittikten sonra İngiltere’ye Churchill mahkemeye verilir. Hâkimlerin huzuruna çıkarak terler, bunalır ve hâkimlere sesini yükseltir ‘ Beni daha fazla konuşmayın. Biz, Çanakkale’de Türklerle savaşmadık. Allah ile savaştık, tabi ki yenildik.’ Bu sözler Churchill’e aittir. Bu bakımdan, bizim insanımız, bizim ecdadımız, kahramandır, yiğittir, merttir. Ta Orta Asya’dan gelir bizim bu hasretimiz. Fakat Türkler, Orta Asya’dan Batı’ya doğru göç ederken İslamiyet’i kabul ettiler. İslamiyet’i kabul edince, Türk artı iman eşittir Türkmen adını aldılar. Türkmen demek, iman eden Türk demektir. Anadolu’nun bazı yörelerinde Türkmen’lere Yörük adı verirler. Orta Asya’dan Viyana’ya uzanmamızdaki keyfiyetin altında yatan sebep budur. Hareketli bir toplumdur Türkler ve İslamiyet’i kabul ettikten sonra maddi güçlerine bir de manevi güçleri eklemişleridir. Biz Çanakkale zaferini maddi gücümüzle beraber izah ederken manayı da göz ardı edersek, Çanakkale yarım kalır. Bu yüzden, Atatürk ‘ Yüksek ruhla Çanakkale’yi kazandık’ derken bu maneviyatı işaret ediyor.

 

“Her 25 Nisan’da Anzaklar Çanakkale’de atalarını anar”

 

Düşman askerleri Çanakkale’ye neden geldiklerini bilmiyorlar, kime karşı savaştıklarını bilmiyorlar. İngilizlerin figüranı olarak gelmişler, yenilmişler, gitmişler. Böyle olduğu halde, her yıl Anzaklar Çanakkale’ye gelirler ve tam 25 Nisan tarihinde 10 binlerce Anzak Gelibolu yarımadasında Anzak Koyu’nda toplanırlar. Her Anzak’ın elinde bir İncil kitabı vardır. Sabah saat 4.30’a kadar atalarının ruhlarına dualar gönderirler ve sabah saat tam 4.30 olduğu anda hepsi ayağa kalkar, paçalarını dizlerine kadar sıvarlar ve denizin içinde yürümeye başlarlar. Dizlerine kadar suya gelinceye kadar ilerler ve daha sonra sırtlarını denize, yüzlerini Gelibolu yarımadasına dönerek aynen atalarının 1915 yılı 25 Nisan sabahı nasıl karaya ayak bastılarsa, onlar da atalarını taklit ederek, yaşadıklarını manen ve ruhen yaşayarak karaya çıkarlar. Bu şekilde atalarına layık olduklarını ispat ederler. Peki, biz şimdi kendimize soralım. Onlar canlarını vermeseydi, biz şimdi hür bir vatanda yaşama imkanı bulamayacaktık. Zaten düşmanların esas amacı oydu. Çanakkale’den geçip İstanbul’a varacaktı, İstanbul düştükten sonra Anadolu’yu düşürecekti, bizi geldiğimiz yere geri gönderecekti. Çanakkale geçildikten sonra her şeyimiz bitecekti. Vatan elden gidecekti, bayrak inecek, ezan susacak ve namus gidecekti. Ne olursa olsun düşman Çanakkale’den geçmemeliydi ve ecdadımız geçirmedi.

 

“Seyit Onbaşı’nın anıtı yanlış dikilmiş”

 

Her Çanakkale’ye gidişimde yüreğim yanar. Biz böyle olmamalıydık, bu millet böyle olmamalıydı. Çanakkale’de şehitler bölgesinde Seyit Onbaşı’nın anıtını görüyoruz. Bu anıt, yanlış dikilmiştir buraya. Biz tarihçiler sürekli basında beyanatlar veririz, bunun yanlışlığını söyleriz ama bir yetkili gelip de bunu düzeltmez. Bu anıtı oraya dikenler, lütfedip bir tarihçiye sormamışlar, normalde Seyit Onbaşı mermiyi kaldırdığında kucağına koymamıştı, sırtına koymuştu. Ama Çanakkale’de yanlış anıtı, kucağına koymuş olanı gösteriyorlar, yüz binlerce insanımıza yanlış bilgi veriliyor.

 

Seyit Onbaşı, “ İnsan yaptığını satar mı?”

 

Ben bu araştırmayı yaparken 2004 yılında Seyit Onbaşı’nın memleketine gittim. Seyit Onbaşı’nın memleketi kuş uçmaz kervan geçmez bir köyü var. Balıkesir’in Havran İlçesi’nin Manastır Köyü. Daha sonra Kocaseyit köyü yapmışız. Mezarı başında dua ettik, ardından Seyit Onbaşı’nın evine misafir oldu. Yıl 2004, 10 yıl önce. Seyit Onbaşı’nın kızı Ayşe ana 92 yaşında. Bir yıl sonra vefat etti. Seyit Onbaşı’nın torununun da kulakları ağır işitiyor. İzzet ikramda bulundular. Kulağına eğildim, yüksek sesle sordum ‘ Ayşe ana, bana baban Seyit Onbaşı’yı anlatır mısın?’ dedim ‘ Ne anlatayım ben evladım, bilmem ki dedi’ Dedim ki’ Baban sadece Türk tarihi değil, dünya tarihi sayfalarında kahraman olarak yazmış, hiç anlatmaz mıydı?’ ‘ Rahmetli pek konuşmayı sevmezdi evladım’ dedi. Bizim ecdadımız çok asil ruhlu bir ecdat.  Köy kahvesinde Seyit Onbaşı’yı sorduğumuzda, köylüler ‘ Biz Seyit Onbaşı’ya kahramanlığını anlat dediğimiz zaman, ‘ insan yaptığını satar mı’ diye cevap vermişti diyorlar.’

 

‘Mehmetçik’ ismi nereden geliyor?

 

Çanakkale savaşlarından önce Mehmetçik diye bir kavram literatürümüzde yoktu. Bir ara askerimizin adına Osmancık diyelim demişler fakat bu askeri birlikler arasında tutmamış. Bir mangada 2 Mehmet var. Komutan çağırıyor ‘Mehmet,  gel buraya’ ikisi birden koşuyor. Birisi büyük Mehmet, birisi küçük Mehmet. Komutan diyor ki ‘ Bundan sonra küçük Mehmet’in adı Mehmetçik olacak’ Peygamber Efendimizin isminden mülhem. Bu Mehmetçik kavramı bütün askeri birlikler arasında çok tutmuş ve askerimizin adı Mehmetçik olarak kalmış Çanakkale savaşlarından sonra.

 

Atatürk, “Emin olmalısınız ki, Çanakkale’de bize bu zaferi kazandıran, işte bu yüksek ruhtur”

 

Atatürk zafer Anıtı’nın karşısında devasa bir Anzak anıtı var. Anzaklar bu tepeye hiçbir zaman çıkamadılar. Mademki Anzaklar bu tepeyi ele geçiremediler, hangi hakla gelip Atatürk Zafer Anıtı’nın karşısına bu devasa Anıtı dikip Atatürk Anıtı’nı gölgede bıraktılar? Veya kim dikilmesine izin verdi? Üzülmemek mümkün değil.

Atatürk’ün bir bomba sırtı olayı var. Çanakkale ile sembolleşmiş, bizim kahramanlarımız vardır, Yarbay Mustafa Kemal Bey. Aslında Çanakkale, bizim Türkiye Cumhuriyeti’nin bir önsözü niteliğindedir. Arıburnu’nda, Conk bayırı’nda, Anafartalar’da düşmana karşı dillere destan zaferler kazanmış Yarbay Mustafa Kemal Bey o zamanki rütbesi. Savaşlardan yıllar sonra, Ruşen Eşref’e bir mülakat veriyor Atatürk. Ruşen Eşref, ünlü bir gazeteci,  mülakat verirken,  bir bomba sırtı olayı var, onu sana anlatmadan geçemeyeceğim diyor. Atatürk aynen bomba sırtı olayını şöyle anlatıyor; ‘ Karşılıklı mevziler arasındaki mesafe 8 metre. Yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen şehit oluyor. İkincidekiler, birincidekilerin yerini alıyor. Önünde öleni görüyor, 3 dakikaya kadar öleceğini biliyor. Zerre kadar, korku göstermiyor. Kur’an-ı Kerim’i okumasını bilenler, ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Okumasını bilmeyenler, Kelime-i Şahadet getirerek, düşmana saldırıyorlardı.’ Dedikten sonra Atatürk cümlesini şöyle tamamlıyor Emin olmalısınız ki, Çanakkale’de bize bu zaferi kazandıran, işte bu yüksek ruhtur. Yani yüksek ruhun diğer ifadesi, volkan gibi imandır.

Konferansın ardından Bilecik Valisi Nayir, Mustafa Turan’a plaket takdim etti. Nayir, geceyle ilgili şöyle konuştu:

“Bu tür programlarda da bizden bir şeyler söylemesi bekleniyor arkadaşlarımız tarafından. Fakat bu kadar ifadelerden sonra aynı konuda güzel bir şeyler söylemenin zorluğunu ben sizlerin takdirine bırakıyorum. Hissettiğimi bir cümleyle ifade etmek istiyorum. Ecdadımıza ait, tarihimize ait, sonuçta bize ait bir kahramanlık destanını yine bize ait bir sivil toplum kuruluşunun, bir derneğin programında ben hoşgörülerine sığınarak söylemek istiyorum yine bize ait bu toprağın yetiştirdiği bir hocamızdan dinlemenin zevkini bende sizlerle birlikte yaşadım. Şehitlerimize tekrar rahmet diliyorum.”

Dernek üyeleri toplu fotoğraf çektirmesinin ardından program sona erdi. BETÜL SÖNMEZER

 

 



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir