MESCİD-İ NEBEVİ’NİN İÇİNİ TANIYALIM

 

RAVZADAKİ SÜTUNLAR
Artık Ravza-i Mutahhara’ya(Cennet Bahçesi) girmenin zamanı geldi. Rasülüllah’ın mimberi ile evi’nin arasında kalan mekân. Yeşil halılarla kaplı ve bire bin veren bereketli bir yer. Çünkü Rasülüllah: “Burada kılınan bir namaz, içinde Mescid-i Haram’ın olmadığı yerlerde kılınan namazlardan bin kat daha sevaptır” buyurduğu bir yer. Oldukça kalabalık bir insan seliyle karşılaşacağız. Zira dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar burada iki rekat namaz kılıp, bu müjdeye erişmek istiyorlar. Bazıları var ki, burada namaz kılmış, bir daha kılmış, yetmemiş defalarca kılmış. O da yetmemiş uzun uzun dualar etmiş. O da yetmemiş yayılmış sere serpe Kur’an okuyor. 
Hatta daha da ileri gidip, orayı sanki tapularcasına uyukluyor. Nice müslüman ise, oracıkta sadece iki rekat namaz kılmak için, ayakta dakikalarca sıra bekliyor. Böyle bir durumda hassas olmak ve kimsenin hakkına tecavüz etmemek gerekiyor. Rasülüllah’ın: “Hiç biriniz kendisi için arzu ettiğini, kardeşi için de arzu etmedikçe iman etmiş olmaz” hadisini fikretmek lâzım.
Mescid-i Nebevi’nin genişletilmesi için Emevi halifesi I. Velid, Peygamberimiz’in eşlerine ait odaları yıktırmıştı. Hayatta olan sahabeler buna çok üzüldüler ve dediler ki: “Keşke yıkılmasaydı da daha sonra gelecek nesiller, Allah Rasülü’nün nasıl bir mütevazi sosyal hayat yaşadığını görselerdi.”
Bu defa I. Velit Mescid içindeki hurma direklerini yıktırmaya kalktı. Bunun üzerine Sahabe-i Kiram dediler ki: “Biz buna izin vermeyiz. Bu direkler bize Rasülüllah devrini hatırlatıyor. O’nun bize hatırasıdır.” Peki böyle bir durumda ne olacaktı? Çünkü hurma direkleri artık eskimiş ve dökülmektedir. Vaziyet uzun uzun istişare ediliyor ve sonunda, her bir hurma direğinin yerine, aynı büyüklükte ve aynı evsafta mermerden bir sütun dikilmesi fikri üzerinde uzlaşıyorlar. 
Yani bizim şimdi orada gördüğümüz o sütunların her birinin yerinde, Asr-ı Saadet devrinde bir hurma direği vardı. O bölüme vardığımız zaman, bu tarihi gerçeği düşünüp, zihni ve fikri planda Hz. Peygamber devrine gitmek gerek. O hâli gönül planında yaşamak gerek. Mihrapta Hz. Peygamber, ardında kutlu sahabelerin namaz kıldıklarını adeta görür gibi olmak gerek. Rasülüllah’ın Kur’an tilâvetini duyar gibi ve namazda O’na uyar gibi olmak gerek.
 
Kutsal Topraklar’a gitmeden önce, İslam Tarihi ve Peygamberimiz’in hayatı ile ilgili birkaç eser okumak, konu ile ilgili bir kaç sohbete katılmak ve manevi altyapıyı hazırlayıp, gönül gözümüzü açmak gerek. Çünkü Yusuf Has Hacip “Kutad Gu- Bilig” adlı eserinde der ki: “İnsanın güzelliği yüzdedir. Yüzün güzelliği gözdedir. Aklın güzelliği dildedir. Dilin güzelliği sözdedir.” 
Dil söyler. Basiret ise, söylenenin sırrına erer. Halkımız buna gönül gözü, kalp gözü der. Dolayısıyla gönül gözünü açarak oralara gitmek gerek. O mukaddes beldelerde çuval çuval keçiboynuzu yemekle uğraşmak yerine, meselenin özünü kavrayıp hakiki bal yemek gerek. 
Mescid’in içindeki bazı özellikleri olan sütunları şimdi birlikte ziyaret edelim. Bu sütunlardan biri, Mihrâb-ı Peygamberi’nin yanıbaşındaki sütundur ki, üstünde  “Hâzâ Üstüvânetü’l-Muhallaka” yazar.
  Rasülüllah Efendimiz bir defasında namaz kıldırırken secdeye gitmişti. Oraya tüküren bir müslüman’ın balgamı mubarek yüzlerine sürüldü. Mübarek elleriyle sildi ve cemaata dönerek, kıbleye karşı tükürmemeleri gerektiği konusunda bilgiler verdi. Hemen sahabe arasından biri çıkarak bu pisliği güzelce temizledi ve sildi. Oraya “haluk” adında bir koku sürdü ki, Mescid’e sürülen ilk kokunun bu olduğu rivayeti yaygındır. İşte o yüzden bu sütuna “Muhallak’a Sütunu” adı verildi. 
 
 
 
Rasülüllah’ın Kabr-i Şerifleri’nin Mescide bakan duvarında yan yana üç sütun bulunmaktadır. Kıble istikametindeki sütunun üzerinde “Hâzâ Üstüvânetü’s- Serir” yazmaktadır. Serir demek, yatak demektir, döşek ya da minder anlamına da gelir. Allah’ın Rasülü her yıl Ramazan ayının son 10 gününde bu hurma direğinin dibine bir minder attırır ve itikâfa çekilirmiş. İtikâfta bulunurken, bazen mubarek ayaklarını uzatırmış ve perdenin arka tarafında bulunan Hz. Aişe validemiz yıkarmış. Bazen de mübarek başlarını uzatırmış ve yine Hz. Aişe anamız yıkarmış. İşte bu zaman zarfında Cebrail (as)gelerek, o güne kadar gelen ayetleri birbirlerine okurlarmış. Önce Peygamber Efendimiz okur, Cebrail (as) takip edermiş ki, buna “arz” deniyor. Sonra Cebrail (as) okur Peygamberimiz takip edermiş. Buna da “mukâbele” deniyor.
İkinci sütun ise, bekçiler sütunudur. Ali Sütunu da denir. Sütun’ un üzerinde “Hâzâ Üstüvânetü’l-Hars” yazıyor. İlk dönemlerde bu hurma ağacının dibinde başta Hz. Ali Efendimiz olmak üzere bazı sahabeler Peygamberimiz’i, kendilerine herhangi bir zarar gelmesin diye beklerlermiş. Tâki Mâide Süresi’nin 67. Ayeti nazil oluncaya kadar.
Bu ayette Cenâb-ı Hak: “Ey Rasül! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah(cc) seni insanlardan koruyacaktır…” Bu ayetin gelmesinden sonra, bekçilerin de görevi sona ermişti.
Kıble istikametinden geriye doğru 3. Sütun da, meşveret sütunudur. Sütunun üzerinde “Hâzâ Üstüvânetü’l-Vufûd” yazmaktadır. Herhangi olağanüstü bir durum meydana geldiğinde, Allah Rasülü ashabıyla bu hurma direğinin dibinde istişare ederlermiş. Bu yüzden meşveret sütunu denmiş. Bu sütuna, “sefirler- elçiler-heyetler sütunu”da denir ki, Peygamberimiz, yabancı elçileri bu sütunun dibinde kabul edermiş. Bir de yeni bir ayet nâzil olduğunda, Rasülüllah ashâbını bu hurma direğinin dibinde toplar ve gelen ayeti, etrafına toplanan Müslümanlara bildirirmiş. 
  Yeni ayeti öğrenen Müslümanlar da, Medine sokaklarına dağılır ve vahyi diğer Müslümanlara iletirlermiş. Bunlara da “münâdi” deniyor. Bu konuya beni derinden etkileyen bir örnek vermek isterim: Yeni bir ayet gelmişti. Bakara Süresi 92. Ayeti. Allah (cc) bu ayette Rabbimiz: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir” buyuruyordu. Münadiler bu ayeti, Mescid’in geri tarafında bir hurma bahçesi ve bir de su kuyusu bulunan Talha hazretlerine ilettiler. Rasülüllah bu bahçeye zaman zaman gider ve mubarek ayaklarını kuyunun suyunda serinletirmiş. Ayeti öğrenen Talha hazretleri derhal bahçesinden ayrılmış ve Rasülüllah’ın huzuruna gelmiş ve: 
“Ya Rasülallah!”  “Ben en çok şu hurma bahçesi ile içindeki su kuyusunu seviyorum. Onları Allah( cc) yolunda vakfettim.” 
İşte o günkü Asr-ı Saâdet müslümanı böyle idi. Onlar şeksiz ve şüphesiz inanmışlardı ve inançlarının gereğini de gözlerini kırpmadan yerine getiriyorlardı.
Meşveret Sütunu’ndan Mescid’in ortasına doğru yönelirsek, orada Tevbe sütunuyla karşılaşırız. Buna Ebu Lübâbe direği de denir.
Medine’deki Beni Kureyza Yahudileri, Hendek Savaşı esnasında, önce Müslümanlarla anlaşıp, ardından da onların aleyhine müşriklerle işbirliği yapmışlar ve Müslümanlara ihanet etmişlerdi. Müslümanlar zaferi kazanınca,  Hz. Peygamber Yahudileri cezalandırmak istemişti. Yahudiler Ebu Lübabe’den, kendilerine nasıl bir ceza verileceği konusunda bilgi istemişler. O’da kendince boğazını işaretle, hepsinin idam edileceğini söylemişti. Ancak hemen hatasını anlamış ve Mescid’e gelerek, bir zincirle kendisini bu direğe bağlamış sonra da. “Allah beni affedinceye, Rasülüllah zincirleri çözünceye kadar yiyip içmeyeceğim” demişti. Bir hafta sonra bayılmıştı ki, Enfal Süresinin 27. Ayeti nazil oldu. Ayette: “Ey İman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hâinlik etmeyin.(sonra) bile bile kendi emanetlerinize hâinlik etmiş olursunuz” deniyordu. Tevbesi kabul olan Ebu Lübabe’nin zincirlerini Hz. Peygamber çözmüştü. O Tevbe Sütunu, bu sebeple isimlendirilmiştir.
Şimdi de Mescid’in en önemli sütunlarından birine temas edelim ve Tevbe Sütunundan Batı istikametine doğru hareket edersek, orada Âişe Sütunu’nu göreceğiz. Sütunun üzerinde “Hâzâ Üstüvânetü’l-Aişe” yazmaktadır.
Cenab-ı Rasülüllah bir defasında şöyle buyurmuştu:“Benim mescidimin içerisinde öyle bir yer vardır ki, orada yapılan dualar reddedilmez.”  Fakat Ashâb-ı Kiram, işaret buyurulan yeri öğrenemeden Peygamberimiz vefat etmişti. Kendi aralarında istişare edip dediler ki: “Bu yeri Hz. Aişe validemiz bilir.” Hanımları takip ettiler ki, Hz. Aişe namazlarını mescidin neresinde kılıyor, dualarını nerede yapıyor? Gördüler ki, genelde Hz. Aişe validemiz namazlarını bu hurma direğinin dibinde kılmaktadır. Bu bir.
İkincisi, bir gün bu direğin dibinde Hz. Aişe validemiz Mekkeli Muhacirlere ders vermektedir. Yanı başında da  kız kardeşi Hz. Esma’nın oğlu Urve Bin Zübeyir oturmaktadır. Bir ara Hz. Aişe validemiz demiş ki: “Bu mescid’in içerisinde öyle bir yer vardır ki, orada namaz kılmanın sevabını, kadrini ve kıymetini Müslümanlar bilmiş olsalardı,  aralarında kura çekerlerdi.” Dinleyenler:
 “Ey Anamız! İşaret ettiğiniz yer neresidir?” diye sormuşlar fakat, Hz. Aişe validemiz söylememiş. Ders bitip muhacirler dağılınca, yanında oturan yeğeni Urve Bin Zübeyir’in kulağına bir şeyler fısıldamış. O da kalkıp bu hurma direğinin dibinde namaz kılmış. Bu noktadan hareketle Müslümanlar,  hadiste işaret edilen ve Hz. Aişe validemizin de işaret buyurduğu yerin, burası olduğuna hükmetmişler. İşte O’nun için bu sütuna Âişe Sütunu denmektedir.
Biz, gerek Hac esnasında, gerekse umrelerimizde araştırma yaparken, acaba bizim insanımız bu bilgilerden ne kadarına vâkıftır diye merak ettik ve Aişe Sütununu göstererek sorduk: “Bu nedir?” Maalesef aldığımız cevaplar hep , “direktir” oldu.
Eğer meselenin esprisini bilirsek, ona göre hareket ederiz. İşaret edilen yerlerde yaparız taat ve ibadetlerimizi. Namazlarımızı o özel yerlerde kılmaya gayret eder, tevbe istiğfarlarımıza ve dualarımıza da  ayrı bir mânâ yüklemiş oluruz. Elbetteki bir şeyi bilinçli ve şuurlu yapmak, daha çok takdire şâyan olacaktır.  
Mescid-i Nebevi’nin içindeki Hz. Aişe sütunundan minber istikametine doğru yürüyecek olursak, Müezzin Mahfili ile karşılaşırız. 644 yılında Hz. Ömer bu mescitte namaz kıldırırken, bir suikasta uğramış ve şehit düşmüştü. Yerine Halife seçilen Hz. Osman, bu tür suikastlara uğramamak için, bir tedbir olmak üzere burayı yaptırmış ve namazlarını orada kılmıştır. Rasülüllah zamanında Hz. Bilal müezzinliğini burada yapıyordu. O yüzden bugün bu adla bilinmektedir. Minberi arkamıza alır ve batıya doğru, yani Selam Kapısına doğru,  beş sütun sayıp yürürsek Hz. Ebubekir(ra)ın evinin olduğu yere varırız. Hz. Fatıma anamızın evinin olduğu mahal ise, Hücre-i Saadet’in kuzey tarafındadır.  
Mescid-i Nebevi’nin aydınlatılmasına gelince, bilindiği üzere ilk dönemler aydınlatmada hurma lifleri ve dalları yakılıyordu.  Tem aynı zamanda sütkardeşi de olan ve im Ed-Dâri’nin Suriye’den kandil ve yağını getirmesinden sonra aydınlatmada kandil, 1908’den itibaren de elektirik kullanılacaktır.  
Emevi Halifesi Velid b. Abdülmelik, Mescid-i Nebevi’ye ilk kitabeyi koyduran hükümdar olmuştur. Bu başlangıçtan sonra, her tamiratta kitabe konması adeti yaygınlaşmıştır.  Mescid’e zemin yaygısı olarak önceleri hasır kullanılmış, Memlükler döneminde Hint ceccadeleri, Osmanlılar zamanında ise, Gördes, Hereke ve Uşak halıları serilmiştir. Suud döneminde ise tek tip halıya geçilmiştir.
  Mescid-i Nebevi’nin tam ortasında şemsiyelerle açılıp kapanan bir yer var. Dışarı çıkmadan önce orayı da ziyaret edelim. “Medine’de Mescid-i Nebevi’nin ortasındaki avluda geçmişte “Hazret-i Fatıma’nın bahçesi” olarak bilinen hurma ağaçları dikili küçük bir bölüm vardı. Bu ağaçların bizzat Hz. Peygamber tarafından dikildiği de söylenmekte idi.”  
Hz. Fatıma bahçesinin batı tarafına gittiğimizde Abdülmecit Kapısını göreceğiz. Genişletmelerden sonra, bu kapı şimdi Mescid’in içinde kalmıştır. Mescid-i Nebevi de şairin ifadesiyle, gözlerimiz Hak Nebi diye bakmıyorsa, gözlerden akan billur taneleri o diye akmıyorsa, kalp güm güm edip  o diye atmıyorsa, manevi hava o diye kokmuyorsa, o mukaddes yeri, ziyaret etmenin anlamı da o ölçüde yavan geçecektir. Allah Rasülü’nü düşünüp O’nun sünnetini bihakkın yaşama noktasında ve bizim bugünkü anlayışımız noktasında bir nefis muhasebesi şarttır.
Allah Rasülü açlıktan karnına taş bağlıyordu. Bizim insanımız da bugün aç kalıyor. Ama bizim ki rejim yapmak için aç kalıyor. Rasülüllah’ın,  namaz kılmaktan ayakları şişiyordu. Bizim gençlerin de ayakları şişiyor bugün. Ama bizimkilerin ayakları caddelerde beyhude gezmekten şişiyor. Hz. Peygamber Allah(cc) için gözyaşı döküyordu. Bizim insanımız da gözyaşı döküyor. Ama bizimkilerin göyaşı TV. Dizileri seyretmekten akıyor. İşte orada bütün bunları düşünüp titremek lazım. Mescid ziyaretimiz bitti.  Bayanlar ise, Hz. Peygamber’i ön cepheden yani güney taraftan değil,  arka cepheden, kuzey yönünden ziyaret etmektedirler. 
 


E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

6 Yorum

  1. 24 Şubat 2013, 00:00

    teşekkür – Allah razı olsun faydalandım.

    Cevapla
  2. 30 Nisan 2013, 00:00

    nebevi – allahım herkes nasib etsin

    Cevapla
  3. ravzadaki sütunlar – Allah razı olsun,ilk gittiğimizde bizede sorsalar (bu direk ne diye)bizimde diyeceğimiz :direk olacaktı,ama şimdi öğrendik inşallah tekrar nasip olurda gidersek daha bilinçli bir şekilde ibadetlerimizi yapmaya çalışırız.

    Cevapla
  4. hac – allahım sen oralara gitmeyi herkese nasip et

    Cevapla
  5. 3 Mart 2015, 00:00

    DİYOR Kİ; – RABBİM RAZI OLSUN BİLMEDİĞİM ŞEYlERİ ÖĞRENMİŞ OLDUM SİZİN VESİLENİZLE..

    Cevapla
  6. hz aişe annemizin diregi – Bayanlarda hz aişe annemizin diregi oldugu bölüme giriyormu görebilirmiyiz bizde erkeklerin ziyaret tarafında mı

    Cevapla