YEŞİL KUBBE VE SULTAN II. MAHMUT

 

  III. Selim 1807’de bir ihtilalle tahttan indirilmiş, yerine de IV. Mustafa geçirilmişti. 1808’de tahta çıkan II. Mahmut, önce asayişi sağlama faaliyetlerine koyuldu. Zira devlet, merkezdeki Kabakçı İsyanı ile ve eyaletlerdeki başkaldırılarla sarsılmıştı.
 Bir taraftan da Kutsal Topraklarda Vahhabiler ayaklanmışlar ve Cuma hutbelerinde okunan Padişah’ın ismini dahi hutbelerden kaldırmışlardı.  Üstelik Osmanlı Devleti’ne ve Ehl-i Sünnet müslümanlarına karşı, hem ayrılıkçı siyasi faaliyette bulunuyorlar, hem de tecavüz ve katliamların ardı arkası kesilmiyordu. Bu arada Vehhabiler Hicaz’ı da (Mekke-Medine ve Taif) istila etmeğe teşebbüs ettiler. Bir taraftan İslam dinine hakaretler ediyorlar, bir taraftan da Hac mevsiminde yollara düşerek Hacca giden Müslümanlar’ın yollarını kesip, mallarını gasp ile çeşitli işkencelere tabi tutuyorlardı. Hatta bu isyan dolayısıyla üst üste birkaç yıl Hac da, yapılamayacaktı.
II. Mahmut, Hicazda ortaya çıkan bu Vehhabi ayaklanmasını bastırmak üzere, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı görevlendirmiş, O da oğlu Tosun Paşa’yı, bu görevle Kutsal Topraklar’a göndermişti. Tosun Paşa kısa süre içinde bu isyanı bastırmış ve Hicaz’da sulhu ikâme etmişti. Gelecekteki isyanları önlemek ve Kâbe-i Muazzama’nın güvenliği için, Ebu Kubeys tepesine “Ecyad” kalesini yaptırmıştı. 
Birinci Dünya Savaşına kadar Türk garnizonu olarak hizmet veren Ecyad Kalemiz, bütün tepkilere rağmen 2002’de Suudlar tarafından yıkılmıştır.  Ecyad Kalemizin yerinde, bugün dünyanın en büyük gökdeleni ZemZem Tower, Kâbe-i Muazzama’ya gökten bakar vaziyette adeta bir heykel gibi dikili duruyor.
II. Mahmut’un Hz. Peygamberimiz’e derin hürmeti yanında, Kutsal Topraklara da hizmeti çok büyüktür.
  Mescid-i Nebevi’deki Hücre-i Saadet’in kubbesini, Mısır Memlüklü sultanı Kalavun ahşaptan yaptırmıştı.  Sultan II. Mahmut’ da eskiyen ve yıkılmaya yüz tutan kubbeyi,  yeni baştan tuğladan tamir ettirerek kurşundan kaplatıp yeşile boyatmıştır. İşte bunun için kubbe, “Kubbetü’l- Hadra”(Yeşil Kubbe) diye adlandırılmıştır. Kubbenin imarı için mimar ve mühendislerini, usta ve işçilerini çağıran II. Mahmut, Sevgili Peygamberimiz’in Hücre-i Saadet’i üzerindeki kubbeyi tamir etmeleri için görevlendirir. 
Bu emri alıp Medine-i Münevvere’ye giden görevliler önce toplanıp bir proje ve plan geliştirirler. Bu plana göre tüm çalışanlar edep ve terbiyelerini takınarak çalışacaklardır. Çalışırken mutlaka abdestli bulunacaklar ve besmelesiz kubbeye bir tuğla dahi koymayacaklardır. İnşaatta kullanılan harç için de normal su değil, gülsuyu kullanacaklar ve Rasülüllah’ın kabri üzerinde çalıştıkları süre içerisinde, kesinlikle dünya kelamı konuşmayacaklardır. 
Bu şekilde kendi aralarında bir ibadet dili geliştirirler. Bu ibadet diline göre, başmühendis yüksek sesle “Ya Allah Bismillah” diye besmele çektiğinde, iş başı yapılacak ve işe başlanacak demekti. Ustalar,  tuğla lazım olduğunda “sübhanellah”  diyeceklerdi.  Harç lazım olduğunda ise, “Allahü Ekber” diye sesleneceklerdi.  Keser, çekiç, mala ve benzeri alet istemenin karşılığı ,“Lailâhe illallah” şeklinde kelime-i tevhidi seslendirmek olacak ve susadıklarında ise, “elhamdülillah” diye su isteyeceklerdi. Yeşil Kubbe’yi inşa eden ekip, işte bu şekilde hiç dünya kelamı konuşmadan, kubbe’nin imar ve inşasını tamamlamışlardır. Sadece şu manzara dahi, bizim Rasülüllah’a olan hürmet ve muhabbetimizi ve kutsal topraklar’a gösterdiğimiz hassasiyeti izaha kifayet eder niteliktedir.
Yeşil Kubbe Medine-i Münevvere’nin sembolü haline gelmiştir. Ancak bu sembol derin manayı,  kubbenin mimari yapısından değil, içinde medfun bulunan “Kainatın Efendisi” nden almıştır. Sultan II. Abdülhamid Han da bu yeşil kubbenin üzerine 24 ayar altından bir âlem koyduracaktır.
Bu fakir, İstanbul Üniversitesi’nde Tarih öğrencisiyken,  Topkapı Sarayı’na öğrenci kimliğini göstererek, istediği zaman ücretsiz girebiliyordu. Onun için çoğu boş zamanlarımı sarayda geçiriyordum. Tabi Saray’ın çeşitli bölümlerini sık sık gezebiliyor, İstanbul Boğazı’nı doyasıya temaşa edebiliyor, bazen de yemeklerimi Konyalı’nın lokantasında yiyordum. Bu güzellikler eşliğinde kitaplarımı da okuyordum. 
Son sınıfta ise, Saray içindeki III. Ahmet Kütüphanesi’nde tez çalışmalarımı sürdürmüştüm. Hatta eşimi de Saray içinde bir okulda öğrenci iken tanımıştım. Dolayısıyla Topkapı Sarayı, benim hayatımda çok önemli bir yer tutar. Bu sebeple sarayı iyi bildiğimi söyleyebilirim. Şimdi kapısının üzerinde Kelime-i Tevhid yazan Has Oda’dan çıkıyoruz ve sol tarafa dönüyoruz. Karşımıza bir çeşme çıkacaktır. Çeşmenin tam karşısında da Revan ve Bağdat köşkleri vardır.   
Bu çeşme Sultan II. Mahmut tarafından restora edilmiş ve çeşmenin üzerine bir de kitabe konulmuş. Kitabedeki yazıda biraz önce anlattığımız Sultan II. Mahmut’un kutsal mekânlara yaptığı hizmetin izleri görülüyor:
Emirü’l-Mü’minin Sultan Mahmud
Hüdâvendigâr yegâne ecdâd.
Nihâdında cibillidir keramet
Ezelden eylemiş Hakk hayra mu’tad.
Zamanında olup ma’ mur Kâbe
Kılındı Ravza-i Peygamber icad.
Yapıldı şimdi Cây-ı Hırka-i pâk
Rasülüllah ede ol şâhı dilşad.
 II. Mahmut’un Osmanlı devlet düzeninde ve sosyal hayatta yaptığı geniş çaplı  ıslahat malumdur. Hatta kılık kıyafet yönünden askerlere pantolon giydirdiği, kendisinin de sarığı çıkarıp fes giydiğini gören bazı çevreler, O’na “Gevur Padişah” diyordu. Bektâşi Tekkelerini kapattığı için de epeyce düşman kazanmıştı. Özellikle menfeatleri zarar gören kesimlerin gevur padişah dediği Sultan II. Mahmut’ta öyle derin bir Allah(cc) aşkı ve Rasülüllah(sav) sevgisi vardı ki, bu keyfiyeti hiçbir kavram izah edemez. 
 Rasülüllah’a duyduğu hürmet ve muhabbet dolayısıyla, önce Yeşil Kubbe’yi yaptıran ve diğer kutsal mekanlara hizmet götüren Padişah, bu hizmetini yukarıdaki kitabeye dercettikten sonra,   bununla da yetinmemiş, Peygamberimiz’in kabr-i şerifleri olan “Hücre-i Saadet” e de iki şamdan hediye göndermiştir. Bu şamdanlardan birisi, Rasülüllah’ın ayak ucuna, diğeri de başucuna konacak ve Hücre-i Saadet’i aydınlatacaktır.
Bundan sonra da Allah Rasülüne duyduğu hürmeti ve sevgiyi şu nefis na’tına dökecektir:
Şamdan ihdâya eyledim cüret yâ Resûlallah!   
Murâdım, der-i Ulyâya hizmet, yâ Resûlallah!
Dahîlek,el-emân, sad-el-emân, dergâhına düşdüm
Terahhüm kıl, bana eyle şefaat yâ Resûlallah!
Dü-âlemde kıl istishâb hân-ı Mahmûd-i adlîyi,
Senindir evvel ve âhirde devlet yâ Resûlallah!
Sadece Yeşil Kubbe’yi yaptırmakla kalmayan II. Murat, Hücre-i Saâdet’in dış yüzünü de çok değerli çinilerle tezyin ettirmiştir. Daha sonra değineceğimiz gibi, bu çinilerin bazıları Sultan Abdülmecit devrinde yenilenecektir.
 Ayrıca II. Mahmud’un Medine’de 1822’de inşa ettirdiği Mahmudiye Medresesi ile kütüphanesini de unutmamak gerekir ki, kütüphaneyi 5 bine yakın kitapla da zenginleştirmişti.  
Sultan II. Mahmut devrinde ve 1829’da Kuba Mescidi, tamamen aslına uygun olarak tamir edilir ve yenilenir. Ancak Osmanlı, her imar ve inşa ettiği yapıya imzasını attığı, tuğrasını çektiği halde, bu mabedi tamir ettiren II. Mahmut: “Rasülüllah’ın bizzat taş taşıyarak kendi elleriyle inşa ettiği bir mabede ben tuğramı çekmekten utanırım” der ve önce kapısının üstüne büyükçe Rasülüllah’ın adıyla (Lâilâhe illellah Muhammedü’r- Rasülüllah sav) yazan bir tuğra çekilirken, altına da küçücük kendi tuğrasını koydurur.  Büyük Hattatlarımızdan Yesarizâde Mustafa İzzet Efendi kitabenin yazısını yazar ve tuğraları da Akif ve Haşim Efendiler çekerler. 
Kuba Mescidi 1984’de yıkılıp yenisi Suud yönetimince yapılmıştır. Ancak eski dokusuyla uzaktan yakından bir benzerliği kalmamıştır. 
Osmanlı’nın çift tuğralı kitabesinin de yerinde yeller esmektedir. Bir tarafta derin bir hürmetle, Allah Rasülü’nün hatırasını yaşatmak için büyük hassasiyet gösterenler ve konunun üzerine titreyenler… Öbür yanda hiçbir manevi ve tarihi değeri önemsemeyenler… Üzülmemek mümkün müdür?
 O  Hattat Padişahlardan birisidir. Sultan II. Mahmut’un, 60’tan fazla celi sülüs levhası vardır. Kendi yazdığı iki adet Kur’an’ı da Mescid-i Nebevi’ye gönderdiğini biliyoruz. 
  Mekke ve Medine’ye en fazla hizmet götüren padişahlardan biri olan Sultan II. Mahmut, Mekke-i Mükerreme’de Hz. Hatice validemizin evini yeniden inşa ettirmiş ve Peygamberimiz’in doğduğu evi de aynı şekilde restora ettirerek mescid halinde kalmasını sağlamıştır. 


E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir