HAK YENİR; AMA HAZMEDİLEMEZ

 

İnsanın yalnız başına yaşaması, hem fıtraten hem de fiilen mümkün değildir. İnsan, toplum halinde yaşamanın gereklerini yerine getirdiği takdirde, hem sağlıklı bir toplumun inşasına katkıda bulunmuş; hem de “komşuda pişer, bize de düşer” hesabı, sağlıklı bir toplumun ürettiği maddî-manevî tüm imkânlardan da istifade etme imkânını elde etmiş olur. Sağlıklı bir toplumu meydana getiren unsurlardan biri de, kul hakkına riayet etmektir.              

“Hakkına razı olmayan; Hakk’ın rızasına nail olamaz” diye güzel bir söz vardır. Bu söz bize,  Cenab-ı Hakk’ın rızasına giden yollardan birinin de, kişinin hayat felsefesini Cenab-ı Hakk’ın rızası ekseninden ayrılmadan ve helal dairesinden şaşmadan şekillendirmesinde saklı olduğunu haber vermektedir.      

Haklar, Allah hakkı ve kul hakkı olmak üzere iki kısımdır. “Allah hakkı”, Allah ile kul arasındaki bir hak iken; “Kul hakkı”, insanların birbirlerine karşı olan hak ve vazifelerinin sınırını belirleyen ilahî ve vicdanî bir çizgidir.

Cenab-ı Hak, koymuş olduğu emir ve yasakların kulu tarafından ihlal edilmesi halinde, kula başka hiçbir külfet yüklemeden, kulun bu hak ihlalinden kurtulması adına ona terk ettiği ibadeti kaza ve işlediği günaha tövbe etme şeklinde iki kurtuluş yolu gösterirken; kul hakkı söz konusu olduğunda, kul hakkından kurtulma adına,  önce hakkı ihlal edilen hak sahibinden helallik dilenmesini istemektedir. Kul hakkından kurtulma adına önce hakkı ihlal edilen kimseden helallik dilenmesi şartı, Allah katında kul hakkının önemine işaret etmektedir. Bunun içindir ki; “insan, dünyada bir haktan; bir de haksız olmaktan korkmalıdır” demişlerdir.                          

Kul hakkı, bir insanın haksız olarak başka bir kimseye ait olan maddî-manevi bir hakka tecavüz etmesidir. Bir kimsenin haksız yere malına el koymak, çalıştırılan işçinin hakkını zamanında ve tam ödememek gibi hak ihlalleri, kul hakkını maddî olarak çiğnemek manasına gelirken; bir kimsenin arkasından gıybetini yapmak, şeref ve haysiyetine dil uzatmak gibi hak ihlalleri de,  kul hakkının manevî olarak çiğnenmesi manasına gelir.

İster maddî olsun ister manevî olsun, ihlal edilen her kul hakkı, helallik alınmadığı takdirde, kıyamet gününde sahibinin ayağına bağlanmış bir bukağı; sırtına vurulmuş bir yük olacaktır.

Hak yenir, ama hazmedilemez” diye bir atasözü vardır.  Bu söz, kul hakkının hassasiyetine işaret eden bir sözdür.  Bunun için Peygamber Efendimiz s.a.v. kul hakkı konusunda bir hadis-i şeriflerinde; “Her kimin yanında kardeşine zulmettiğinden dolayı bir hak var ise, dinar ve dirhemin olmayacağı bir gün gelmeden önce, bugün ondan helallik dilesin.

 

Çünkü kıyamet gününde eğer haksızlık yapanın iyilikleri varsa, onun iyiliklerinden alınır, hak sahibine verilir; iyiliği yoksa, haksızlık yaptığı kardeşinin kötülüklerinden alınır, ona verilir” buyurarak kul hakkından kurtuluşun olmadığını, yenen hakkın hazmedilemeyeceğini açıkça bize haber vermektedir. Kul hakkından kurtulmak için ise kişi, şu geniş dünyada hak sahibinden helallik dilemelidir. Aksi takdirde canları boğazlara düğümleyen, herkesi şaşkına çeviren o kıyamet gününde,  kul hakkına girenleri daha zor bir günün beklediği hatırdan uzak tutulmamalıdır.

İnsan, Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına riayet ederek, Allah  hakkına hürmet ettiği takdirde, Cenab-ı Hakk’ı sevindirmiş; kul hakkına riayet ettiği takdirde de hem Cenab-ı Hakk’ı, hem de O’nun kullarını memnun etmiş olur. Hak kavramına riayet ederek Cenab-ı Hakk’ı sevindiren,  kullarını  memnun eden kimse ise, –inşaallah- dünyada huzurlu bir ömür ile mükâfatlandırılmış; son nefeste  imanlı bir ölüm ile Hakk’ı hak etmiş; ahirette de Mevlasının rızasına  nail olmuş olur. 

MEVLÜT GÜDER

İL VAİZİ



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir