BİLECİK ANLAŞILAMAYANLAR ATÖLYESİ

featured

Bölüm 5: Tutunamama Sorunsalı

4 gün önce rüyamda Bilecik’e yerleştiğimden kısa bir süre sonra tanıştığım bir arkadaşım olan Altan’ı gördüm. Yağmur ince ince ama seri bir halde yağıyor. Eskimiş bir camın arasından sızan rüzgârın o tiz sesi ve asfalt zemine vuran yağmurun sesi dolduruyor kulaklarımı. Altan ile aramızda 5 metre kadar var ama sanki kilometreler var gibi. Gözlerimin içine bakıyor. Beli hafiften bükük ama maddi bir iş veya yükten olmayan bir büküklük onunkisi. Yer yer sarıya çalan kahverengi saçları yana taranmış. Kolları sarkık duruyor. Ne mutlu ne de mutsuz olduğu belli olan bir tebessüm var yüzünde. Konuşmuyoruz, geçen her on bin yıl sanki bir saniye. Anlayacağınız zaman akıyor ama hafiften. Bir şeyler demeye çalışıyor. Arkasını dönüyor yürümeye başlıyor. Peşinden koşuyorum. O yürüyor, ben koşuyorum ama yine de yetişemiyorum ona. Ciğerlerim patlayacak gibi oluyor. Soğuk asfalta vuran yağmurun ve rüzgârın çıkardığı o tiz sese birde uzunca bir süre koşmaktan mütevellit soluğumun sesi katılıyor. Bağırıyorum arkasından “Altaan, nereyeee?”. Bir anda bir tramvay beliriyor önümde. Taksimdekine benzer eski ve kırmızı renkli bir tramvay. Daha çabuk yetişirim diye atlıyorum tramvaya. Hızlı gidiyor tramvay, hemen bir tutamak buluyor, tutunuyorum. İçerisi kalabalık, ben nefes nefese ıslanmış bir vaziyetteyim. Kimse bakıyor mu diye etrafıma bakıyorum insanlar umarsız. Sarı saçlı bir kız çocuğu var yanımda, annesinin elini tutuyor. Bir elleri tutamakta bir elleri birbirlerine tutunmuş bir çift görüyor önümde. Bir ara arkama bakıyorum uzun kahverengi mantolu bir adam var. O da para çantasına benzettiğim bir çantayı tutuyor sıkı sıkıya. Ciğerlerimin ağrıdığını hissediyorum. “Amma ne yoruldum.” diyorum kendi kendime ve sonra niye koştuğum aklıma geliyor. Doğru ya diyorum Altan nerede? Hemen tozlanmış camdan dışarı bakıyorum bir şey göremiyorum. Altan’ı unuttum diye üzülecekken Altan’ı görüyorum ilerde. İki ayağını hafif bir aralıkla açmış kolları o ilk anda gördüğüm gibi yere sarkık bir halde elleri sıkıca yumulu. “Hey, Altan tutunsana!” diyorum duymuyor beni. Sonra kafamı daha da yukarı kaldırıyorum bütün tutamakları başkalarının tuttuğunu ona bir tutamak kalmadığını görüyorum. İrkilerek uyanıyorum. Bu sefer Şeyh Edebali Türbesinin ordayım. Başımı yukarı kaldırıyorum, oradaki tepede birinin olduğunu görüyorum. Seçemiyorum kim olduğunu, gözlerimi kısıyorum iyice. Bakıyorum “Altan.” diyorum. “Hey, Altan ne yapıyorsun orada? İnsene aşağıya.” diyorum. Altan uzakta ama bir anda yüzü gözümün önünde bitiyor, sonra yine o ne mutlu ne de mutsuz olduğu belli olan o tebessüm. Bundan sonra sıçrayarak uyandım. Rüya içinde rüya görmüşüm anlayacağınız. Üç gündür başımı yastığa koyup gözlerimi kapattığım gibi zihnimde beliriyor o tebessüm. Anlam veremediğim için yazıyorum tüm bunları. Çünkü ne zaman yazsam daha net düşünüyorum. Sanırım anlıyorum yani anladığımı düşünüyorum şimdi. Ne? Altan mı? Tutunabildi mi diye soruyorsun? Bunu cevabını bilmiyorum. Peki sen, peki ya siz tutunabildiniz mi bir şeylere? Atılgan’ın ve Atay’ın aziz ruhlarına selam olsun. Haftaya görüşmek dileğiyle sevgili arkadaşınız

Hazar Karaman



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir