YAZAR MUSTAFA TURAN’DAN ÇANAKKALE DESTANI

featured

Yazar Mustafa Turan, ”Bir milletin dirilişi ve destanlaşan Çanakkale ruhu” ile ilgili duygularını aktardı.

Değişim gazetesine röportaj veren Turan, “Gelibolu’daki Yüksek Ruh ve Destanlaşan Çanakkale”  kitabının yazarısınız. Bildiğim kadarıyla  yıllardır sizin Çanakkale programlarınız çok yaygındır. Lakin iki yıldır da salgınla boğuşuyoruz. Bu sürede ne yaptınız?” sorusuna, ”Evet maalesef salgın süresince bu programlara Zoom üzerinden devam ettik. İki yıl sonra artık bu Mart ayı ile birlikte ruberu konferanslara başladık elhamdülillah. Salgın öncesi olduğu gibi yoğun programlarımız  İstanbul, Bursa, Sakarya, Bolu, Karabük, Ankara ve Tokat gibi bir çok ilimizde ve ilçelerimizde devam edecek inşallah. Ben de öncelikle Çanakkale zaferinin 107. sene i devriyesi dolayısıyla tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Rabbim razı olsun ve gani gani rahmet eylesin.” cevabını verdi.

Muhabirimiz Harun Kaymaz’ın ”Çanakkale hakkında bir kitap yazma düşüncesi sizde nasıl doğdu? Neden Çanakkale? ” sorusunu da yanıtlayan Mustafa Turan, ”Çanakkale’ye çocukluk yıllarımdan beri gidip gelirim. İlk gittiğimiz dönemlerde gerçekten Çanakkale’nin mahiyetini bilmeden ve orada yaşananların içyüzünü anlamadan avâre avâre dolaştığımızı çok üzülerek daha dün gibi hatırlarım. Tabii ki Tarihçi olduktan sonra, bu durum değişti. Çanakkale bizim için çok önemli. Japonlar nasıl ki Hiroşima ve Nagazaki’ye çocuklarını götürüp ders ve ibret almalarını sağlıyorlarsa, biz de çocuklarımıza Çanakkale’nin ne olduğunu öğretmemiz gerekiyor. Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” şiirini nesillere geniş geniş anlatıp kavratmamız gerekiyor. Bakınız başka milletler sığ bir göl gibi olan kısa ve kısır tarihlerini, kendi nesillerine tarih yerine destan diye okuturken ve geçmişlerine ihtişam kazandırmaya çalışırken, biz engin bir derya misali olan zengin tarihimizle güçlü kültür ve medeniyetimizi nesillerimize gereği gibi tanıtamamaktayız.

Her Çanakkale’ye gidişimde oradan ayrılırken ruhum, soğuk bir demir kızgın ateşte nasıl cız ederse, öyle yüreğim cız eder. Her ziyaretimde Çanakkale’den üzgün dönerdim. Zira tarihimiz açısından müstesna yerlerden birisi olan Çanakkale’ye gelen öğrencilerimizin, çocuklarımızın ve gençlerimizin pek çoğunu, Şairimizin: “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı Düşün altında binlerce kefensiz yatanı, Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı…”

Mısralarında ifadesini bulan şuur ve bilinçten uzak bir vaziyette hareket ettiklerini görürdüm. Her defasında özellikle kızlı erkekli gençlerin fıkırdaşarak, sanki turistik gezi yapar gibi bir halet-i ruhiye içinde dolaştıklarını, hatta alkol alıp şehitliklere aşk sloganı yazacak kadar, meselenin özünden habersiz gezdiklerini üzülerek müşahede etmişimdir. Eğer bu davranış; cehaletten değilse, gaflet ve dalalettendir diye iç çekmişimdir.

Çanakkale’ye ziyarete gidecek tüm kafilelerin önceden; nereye ve niçin gittiklerini, vatanımızı ve hürriyetimizi orada kefensiz yatan şehitlerimize borçlu olduğumuzu anlatarak, temelde bir altyapı oluşturup bir şuur ve bilinçlendirme yapıldıktan sonra gezinin gerçekleştirilmesinin daha faydalı olacağını hep düşünmüşümdür. Atatürk, Çanakkale’yi “Yüksek Ruh” olarak tanımlıyor.

İşte ben de bir Tarihçi olarak, bu yüksek ruhu nesillerimize ve okuyucularımıza vereyim diye düşündüm ve “Destanlaşan Çanakkale” kitabını, bu mantık içerisinde kaleme aldım. Şunu da ifade edeyim. Yazdığım yirmi kitaptan hiç biri beni Çanakkale kadar derinden etkilememiştir. Okuyucularımdan da aynı minvalde etkilendiklerine dair geri dönüşler almaktayım.” yorumunu yaptı.

Mustafa Turan, ”Biz tarihte birçok savaş yaptık ve zafer kazandık. Bunlardan ayrı Çanakkale’yi önemli kılan şey nedir?” soruya ise şu yanıtı verdi:

”Bizim savaşlarımız genelde taarruz savaşlarıdır. Zaten bu keyfiyet sayesinde bu gün taa Orta Asya’lardan kalkarak bu coğrafyaya gelmişiz. Fakat Çanakkale bir savunma savaşıdır. Anadolu’da var olma savaşıdır. Tarihimizin yüz karası olan Balkan hezimetinin bir rövanşı niteliğindedir. Biliyorsunuz askerin siyasete bulaşması ve İttihat ve Terakki’nin basiretsiz tutumuyla biz, koca Balkanları çarpışmadan terk etmiştik. Bundan cesaret alan düşman, İstanbul ve Anadolu’da yaşamamızı da çok görerek, bizi geldiğimiz yere geri göndermek istemişti. Bu arada Ruslara da yardım edecekti tabii.

Bu amaçla Çanakkale’ye saldırmışlardı. Yıllarca süren savaşlardan yorgun ve yoksul çıkan bu millet teslim mi olacaktı? Elbette hayır. “Hasta Adam” denen bu yorgun ve yoksul millet, bütün dünyayı şaşırtan öylesine dillere destan bir savunma savaşı yaptı ki, hem kendi tarihinin, hem de dünya tarihinin akışını değiştirdi.

Dünya’nın en güçlü yenilmez armadaları ve orduları karşısında, bizim savaşı kazanmamızı hayal etmek bile hayaldi. Çünkü topumuz yoktu. 2000 soba borusundan top maketi yapmıştık. Askerimizin ne yiyeceği ekmeği, ne de giyeceği elbisesi vardı. İstanbul’dan gönderilen kum torbalarını yırtan askerimiz, yırtık elbi-sesine yama yapıyordu. İşte böylesi olumsuz şartlarda kazandık biz Çanakkale Zaferini. Çanakkale’yi diğerlerinden ayıran temel özellik de işte budur.

Şurası bir gerçektir ki: “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sağlayan milli mücadele ruhu Çanakkale’den kaynaklanmıştır. Bu yönü itibarıyla, Çanakkale Zaferi, Balkan hezimetinin bir rövanşı olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyetinin de bir önsözü niteliğindedir. ”

”Son zamanlarda basında da çıktı. Çanakkale’de rehberlerin ziyaretçilere bir takım hurafeler anlattıkları yolunda. Konu hakkında eser yazmış ve meseleyi bilen biri olarak ne diyeceksiniz?”’ sorusuna da açıklama yapan Yazar Mustafa Turan, ”  Teşekkür ederim böyle bir soru sorduğunuz için. Bu işin altında bir kaç sebep var. Bir kere şu hususu belirtmemiz gerekir ki,  şu anda Çanakkale’ye olan ilgi, yurt içinde ve yurt dışındaki soydaşlarımız arasında her geçen gün artıyor. Eğer bir günde bir yere 50 bin kişi gidiyorsa, elbette orada bir rekabet de söz konusu olacaktır. Bu rant kavgası, Turizm İşletmecileri arasında olur, rehberler arasında olur, oradaki yerli esnaf ve işletmeciler arasında olur vs…Ben de zaten o konuya değinecektim. Biraz önce izah ettiğim şey, olayın bir boyutu. Hurafe meselesine bakacak olursak, tabiiki orada bu kadar kalabalığa hitap eden rehberler arasında meseleye tam vakıf olmayanlar da bulunabilir. Ben bu noktada Kültür Bakanlığı devreye girmeli ve bölgede kalifiye eleman istihdam etmelidir diye düşünüyorum. Nitekim bu yönde atılmış adımlar da var. Bugün rehberlik belgesi olmayanlara izin verilmiyor. Mesela ben bugün bir grup dostla gitsem bölgeye, onlara toplu olarak bilgi veremiyorum. Verdiğim takdirde astronomik cezalar kesiliyor.   Bakanlık bu noktada, Çanakkale hakkında eseri olanlara da doğrudan rehberlik belgesi vermesi gerekir.  Meselenin izahında madde yönüne olduğu kadar, mana ve ruh yönüne de işaret etmekte yarar vardır. Bakın ben size Atatürk’ün “Bomba Sırtı” olayından bahsedeyim. Atatürk bu hadiseyi anlatırken diyor ki:

“…Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şâyân-ı hayret ve tebrik edilecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, işte bize Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”Burada Çanakkale’nin manevi boyutuna, iman yönüne  ve yüksek ruha atıfta bulunuluyor.

Öte yandan müttefiklerin de bu yönde beyanları vardır ki, çok açık ve nettir. Hamilton:  “Bizi Türklerin maddi gücü değil, manevi gücü mağlup etmiştir”   derken, Çörçil de, “Biz Çanakkale’de Türkler ile değil, ALLAH ile harp ettik” demişti.

Bu işin başka da bir izah tarzı yoktur. Gerçekten Çanakkale’de öylesine ulvi hadiseler cereyan etmiştir ki, bunları hiçbir idrak, akıl ve mantık açıklayamaz. Koca Seyit’in fizik kanunlarını alt üst eden 276 kiloluk mermiyi kaldırmasından, İngiliz Kraliyet Alayı’nın kaybolmasına, Gelibolu ormanlarında korkunç ve yırtıcı Aslanların görünmesinden, küflü, paslı esrarengiz 26 Türk mayınının gizemli ve görkemli başarısına kadar birçok olay mânâ ile ilgilidir.

Şimdi Çanakkale’de bu olaylar yaşanmıştır. Açın okuyun savaşa iştirak eden yerli ve yabancı askerlerin o gizemli hatıralarını. Eğer bazı rehberlerin bu anlattıklarına hurafe deniyorsa, bunu şiddetle reddederim. Elbette askeri ve maddi açıdan büyük bir mücadele verilmiştir. Bu keyfiyeti inkâr eden yok. Zaten 253 bin şehit verilmesi olayın, bu yönünü ispatlıyor.

Biz, bu maddi güce manevi olaylar da katkı sağlamıştır diyoruz. Biz değil, tarihçilerin büyük çoğunluğunun üzerinde ittifak ettikleri de budur. Çanakkale’yi sadece maddeyle izah ederek, yüksek ruh ve manevi tarafını görmezden gelmek, en azından bu milletin milli ve dini değerlerini hiçe saymak anlamına gelir diye düşünüyorum.” dedi.

Turan, ”Basında haberlerinizi okuyoruz. Sık sık yurtdışına gidiyorsunuz. Yurt içinde sürekli programlarınız oluyor. Mesela nerelere gidiyorsunuz? Ne anlatıyorsunuz?” sorusuna da şu cevabı verdi:

”Ağırlıklı olarak Almanya, Avusturya ve Fransa oluyor. Çünkü gurbetçilerimiz buralarda daha yoğun bulunuyor. Viyana, İnsburg, Linz, Felkır, Bregenz gibi Avusturya şehirleri yanında, Munich, Kepten, Lindau, Vöhringen, İmmenstadt,  Bludenz, İsny ve Dorbin gibi Almanya şehirlerinde ve Paris çevresi ile Güneybatı Fransa’da birçok eyalet ve şehirde konferanslarımız oluyor. Bosna’ya ve Makedonya’ya gidiyoruz. Yurt içinde ise, geniş bir yelpazede bu programlarımızı icra ediyoruz. Konular ise zamana göre değişiyor. Mart’ın tamamı “Destanlaşan Çanakkale” yi anlatmakla geçiyor. Mesela 2013’de 30 günde 40 konferans vermiştik. Bu sayı 2014’de yurdun dört bir yanında, 30 günde 45 konferansa çıktı.  2015 Zaferin 100. Yılı olması dolayısıyla, programlar çok daha yoğun geçti. Bu sebeple biz de özel bir çalışma yaptık. “Destanlaşan Çanakkale” kitabımızı daha da genişletip zenginleştirerek 35. Baskıyı zaferin 100. Yılına armağan ettik. En son 53. Baskıyı yaptık ve artık basılmış kitap sayısı milyonu aştı çok şükür.  Her yıl  1 Marttan 31 Mart’a kadar her gün Çanakkale konferanslarımız olurdu bizim Mesela  2018 de 30 güne 52 konferans sığdırmıştık. Belirttiğimiz gibi  iki yıl salgın dolayısıyla ara verdik ve şu sıralarda yeniden start verdik. Çanakkale programı tertip eden kurum ve kuruluşlar, genelde bu programları zafer ayı olan Mart ayı içinde olmasını arzu ediyorlar. Aslında yılın her gününde Çanakkale programları olabilir. Mesela 9 Ocakta düşman Çanakkale’den çekildi. Niye Ocak ayında olmasın. Çanakkale’ye ilk saldırı Kasım ayında olmuştur. Niye Kasımda olmasın. Kara çıkarması Nisan ayındadır. Niye Nisan ayında olmasın?

Son zamanlarda yayımladığımız “İmam Hatip Neslinin Öncü Kahramanları” adlı eserimiz çerçevesinde, İmam Hatip liselerimizdeki öğretmen ve talebelerimize bu konuyu anlatmaktayız.   Hâfız-ı Kur’an olmamız hasebiyle,  “Hâfız  Mehmet Akif ve Bir Sevdadır Hafız Olmak”, ”İstanbul’un Fethi” gibi konular da faaliyet alanımız içerisinde bulunuyor. Şu anda gençlik konusu üzerinde çalışıyorum. “Gençliğimiz ve Geleceğimiz” konulu konferanslarımız da devam ediyor. Yabancılar bu işe hala şaşıyorlar. Avrupa’nın bu dev gücü karşısında Türklerin nasıl zafer kazandığını, bu başarının sırrını hala çözebilmiş değiller. Mesela Churchill:“ İngiltere savaş tarihinde Çanakkale kampanyası kadar acı bir sayfa yoktur. Tek kelimeyle felaket” derken, Alman Mareşalı L.V. Sanders:“ Gelibolu yarımadasında Türkler, dünyanın en kudretli donanma ve ordularını dövmüşlerdir. Çanakkale’yi bir asker olarak anlatmak imkânsızdır…” demektedir.

General Hamilton ise, bu hezimeti: “Tam bir fiyasko bu” diye nitelendirdikten sonra şu yorumu yapıyor:“ Efendiler! Ben bir şeyi anlayamıyorum. Bizim medeni milletlerin orduları, savaşta barbarlığa yaklaşıyor, barbar saydığımız Türk orduları ise, savaşta medenileşiyor…”Çanakkale için Siyonist ileri gelenlerinden birinin şu yorumu da hayli ilginç: “İsrail Devleti’ni, Çanakkale’de verdiğimiz 55 kayba borçluyuz.

İngilizlerden İsrail’in kuruluşu için destek sözü alırken, elimde Çanakkale kayıplarımızın listesi vardı. İsrail’e giden yol Çanakkale tepelerinden geçmiştir.” İngiliz yazarlarından Michael Hickey: “İngiltere olarak 1914 yılında dünyanın zirvesinde olduğumuzu zannediyorduk. Çanakkale savaşlarında Osmanlılar burnumuzu yere sürttü” demiştir. Bu şekilde daha pek çok örnek vermek mümkün. ”

”Çanakkale kitabını ne kadar zamanda yazdınız? Biz Çanakkale’de kaç şehit verdik bu konuda değişik rakamlar söyleniyor, hangisi doğru?” sorusuna cevap veren Yazar Turan, şu bilgileri aktardı:

”Yaklaşık bir yıllık bir araştırma sonucunda ortaya çıktı Çanakkale kitabı. Genelde kabul gören ve Tarihçiler arasında ve kitaplarda geçen 253 bin civarında Çanakkale şehidimiz var. Ancak bu rakamı 400 bin olarak telaffuz edenler de var. Geçenlerde Türk Tarih Kurumu başkanı, yanılmıyorsam 37 binden falan bahsetti. Bu görüşü kabul etmek mümkün değil, mantıklı da değil. Bu rakam Genel Kurmay kayıtlarında 209 bin civarındadır. Tabi ki sayılar biraz tartışmalı. Mesela ben size desem, 1999 Marmara depreminde kaç insanımız hayatını kaybetti. Net sayı verebilir misiniz? Bazıları kayıtlara giriyor, bazıları girmiyor. Bazı cesetlere ulaşılamıyor. O günün şartlarında savaşta da durum üç aşağı beş yukarı işte böyle bir durum…Düşman 2 yıl sonra Çanakkale’den geçerek, yine İstanbul’u işgal etti. Yani buna değer miydi?

Evet değerdi. Niye? Çünkü tarihte konjonktür çok önemlidir. 1918’de şartlar 1915’e göre çok değişmişti. Şayet düşman 1915’de Çanakkale barajımızı aşıp İstanbul’a ulaşsaydı, o zaman durum bizim açımızdan çok vahim olabilirdi. Ama 1918’e gelindiğinde dört yıl süren savaştan yılmış ve bıkmış bir dünya vardı. Avrupalı müttefiklerin kamuoylarında savaşın sonlanması konusunda yoğun bir baskı mekanizması işlemeye başlamıştı. Bu yüzden biliyorsunuz bizim kurtuluş savaşımız arifesinde,  Bolşevikler ihtilalle iktidara gelmişler ve Ruslar savaştan çekilmişlerdi.

Biz doğuda Ruslara değil, Ermenilere karşı savaşmıştık. İşte mesela bugün Rusların Ukrayna’yı nasıl yakıp yıktığını görüyoruz. O gün İtalyanlar savaşmadan Akdeniz bölgesinden çekilirken, Fransızlar da Güney Doğu bölgesinde ciddi bir direniş göstermemişlerdi. İngilizlerle de herhangi bir çatışmamız olmamıştı. Geriye onların maşa olarak kullanıp bizim üzerimize Yunanlıları salmaları neticesinde, biz kurtuluş savaşımızı, asırlarca bize tabi olan Yunanlılara karşı yaptık. Şayet biz kurtuluş savaşımızı yukarıda adı geçen devletlere karşı yapmış olsaydık, işimiz çok daha zor olurdu.”

Turan, ”Destanlaşan Çanakkale Kitabı’nı yazarken  sizi en çok etkileyen bölüm hangisiydi?” sorusuna, ”Bir kere kitabın içindekilerin tamamı beni derinden etkilemiştir. Şimdiye kadar yazdığım kitapların-Kutsal Topraklarla ilgili olanlar hariç- hiçbirinin, beni bu kadar derinden etkilemediğini belirtmek isterim. Çünkü Çanakkale’yi yazarken ruh dünyamda o kadar derin akisler ve rihteri büyük depremler meydana geldi ki, çoğu konuları tüylerim ürpererek ve gözyaşlarıma hâkim olamayarak yazdım. Okuyucularımızın da kitabı okurken aynı duyguları yaşayacağına eminim. Fakat bir (Mekteb-i Sultani) Galatasaray Liseli öğrencilerin acıklı durumu var ki, ciğerinizi yakıyor. İnsan taş olsa erir yani. Yürek bu acıya dayanır gibi değil.

Çanakkale bir değirmendir. İnsan öğüten bir değirmen.  Vatan için, din ve namus için gencecik yavrularımızın şehit olması gerekmektedir ki, onlar da sınıflarından cepheye giderek tereddütsüz koşarlar ölüme. Bunlar gibi daha nice Koçyiğitler, taze civanlar, bıyığı henüz terlememiş ana kuzuları şehit olurlar.

Düşünebiliyor musunuz, 1915 yılında son sınıf öğrencilerinin tamamı şehit olduğu için Tıbbiye ve Mülkiye mezun verememiş. Analarımız kardeşlerini, babalarını ve ciğer pare yavrularını kaybetmiş ve adeta budanan bir ağaç gibi kolları, kanatları budanmış. Bakın size çok acıklı bir hadise daha nakledeyim. Şair Cahit Külebi müfettiş olarak Kayseri Lisesine gider ve Okul Müdüründen kütük defterini isteyip incelemeye başlar. Tam bu esnada, defterin bir bölümüne gelir ki, şok olup gözlerine inanamaz ve hıçkırıklarla ağlamaya başlar. Zira sayfa bir baştan öteki başa kadar iki satır halinde kırmızı kalemle çizilmiş ve üzerine de şu not düşülmüştür:  “Kayseri Lisesi’nin son sınıf öğrencilerinin tamamı cephede şehit düştüğü için, lise bu yıl mezun verememiştir.”

Kurcalarsak Çanakkale’de bir yakınını şehit vermeyen aile neredeyse yoktur. Bu yürek yakan olaylar insanı etkilemez mi? Sadece Çanakkale mi? Yemen de bizim yanan yüreğimizdir. Sarıkamış gibi bir trajedi dünyanın neresinde yaşanmıştır? Bunların hangi birine yürek dayanır?

Bazı şeyler vardır ki, yaşanmadan yaşatılamaz. Hissetmeden hissetirilemez. Ben  Çanakkale’yi anlatırken derinliğine ve genişliğine savaşı adeta yaşarım. Şehitlerimizin manevi hatıralarına  hürmeten genellikle konuyu abdestli olarak ayakta anlatırım. Yer yer gözyaşlarıma hakim olamam. Tabiatıyla bu duygu seli  salona da yansır. Ancak takdir edersiniz ki, izleyici profili ile salonun atmosferi de çok önemlidir. Biz bu manevi atmosferi iki yıldır internet üzerinden verdiğimiz konferanslarda bulamadık maalesef. Göz teması ve yüreğe hitap çok önemlidir.

Cenab-ı Allah’tan özelde Çanakkale’de, genelde ise tarih boyunca bütün cephelerde din, vatan ve namus için can veren şehitlerimize rahmet dileyelim.’’



E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir